hesabın var mı? giriş yap

  • tam 2 saattir iki kadin mermer ovuyoruz. elimizle. bol bol su. sandaletlerim islandi. olsun. bas kismini ov diyor annem. zambaklar kok salmis iyice. cok guzeller diyorum. mermeri ov diyor. ovuyorum iste anne. elimle hem de. simdi arkadaki mezarligin kenarina oturdum. yaktim bir sigara. guzelce ovdugum mermere bakiyorum bir de islak mis gibi kokan topraga.

    cok guzel oldu diyor annem. tertemiz oldu kocam. bayram temizligini de yaptik.

    "ıyi bayramlar baba, keske burada olsaydin."

  • yedi ceddini tanidigim adam.

    abuk subuk rastlantilar sonucu 31 mayıs new york grand prixinde 9.72 ile 100 metre dunya rekoru kirdigi sirada ben bu adamin jamaika trelawney'deki koyunde genis ailesiyle beraber rekoru kirisini izlemekte idim.

    efendim soyle ki, doktora tezinde ne diski yenecegine dair karar vermek icin potansiyel alan arastirma mekanina (jamaika-trelawny) 1 aylik bir pilot calisma ziyaretinde bulunulur. bir odasini benim gibi disarlikli varliklara kiraya vermek suretiyle biraz amerikan dolari yemeye and icmis bir teyzemizin evine yerlesilir, ortam koy mu koy, tarla mi tarla, horozlar sadece sabah degil gunun her vakti otmekte...

    neysem efendim, bu teyzemizin jamaika kirsalinda tipik oldugu uzere 100 metrede bir konuslanmis "shop" tabir ettikleri ama iceri girip bir tek rom sallayabilecegin, bir red stripe attirabilecegin bir marketi de bulunmakta. ben gun ve sicak ortasi bu markette pinekleyip bira icmekte iken, gelene gecene "what a gwan" diye bagirip hal hatir sormakta iken, yaninda kaldigim teyzenin kardesi duser mekana. aa turkmusun cok enteresan neresi ki o filan tadi artik rutine oturmus diyalogdan sag salim ciktiktan sonra, abi bana spor sevip sevmedigimi, usain bolt'u taniyip tanimadigimi sorar. uzatmayayim ben tanimiyorum adami, abinin bolt'un babasi, yaninda kaldigim teyzenin de halasi oldugu, ertesi gun new york'ta dunya rekoru kiracagi filan anlatilir bana.

    bu arada ufak bir parantez acayim, hakikaten herkes olayi bana oyle lanse etti: bizim oglan da yarin dunya rekoru kiracak gel sen de bak televizyona bizlen seklinde bir durum belirdi ortamda...ben de kendimce dalga geciyorum, elemana bir gun evvelden dunya rekoru kirdirdi herifler eki eki diye.

    neyse efendim, oturdum ben bunlarla koy evinde, yigen, kuzen, baci teyze coccuuu hala coccuuu allah ne verdiyse herkes adamin akrabasi zaten ortamda, bagira cagira hepsiyle kol kola gire gire yarisin baslamasini beklemeye.

    nesini uzatayim arkadasim adam 9.72'de mundar etti yarisi zaten. butun gun heyecani surdu adam zink diye kosup kirdi rekoru. ben zipliyorum atliyorum tuttugumu opuyorum sariliyorum filan goren de naim suleymanoglu dunyalarin gozu onunde dunyalari kaldiridi sanacak (kusura bakmayin bizim yas biraz kemale erdi aklima ilk gelen ornek budur).

    netice itibari ile bu adamin kendisi disinda trelawny'de kimi taniyosa herkesle tanistim ben, aileden sayilirim artik. bu arada alan arastirmasini bomba ettik o ayri...

  • mitoloji yazmak dünyanın en eğlenceli işlerinden biridir. eski tanrılar, yeni tanrılar, kahramanlar, kapılar, boyutlar, titanlar, özel güçler, tılsımlı nesneler, semboller, yıldızlar, gezegenler yazdıkça yazasınız gelir. bir de bu güçler arasındaki bağlantılar, titanlar ile insanların savaşları, geçmişe dönmek, boyut değiştirmek gibi kavramları eklemeye başladığınızda aldığınız keyif nirvana'ya ulaşır.

    ancak her güzel şeyin tabi ki bir sonu var. mitoloji yazarken yaşadığınız keyfin bittiği nokta da bunları tutarlı bir şekilde bir araya getirmeye çalıştığınız yerdir. önce kronoloji yapmanız gerekir. örneğin olayın başlangıcından on bin yıl öncesine bir çizik atar buradan itibaren yaradılış, titanlar, insanlar diye düzenleye düzenleye günümüze kadar gelirsiniz. bu da baya ter dökülen bir iştir çünkü eklemek istediğiniz her sembol ve kavram burada ayağınıza dolaşmaya başlar.

    atiye de anadolu mitolojisini ve sembollerinden yola çıkan bir dizi. bu nedenle başarılı olup olmayacağını belirleyecek en önemli unsur ürettiği mitolojiyi nasıl kullandığı. şimdi bu alanda dizi neler yapmış bir bakalım.

    --- spoiler ---

    öncelikle şunu söylemem gerekiyor ki dizi, kullandığı kavramlar konusunda biraz kopuk. her şey bir sembolle başlıyor ve bu sembolün daha sonra kadın ve erkeğin birleşmesi gibi bir konuyu temsil ettiğini öğreniyoruz. ancak sembollerin biraz gizlenmesi lazım normalde. mesela serdar'ın yüzüğünde aynı sembol olduğunu atiye söyleyene kadar fark edemiyorsunuz. bu güzel bir kullanım noktası. ancak bu sembolü kırmızı boyayla defalarca duvarlara çizdikleri için o gizem havası kayboluyor zamanla.

    bir de aradaki kavramlar arasında çok bir bağlantı yok. sembol doğurganlığı temsil ediyor diyelim. bir de paralel evrenleri ve zamanın durağan olduğunu anlatmak için kısa bir şekilde kuantum fiziğinden bahsedilmiş. ancak sadece bahsedilmiş. yani kuantum fiziğinin adı geçiyor ama gerisi gelmiyor. mitoloji yazımında şöyle bir rahatlık var aslında; atış tamamen serbest. adem ve havva'yı uzaylılar tarafından genetik olarak üretilmiş denekler yapıp üzerine kabala inancı mı eklemek istiyorsunuz. yapabilirsiniz. ancak tutarlı olduğunuz sürece. burada tutarlılık bir araya getirdiğiniz kavramların gerçek hayatta da uyumlu olmasını gerektirmiyor. bunları kendi evreniniz için eğip bükebilirsiniz ancak büktüğünüz noktaların tıpkı bir puzzle gibi bir araya gelmesi gerekiyor. atiye'de ise bu maalesef olmuyor.

    bu problemin ana kaynağı da dizinin bu çabaya hiç girmemesi. mesela bir yerde anadolu'nun manyetik alanından bahsediliyor. deşilecek çok güzel bir konu bu aslında. oradan dünyanın manyetik alanına, atom altı rezonansa, diğer gezegenlerin dünyadaki manyetizmayı nasıl etkilediğine, daha sonra güneş patlamalarına değinebilirsiniz. bundan sonra da güneşin hayat veren gücüne, venüs ve mars'a son olarak da doğum kavramının mistik boyutuna getirebilirsiniz konuyu. bunun bire bir hikayeyi değiştirmesine de gerek yok. amaç başlattığınız sembolü bir şekilde finaldeki konuya bağlamak sadece. böylece sembolleriniz ana temanızı destekler ve işleyen bir dizi evreni kurmuş olursunuz. dizinin ikinci sezonunda ise erhan "hmm evet manyetizma." deyip aldığı kitabı yerine bırakıyor. bu kaynak da burada kurumuş oluyor.

    bu örnek, dizinin gizemli havası için fazla bilimsel olabilir. çünkü "yıldızlı kadın" gibi bir kavramın olduğu hikayede sicim teorisinden falan bahsetmek istememiş olabilirler. bu da anlaşılabilir bir durum. ancak eğer bilimsel alan bırakılacaksa anadolu mistisizmi konusuna daha fazla yaklaşmaları gerekirdi. bu var mıydı diye soracak olursanız maalesef bu kısım da yok.

    mesela dizi çok güzel bir doğu batı sentezi olabilirmiş. istanbul'da yaşayan (bana göre pek başarılı olmayan ancak belli ki eşin dostun pohpohladığı) post-modern bir ressam, mistik bir işaret sonucu anadolu'ya gider ve oradaki sırları öğrenmeye çalışır. başlarda realist hayat görüşü nedeniyle bunlara inanmaz ancak gördüğü şeyler sonucu sırların gerçek olduğunu anlar.

    hatırlarsanız dizinin birinci sezonu da böyle gidiyordu. ortada gerçeküstü bir sır vardı ve atiye istese de istemese de bu sırrın merkezindeydi. o inanmaz hali ve yaşadığı şeylerle fikrinin adım adım değişmesini izleyebiliyordunuz. ancak sorun şurada ki atiye gerçekten çok az şey görüyor ve gördüğü şeyler bir türlü bir araya gelmiyor. mesela bu sezon kendisine yol gösterecek annesi, teyzesi ve anneannesi olmak üzere üç tane rehberi var. normalde rehberler biraz da sürükleyicilik katmak için gizemli konuşurlar. bu kabul. ancak bu kullanımın bir sınırı var. önce şuraya git buraya git demeleri ana karakter görevini tamamladığında da ne olduğunu açıklamaları lazım.

    çünkü izleyicinin keyifle hatırlayacağı detaylar böyle rehberler bulunduğunda ortaya çıkar aslında. bu bölümleri, dizilerde pastanın üstüne çikolata sosunu eklediğiniz yerler olarak görebilirsiniz. ancak burada finale gelene kadar kimse doğru düzgün bir şey anlatmıyor. işte kapadokya'ya git oradan urfa'ya geç oradan istanbul'a git. mistik rehber mi, otobüs firmasında biletçi mi belli değil.

    bir de anadolu bu gibi konularda çok zengin aslında. mesela bu entry'i yazarken merak ettim ve birkaç arkadaşıma etraflarından duydukları anlatıları, hikayeleri ve efsaneleri sordum. öğrendiklerim şunlar; köyün dışında yaşayan büyüleri çözen bir kadın (ki kendisi tarife göre meral çetinkaya'nın bu dizideki haline benziyor), sırtı sıvazlanınca mendile dönüşen kara bir koyun, köyün ortasındaki çamlarda yaşayan cinler, türbelerden çıkan ermişler. ki ben bunları yaklaşık 15 dakika içinde elimde telefon evde otururken buldum. gerçekten bir konya'ya ya da erzurum'a gitseniz bunlardan daha ilginç binlerce şey öğrenebilirsiniz. tabi bunları alıp 5. sınıf cinli film yapacak haliniz yok ancak bunlarla birlikte diziye çok daha ilginç bir doku eklenebilirmiş. burada bana göre büyük bir fırsat kaçırılmış.

    bir de çok tartışmalı olan oyunculuklara bakalım. dizide rolüne yakışan dört oyuncu var. bunlardan ilk ikisi metin akdülger ve melisa şenolsun. metin akdülger'i daha öncesinde şahsiyet'de izlemiştim. kendisi genelde internet dizileri üzerinden ilerliyor. sanırım bu platformdaki rolleri daha özgür olabilmek için tercih ediyor. bu da ileride daha geniş perdeden bir oyuncu olmasını sağlayacaktır.

    melisa şenolsun'u da ilk defa bu dizide izledim. oynadığı diğer rollerle karşılaştırma imkanım yok ancak belli bir stereotipi başarıyla canlandırdığını söyleyebilirim. nedir bu stereotip? ailesi zengin, yurt dışında okumuş, ekonomik olarak riskli bir alanda eğitim almış (sinema, oyunculuk, moda tasarım gibi işsiz kalma olasılığınızın yüksek olduğu alanlar), yeteneği ya da emeği ile değil de aile dostları sayesinde iş hayatında başarılı olmuş, sevgili dışında konuşacak çok bir şeyi olmayan bir profil var. bu kızlardan biriyle tanıştıysanız hepsiyle tanışmış gibi olursunuz, o kadar birbirlerine benzerler. belki melisa şenolsun'un hayatında da böyle insanlar vardır ancak kamera kayıt dedikten sonra gerçek hayatta sürekli kurduğunuz bir cümleyi okumak bile zordur. bu yüzden ben kendisini bu karakteri izleyiciye aktarmak konusunda başarılı buldum diyebilirim.

    başarılı bulduğum diğer iki oyuncu da tim seyfi ve meral çetinkaya. meral çetinkaya'nın bu dizide yaptığı muazzam bir iş aslında. burada kostüm ya da imaj çalışmasından bahsetmiyorum. normalde bir oyuncu sahneye hazırlanırken "ben burada ne yapıyorum? bunu neden yapıyorum? karakterimin ne hissetmesi gerekiyor? nasıl tepki veriyorum? neden bu tepkiyi veriyorum?" gibi sorular sorar. (ya da teoride sorması gerekir en azından) bunlar yönetmenle aralarında konuşup karar verdikleri konulardır. ancak senaryonun bu sorulara genel bir cevabı yok aslında. varsa da bize aktarılmıyor. bu nedenle meral çetinkaya'nın yaptığı çok zor bir iş. mesela nemrut'un tepesinde taşları birbirine vurup daha sonra can veriyordu birinci sezonda. yönetmene bu taşların anlamı ne peki, karakter neden böyle davranıyor dese ortada net bir cevap yok. bu yüzden olmayan bir şeyin tepkisini verip heyecanını yaşayabildiği için kendisinin tebrik edilmesi gerektiğini düşünüyorum.

    tim seyfi ise yine meral çetinkaya gibi çok zor bir işin altından kalkmış. mesela türkiye'de neden fantastik dizi yapılmıyor diye soruluyor ya, sebeplerinden biri bu dizilerde oynayacak oyuncu bulamayacak olmanız. çünkü meral çetinkaya'dan bahsederken söylediğimiz gibi oyuncunun konuştuğu konuya inanıyor olması lazım. bu nedenle üçüncü sayfa haberleri gibi konuların işlendiği dizileri çekmek daha kolay. oyuncu da telefonuna baktığında, gazete okuduğunda ya da haberleri izlediğinde sürekli tecavüz, cinayet, adam kaçırma, dolandırıcılık gibi şeyler görüyor. bu nedenle oyuncunun böyle şeylere ikna edilmesine gerek kalmıyor. ancak serdar karakteri bir takım karanlık güçler için çalışan (hadi bunu bir şekilde kotarırlar) ve ölen eşini geri getirmek için paralel evrenlere (?) açılan kapıyı kullanan bir adam. bir oyuncuyu buna ikna edip ondan düzgün bir oyun alma ihtimaliniz çok düşük. ancak tim seyfi bir şekilde sakin, tehditkar, kontrollü, soğuk ve aynı zamanda acıları olan bir adamı canlandırmayı başarmış.

    --- spoiler ---

    sonuç olarak dizinin sürekli kötü yönlerinden konuşmuş gibi olduk ama bunun nedeni dizinin işlediği konunun çok fazla potansiyele sahip olması. özellikle ilk sezon sürükleyici olunca insan ikinci sezonda konuların daha da derinleşmesini bekliyor. ben de ikinci sezonu fantastik pek çok noktanın kurgulanıp bir araya getirileceği, sembollerin anlamlarının araştırılacağı ve açıklanacağı bir hikaye olur diye hayal etmiştim. ancak sanırım beklentiyi biraz fazla yükselttim.

    yine de diğer netflix dizisi olan hakan muhafız'a göre oyunculuklarda gelişme olduğunu söyleyebiliriz. bu da bir işaret. çünkü fantastik yapımlara yeni başladık sayılır bu yüzden her alanda başarılı bir iş ortaya çıksaydı baya şaşırtıcı olurdu aslında. ancak adım adım gelişmeyi görmek de ilerisi için umut verici bir durum diyebiliriz.

  • hülya avşar’ın 10 yaşındaki kızı zehra çilingiroğlu’nun hülya dergisinin son sayısından itibaren köşe yazarı olması ve engin hayat deneyimlerini okurlarıyla paylaşması durumu. kendi adıma, zehra çilingiroğlu’nun bir “küçük virginia woolf ” olduğundan ya da onun yazarlık yeteneklerinden şüphem yok. ama türk medyasındaki sarsısıcı entelektüel rekabet nedeniyle zehra çilingiroğlu’nun yazarlığının daha çok hülya avşar’ın kızı olmasından kaynaklandığını düşündüğüm için – tamamen saçmalıyor da olabilirim- başlığı da bu şekilde açtım.

    şimdi konumuza dönelim ve hemen zehra çilingiroğlu’nun ilk yazısından bazı alıntılar verelim:

    -her çocuk gibi ben de hafta içleri alışveriş yapmaktan ve arkadaşlarımla buluşmaktan keyif alıyorum. tabii derslerimden arta kalan zamanlarda... hafta sonları da ormana gitmeyi, balık tutmayı ve sahilde koşmayı seviyorum.(...) annem gibi ben de ayvalık'a bayılıyorum. hafta sonları annemle fırsat buldukça antalya'ya kaçıyoruz. kışları kayağa gitmeyi ve londra seyahatlerini çok seviyorum.

    - sizin hiç tahta oyuncağınız var mı? taa ki nişantaşı'nda açılan tayga toys'a uğrayana kadar benim de yoktu. 'sihirli annem' dizisinde severek izlediğim inci türkay'ın açtığı mağazada, sadece kesilmesi uygun olan ağaçlardan yapılmış oyuncaklar satılıyor.

    -bay majör'le klasik müzik masalları dizisi bence harika. bay majör isminde bir müzik araştırmacısı, kimi zaman anlatıcı, kimi zaman maceranın içindeki biri olarak karşımıza çıkıyor. dizi çobanın mevsim yolculuğu (vivaldi), şatoda üç saat (bach), büyük sır (mozart), duygu makinesi (beethoven) isimli dört kitaptan oluşuyor. üstelik her birinde bulunan müzik cd'lerini, hem yalın olarak, hem de seslendirilmiş versiyonlarıyla dinlemek mümkün.

    ...........................

    10 yaşındaki kızını kendi ismini taşıyan, her ay kendi resmini kapak yapan dergide köşe yazarı yapmak nedir allahaşkına? hayır zehra çilingiroğlu’nun yeteneğinden tabii ki kuşkum yok. “üstelik her birinde bulunan müzik cd'lerini, hem yalın olarak, hem de seslendirilmiş versiyonlarıyla dinlemek mümkün”..müş. bu cümleyi kurmakta hala zorlanırım mesela ben. 17 yaşımda bu cümlenin dörtte birini kursaydım belki de babam bizi terk etmezdi. neyse kişisel acılarımla sizi üzmek istemem.

    aslında beni bir ertuğrul özkök okuru olarak asıl rahatsız eden; “kışları kayağa gitmeyi ve londra seyahatlerini çok seven” zehra çilingiroğlu’nun canımdan çok sevdiğim, kişisel yol göstericim, aykırı düşünür ertuğrul özkök’e rakip olma ihtimali. biliyorsunuz “haftasonu las vegas’da çok ünlü bir restorandaydım. yanımda çok ünlü bir türk iş adamı, onun güzel eşi ve al pacino vardı” yahut “dün akşam petrus bana yeni bir şarap göndermiş. tattım. ve o an dünyanın gerçekten yaşamaya değer olduğuna inandım” türünden yazıları biz ertuğrul özkök’ten öğrendik.

    peki ne olacak şimdi? aydın doğan bey, yarın bir gün, zehra çilingiroğlu'nu hürriyet genel yayın yönetmeni yaparsa? biz ertuğrul özkök'ü nereden ve nasıl takip edeceğiz? skyturk'ten mi? oh, ulu tengrim, öyle çok korkuyorum ki....buyrun bu da zehra çilingiroğlu'nun köşe yazarlığıyla ilgili bir haber linki:

    http://www.internethaber.com/…_detail.php?id=115435

    edit: kidmanist ve kibritsuyu'na düzelti için çok teşekkürler. ben korkudan, üzüntüden ne dediğimi biliyor muyum arkadaşlar?

  • bazen en olmadık yerde akla gelirler. hiç alakasız, aniden, böyle bir anda bundan beş yıl, on yıl, on beş yıl öncesinden annenizle babanız aranızda geçen bir konuşma aklınıza gelir ve ancak yıllar sonra anlam verirsiniz o konuşmadaki imalara. "çok yorgunum erken yatalım", "ben de yorgunum, yatıyorum, hadi oğlum yerine git sen de". tüylerim diken diken oldu yazarken bile... ne de safmışım. saat 20:00 p.m'de neyin yorgunluğu, neyin uyuması bu acaba günahkar bedenler???

    ya da ofiste (ofis: türkiye'de sözlük yazarlarınının yaşadığı yerlere verilen ad) aniden akla gelen liseden bir kız arkadaşın söylediği şey: "hafta sonu annemler yok. özge ve beril erkek arkadaşlarıyla bize gelecek, sen de gel, patates kızartırım". bakın burdaki genel imayı o zaman anlamamış ve ezgi'nin davetine sınıftaki en yakın arkadaşlarımdan yaşar'la gitmiştim. ama yıllar sonra ofiste anlayınca hayata isyan edesim geldi. ama yine de patates kısmı kafa karıştırıcı geliyor hala. onu niye söyledi lan acaba?

  • hayatı boyunca her tür müzikle ilgilenmiş, hatta hayatını müziğe adamış biri olarak içinden çıkamadığım sorundur.

    1976'dan bu yana aktif, spotify'da aylık 14 milyon dinleyiciye sahip bir gruptur, hatta sözde o kadar popülerdir ki apple bir ara herkese albümünü bedavaya dağıtmıştı.

    arkadaşlar ben hayatımda şu cümleleri işitmedim, "u2'nun yeni albümü beğendim", veya "u2'nun en sevdiğim şarkısı x'tir", sanki herkesin farkında olduğu ama kimsenin konuşmadığı, tartışmadığı, dinlemediği bir grup. veya dinleyenler gizli gizli mi dinliyorsunuz, söyleyin de bilelim.

    neredesiniz lan siz?*