hesabın var mı? giriş yap

  • genelde mitolojik olarak düşünülmüş ancak gerçekten yaşamış olma ihtimali olan ya da gerçek varlıklara dayanarak yaratılmış olan bir yaratık, mitolojik hayvan. ben en azından en eski ejderha miti üzerinden birkaç şey paylaşmak istiyorum, naçizane.

    ejderha miti ve geleneği en çok uzak doğu kültürleriyle özdeşleşmiştir fakat sadece bu kültürlerde yoktur. çin ve japon uygarlıklarındaki ejderha mitlerinin yanında antik mezopotamya, anadolu ve hellen kültürlerinde de ejderha tasvirlerine bolca rastlanır. hatta iskandinav mitolojisi'nde ve güney amerika'nın eski uygarlıklarında da (inka, maya ve aztek) ejderha mevcuttur. ilk bakışta ejderha kavramına uzak kültürler gibi gelse de, yunan mitolojisi'ndeki kraken ve iskandinav mitolojisi'ndeki jörmungandr, aslında bir tür deniz ejderhasıdır. (gerçi kraken daha çok ahtapota benzer. ) bu durumun düşündürdüğü ilk şey elbette antik çağlarda dünya çapında kültürel etkileşimin tahmin ettiğimizden çok daha fazla olması. ancak başka bir açıdan bakacak olursak, bu durum ejderha adlı bir hayvanın gerçekten yaşamış olabileceğini de düşündüren bir etmendir.

    kraken ve jörmungandr.

    iskandinavya'da ejderhadan bahsetmişken, lindworm'u da unutmamak gerekir tabi. o da şöyle bişey; isveç'te bir runik yazıt.

    bunu en çok, bilinen en eski ejderha tasvirlerinin olduğu babil mitolojisi'nde görüyoruz. bugün bilenen en eski ejderha tasviri babil yaratılış destanı olan enuma eliş'te geçen tiamat'tır. enuma eliş yaklaşık olarak m.ö 1600'lere tarihlendiği için, ejderha tasvirlerini de bu zamana tarihleyebiliriz. tiamat her ne kadar en eski mitlerde bütünsel bir varlık, ilksel deniz (aslında deniz bile değil, ilksel denizi çağrıştıran bütünsel ve soyut bir varlık) olarak düşünülmüş olsa da, enuma eliş'te tiamat ile marduk mücadelesi anlatılırken muhtemelen babilli katipler tiamat'ı tarif etmek kaygısına düşüp onu bir canavar, bir ejder olarak tasvir etmişlerdi.

    (bkz: #29290950)

    buna rağmen antik kaynaklarda tiamat'ın ejder olduğuna dair ne bir görsel ne de bir metin var. gerçi tiamat'ın yedi başlı bir ejder olarak tasvir edildiği bir duvar resmi vardır ama, o da yeni asur zamanına (m.ö. 7. yüzyıl), yani destanın yazılışından çok daha sonraya tarihlendiği için güvenilir değildir.

    yedi başlı tiamat ejderi.

    ama destanda tiamat'ı mağlup eden marduk'un evcil hayvanı olarak muşhuşşu adında bir ejderden beslediğini biliyoruz. bu ejder için marduk sürekli "islah edilmiş" ifadesini kullanır. bu yüzden bu ejderin tiamat olduğu düşünülüyor. tabi bu bilgi popüler kültüre çabuk yansıdı ve tiamat ejder olarak kabul edildi. ama kesin bir şey söylemek zor, zira çok az kaynak var.

    marduk ve muşhuşşu.

    bunun yanında mezopotamya'daki en bilindik ejderha tasviri babil'deki ünlü iştar kapısı'nda yer alan tasvirdir. bu tasvirin hem bugün de bildiğimiz bir hayvana, komodo ejderi'ne, hem de marduk'un ejderi muşhuşşu'ya benzemesi bilim insanlarını böyle bir hayvanın gerçekten yaşamış olabileceğine ya da en azından mitolojik ejderha tasvirlerinin gerçek hayvanlara dayandığı fikirlerine yaklaştırıyor. zira ilk bakışta zor gibi gelse de, yeni bulgular ışığında mezopotamya uygarlıklarının sandığımızın aksine güneydoğu asya (komodo ejderi'nin ana vatanı) ve çin topraklarıyla iletişime geçtiği artık neredeyse kesin gibidir.

    babil ejderi ve komodo ejderi.

    son olarak bir mesajlaşmadan esin alarak ejderha tasvirlerindeki kanat öğesi üzerinde durmak istiyorum. bildiğimiz gibi en eski çin ve japon ejderha tasvirlerinde kanat pek rastlanan bir uzuv değildir. bu kültürlerde ejderler çoğunlukla uçmazlar. ancak daha sonraki tasvirlere kanat ve uçma özelliği eklenmiştir. bu elbette fantastik kurguların bir ürünü olabilir ama ben bu eklentinin daha öncelere dayandığını düşünüyorum.

    uzak doğu'da ejderha genelde bir çeşit yılan, yani sürüngen olarak tasvir edilir. uzak doğu'nun ejder mitine uçma özelliğini önce hinduizm ve budizm'deki levitation, havalanma kavramı ve daha sonra da ortadoğu mitleri katmış olabilir. bildiğimiz gibi ortadoğu mitlerinde birçok mitsel yaratık uçma özelliğine sahiptir. mesela marduk da uçar, tiamat da. tanrılar, melekler, cinler vs. pek tabi olarak bunlar uzak doğu'dan gelen ejder mitinde etkili olmuş olabilir. ortaçağ'da ipek yolu üzerinden büyüyen iletişimin bu kültürel öğeleri birbirine karıştırmış olması ve bugün bildiğimiz mistik ejderha tipini oluşturmuş olması mümkündür.

  • uçan hollandalı operasınını kaynağı, bir önceki dönemin coğrafi keşifleri sürecinde ortaya çıkan bir hikayeden gelmektedir. güney afrikanın en uç kısmı olan ümit burnu, o zamanlarda geçilmesi çok zor fakat bir o kadar da ilgi çekici, cazip bir keşif bölgesi olarak görülüyormuş. bir anlamda dünyanın ucu, karanın bittiği, sonsuz okyanusun başladığı yer olarak düşünülmüş. ümit burnu okyanusla karanın çok fazla içiçe girdiği, derin ve sığ suların birbire karıştığı bir noktadadır. kısaca bu bölge şeytanın dünyadaki evi olarak adlandırılmıştır. pek çok denizci bu bölgede hayatını kaybetmiş, sağ kalanların çoğu, avrupa'ya geri dönmek için kara yolunun seçmiş ama, afrika kıtasının uzun ve yabani topraklarında yitip gitmiştir. hikayenin aslı işe şu şekilde anlatılmaktadır. wagner'in operasının metni bu asıl hikayenin devamı niteliğindedir.

    dönemin en iyi denizcilerinden biri, avrupa kıtasından ayrılıp, cebelitarık'tan çıktıktan sonra en güneye, karayı takip ederek denizde pek çok badireleri atlatarak ümit burnunun açıklarına ulaşır. bu hollandalı kaptan, çok cesur ve mesleğinde bir o kadar da ustadır. ümit burnuna ulaşabilen tüm denizciler tek tek şanslarını denemek isterler. buradan geçip dünyanın diğer ucundaki zenginlikleri keşfetmek, tanrının diğer kullarını görmek için hepsi hayatlarını vermeye hazırdırlar. ancak şeytanın hiçbirine karşı merhameti yoktur. hollandalı denizcinin karaya ulaşmasından 1 gün önce, ümit burnu'nu geçmek isteyen bir kaptan ve tayfaları yok olmuşlardır. muhtemelen de şeytanın krallığını hüküm sürdüğü cehennemde azap ve işkence ile yaşayacaklarına inanılmaktadır. şeytanın kimseye merhamet göstermediği de, ne zaman bir kaptan yola çıkma kararı alsa, engin denizlerin köpürerek, kudurmuş bir kurt gibi gemilerin ahşap gövdesine saldırmasından anlaşılmaktadır.

    hollandalı kaptan'ın cesareti hayatta kaybedecek bir şeyinin olmadığını düşünmesindendir. kaptanımız aşk istemektedir. gerçek, kandırıcı olmayan, sadık ve tatlı olan aşkı istemektedir. ama bir denizciye bunu kim verebilir ki. bunu asla elde edemeyeceğini bilen hollandalı kaptan kendini okyanuslara adamıştır.

    tayfalarının dinlemesinin ardından ve yeterli su ve yiyecek ikmalinden sonra gemi yola çıkmaya hazırlanır. hollandalı denizcilerinin adeti olduğu üzere tayfaların ho ho ho bağrışmaları ile demir çekilir ve ümit burnuna doğru pupa yelken açarlar. ilk iki gün denizde hiç bir şey olmaz. bu durum hem kaptanda hem de diğer denizcilerde biraz kibire bile neden olur. artık ümit burnu görülmüyordur, gemi arkasına aldığı rüzgarla gıcırdıya gıcırdıya büyük bir hevesle ilerliyordur.

    denizcilerin şarkılarını ve "ho ho ho" nidalarını dinlemek için...
    (bkz: http://www.youtube.com/…uwjs1cjwz5i&feature=related)

    bir kaç gün geçtikten sonra, bir sabah aniden rüzgar yön değiştirir, onları adeta karaya geri sürüklemeye başlar. hollandalı kaptan ve tayfaları direnirler, hatta geri dönüşün olmadığını hep bir ağızdan bağırırlar. ne geri dönüş olacaktır ne de şeytanın krallığına gidilecektir. rüzgarın hızını hiç kesmemesi, denizcilerin moralini bozar ama dirençlerini hala korumaktadırlar. gemide ayakta durmak bile zorlaşır. herkes bir yerlere tutunmuş bu lanet şeyin bir an önce geçmesi için tanrıya dua etmektedir. nerden çıktığı anlaşılmayan ve bir anda ortaya çıkan bu rüzgar olsa olsa şeytanın işidir diye geçirir içinden kaptan. tayfalarına döner ve bağırır; "yelkenleri indirmeyin. geri dönmek yok, burayı geçeceğiz". ancak boşa çaba serfetmektedirler. ileride bir girdap onları içine çekmektedir. girdaptan kurtuluş ancak geri dönmekle, rüzgarı arkalarına almakla mümküdür. işte o sırada kaptanın tüm hayatını değiştirecek o sözler ağzından çıkıverir.

    -ey iblis, ey karanlıkların kralı, denizcilerin düşmanı. işte geldim krallığının kapısındayım. sana yemin ediyorum ki, inandığım tüm şeyler adına andım olsun ki, geçeceğim burayı. eğer geçemezsem krallığının en acı yerine gitmeye razıyım. senin pis yuvanda sana kulluk edeceğim, sana köle olacağım." son kelime daha ağzından yeni çıkmıştır ki, sanki gökyüzü ile deniz birleşmiş, her yer su olmuş gidecek bir yer kalmamıştır. uçan hollandalı ve tayfaları şeytanın lanetine uğramışlardır. artık şeytana hizmet edecek birer lanetli ruhlardır. yüzlerce yıl asla kurtuluşun olmayacağı bir köleliktir bu. dünyadaki denizcileri alıp hepsini tek tek şeytana köle edeceklerdir. şeytan hollandalı kaptana tek bir kurtuluş şansı verir bu azaptan. 7 yılda bir tayfalarıyla tekrar insan bedenine girecekler ve dünyanın bir limanına gidecekler. orada 7 gün içinde kaptan kendine bir kadın bulacak. öyle ki bu kadını kendine aşık edecek ve vakti dolduğunda tekrar bedenlerini terkedeceklerdir. taki 7 sene sonrasına kadar, aynı bedenle geri dönene dek. işte o dönüşte kendisine aşık olan kadın onun aşkına, onun sevgisine sadık kalmışsa, onu unutmamışsa ve bir daha asla başka bir erkeğe bakmamışsa bu lanetten kurtulacaktır.

  • ajdar alır.

    hülya avşar’la şöyle bir diyalog yaşamış insandan bahsediyoruz.

    hülya avşar: ajdarcığım, aynaya baktığında ben popstarım diyebiliyor musun?

    ajdar: aynaya bakmaya gerek yok, size bakıyorum ve "ben popstarım galiba" diyorum...

  • -allah'ın emri peygamberin kavliyle kızınızı... demeden önce seyircilerimize bir duyuru yapmak istiyorum. evet sevgili seyirciler, biliyorsunuz kız isteme geleneği yıllardır devam eden, ülkemiz için oldukça önemli bir kültür mirası. bu geleneğin en önemli ögelerinden biri de kız evine getirilen hediye çikolatalar. hediye çikolata seçerken hepimiz zorluklar yaşıyoruz. işte bu yüzden sizlere bir önerim var. (dın dın dın dıdınn reklam müziği girer) ülker'in bu çok çok yeni ürünü olan çikolata şelalesiyle artık hangi çikolatadan alsam derdi tarihe karışıyor. ülker çikolata şelalesiyle hiçbir kız babası size hayır kızımı vermiyorum diyemeyecek. ülker çikolata şelalesiyle dilediğiniz kadar kız isteyebilir, gönül rahatlığıyla kahvelerinden içebilirsiniz. daha ayrıntılı bilgi almak için acunmedyanoktakom'u tıklayabilir, o ses türkiye başvuru formunu doldurup hülya avşar, mustafa sandal, murat boz ve hadise'yle eğlenceli bir yarışma deneyimi yaşama şansını elde edebilirsiniz. ayrıca buradaki ankette önümüzdeki dönemde hangi ünlüyü surviver adasında görmek istediğinizi oylayabilirsiniz. oylamaya katılan izleyicilerimizden çekilişle belirleyeceğimiz şanslı bir kişiye adrina lima'yla tanışma, bir kişiye önümüzdeki ay oynanacak olan bernabeu'daki müthiş real madrid barcelona derbisini arda turan'la birlikte, yerinde izleme fırsatı ve daha yüzlerce sürpriz hediyeler sizleri bekliyor.

    -verdim gitti...

  • yarım saattir sitenin tamamen yüklenmesini bekliyorum, meğer yüklenen hali buymuş.

  • vay arkadaş, ceddimiz çanakkale geçilmez dedi 7 düvel millete, canını verdi. elin adamları 3-5 usd para vererek bizim giremediğimiz kendi topraklarımızın, kaynaklarımızın tadını çıkarıyorlar akp sayesinde.

  • yetmez ibb'nin istanbul'daki yetkisi elinden alınsın. ibb gitsin kendi işini yapsın istanbulu napacak? siz hiç hastalarla ilgilenen doktor, öğrenciyle ilgilenen öğretmen gördünüz mü?

  • almanya'daki dayımlarımı aradım tüm dikkatimiz sizin üzerinizde dedi.

    önce inanamadım, amerika'daki teyzemi aradım, şoku hala atlatamadık diyor.

    edit: japonya'daki uzaktan bir akrabam harakiri yapmış.

  • pilota "sanane be, sen işine bak" diyen arkadaşlar, siz daha otobüs içerisinde nefes almak için zıplamak zorunda kaldığınızda hala arkalara ilerleyin diyen otobüs şoförüne gıkınızı çıkartamıyorsunuz, o uçaktaki her açıdan tek yetkili adama mı akıl vereceksiniz?

    bunu türkiye'de değil de bir amerikan havalimanında yapsan, anında tutuklanırsın. bak uçaktan indirilirsin falan demiyorum, tutuklanırsın. amerikan vatandaşıysan 5 yıl uçuş yasağı yersin, vatandaşı değilsen sınırdışı edilirsin ve vizen iptal edilir.

    uçak lan bu uçak, dingonun ahırı değil. deplasman uçağı falan da değil, bildiğin tarifeli uçak. ne hostes senin bağırmanı dinlemek zorunda ne de diğer yolcular. ben uçakta tezahurat yapmak istiyorum diyorsan kiralarsın kendi özel uçağını, istersen uçakta halay çekersin.

  • asteğmen inshroud, mesai bitiminde yorgun argın nizamiye kapısına doğru ilerlemekte, sampi'den pide mi yoksa domnos'tan pizza mı söylesem diye düşünmektedir. nizamiye kapısına yaklaşırken acı acı çalan üç düdük sesi* duyar. garnizon komutanı kışlayı terk etmektedir, esas duruşa geçer, selam layıkıyla çakılır lakin önünden geçip gitmesi gereken flamalı araç, tam önünde durur, asker iner, komutanın kapısını açar, komutan araçtan inmeden inshroud'u eliyle çağırır.

    + [caps] asteğmen inşorut eğmreğt gomtanığm! [/caps]
    - üçyüzyetimişsekiz artı ikiyüzotuzaltı? çabuk?
    + ...(2 saniye)... [caps] ağltıyüzondört gomtanığm! [/caps]
    - afferin
    + [scream vocal] soğal! [/scream vocal]

    diyaloğu gerçekleşir ve komutan basar gider, inshroud anlam veremez, anlam vermeye de çalışmaz, zaten pizza yemeye de karar vermiştir ve evine gider. ertesi gün olayın sebebi öğrenilmiştir. 40'dan fazla subay öğrencinin arasına giren komutan onlara bu toplama işlemini sormuştur ve adamlar (bir tane de bayan asker vardı) heyecandan cevap verememişlerdir. kendi halinde yalnız asteğmenin cevap vermesi çok hoşuna gitmiş olacak ki bu değerli komutan inshroud'a takdir belgesi vermiştir. 20 sene okullarda dirsek çürüten, difransiyel denklemlerle yıllarca uğraşan, 2 tane calculus kitabı yemiş olan inshroud kişisi bir toplama işlemiyle yüceltilmiştir.

    kıssadan hisse: pizza güzeldir