hesabın var mı? giriş yap

  • debe eklemesi: bunu en başa alıyorum, rehberlik yaptığım topluluğa karşı nasıl konuştuğumu görebilirsiniz (ayrıca liman von sanders'in bize pahalıya patlayan hatalı savunma planını da öğrenebilirsiniz, dinlerseniz):
    https://youtu.be/1xurxfiaaey
    ayrıca destek olacaklar için şimdiden teşekkürü borç bilirim. sevgiler.

    tipik bir anksiyete. hemen her konuda olduğu gibi bu korku da çok büyük ölçüde ''zihin'' içinde bitiyor.

    konuşmaya başladığınız anda tüm bakışların ve gözlerin sizin üzerinizde olması gerçekten ilk başta epey kaygı verici bir durum olabiliyor. ''acaba yanlış bir şey mi söyleyeceğim'' kaygısı ve stresinden tutun da, o an için fiziki görüntünüze, hatta ellerinizi nereye, nasıl konumlandıracağınıza kadar tüm bünyenizi sarıyor bu kaygı.

    sözü çok uzatmadan, geçmişte ileri düzeyde anksiyete ile mücadele etmiş (ve hâlâ da eden, fakat mikrofonu alıp 200 kişinin önünde artık konuşma yapabilecek duruma gelmiş) biri olarak, bu korkunun üstesinden nasıl geleceğinize dair birkaç temel püf nokta söyleyip entryi sonlandıracağım.

    her alanda olduğu gibi burda da atlanmaması gereken çok önemli bir husus, yürümeyi öğrenmeden koşmaya kalkmamanız olacaktır... yani henüz emekleme aşamasında olan biri, önce yürümeyi öğrenmeli.

    bunu sosyal hayatımızdaki kesitlerden örneklerle daha da açalım: kalabalık bir ortamda bulunurken çok kaygılanıyor, elleriniz ayaklarınız titriyor, ter döküyorsanız, mümkünse o ortamda söz almayın. önce o tarz ortamlara kendinizi adapte etmeyi öğrenmeniz, başkalarının abartılacak insanlar olmadığını ve işler yapmadığını idrak etmeniz, onların da sizin gibi duyguları ve kaygıları olan insanlar olduğunu içselleştirmeniz gerekiyor.

    örneğin bir yerde toplu görüşme, toplantı, tanışma etkinliği vs olacak... önce adapte olmaya çalışın. sonra çok küçük sözler sarf etmeye başlayarak kendinizi tanıtın ve kendinizden bahsedin, ama çok uzatmayın. bunu, bir sonraki görüşme ve toplantılarda daha ileriye taşıyacak, daha uzun söz almaya başlayacaksınız. hatta söz almak için istekli olduğunuzu hissedeceksiniz.

    gelelim topluluk önünde konuşmaya. bu sefer herkesin oturduğu yan yana masa/sıralardan kalkıp kürsüye ya da sizi herkesin görebileceği geniş alana çıktınız, her ne ise. verebileceğim ilk tavsiye ve yapmanızı istediğim ilk şey, size o an bakan herkesle tek tek, sırasıyla göz teması kurmayın. mümkünse bir ya da en fazla birkaç kişi ile çerçevenizi sınırlandırın, eğer bu da sizi rahatsız ederse, sanki arka taraflarda birileriyle göz teması kuruyormuş gibi kimsenin olmadığı alanlara bakmaya başlayın. fark edeceksiniz ki ilk 3-4 dakikadan sonra yavaş yavaş bir rahatlama geliyor, kendinizi daha telaşsız bir şekilde anlatırken buluyorsunuz... sonra tekrar, ama yine abartmamak şartıyla ufak ufak göz teması kurmaya başlayabilirsiniz.

    ilk anların kontrolü çok önem arz ediyor. kaygı, her insanda vardır ve en istenmedik zamanlarda gelir. mühim olan, hemen pes etmemeniz ve kontrolü kaygıya teslim etmemenizdir.

    geçenlerde cüneyt özdemir'in çanakkale'ye gelip havadan-sudan konuştuğu youtube videosuna denk geldim. ilk 5 dakikasını izlerken, ''ulan bi tuhaflık var bu adamda'' diye düşündüm. her ne kadar yılların tecrübesi ile yansıtmamaya çalışsa da heyecan yapıyor, bakışlarını kaçırıyor, kelimeleri ve cümleleri toparlayamıyordu (çok basit cümle ve anlamsal hatalar yaptı ard arda, açıp bakabilirsiniz). videoyu izlemeye devam ettim, adam o ilk 5 dakikadan sonra rahatlamış ve daha akıcı konuşmaya başlamıştı. düşünün, yılların medya sunucusundan bahsediyorum.

    bugün aynı şey hâlâ benim de başıma geliyor. kordona çıkıp vlog videosu çekmeye kalktığımda üzerime üzerime gelen tüm o bakışlar kendimi sorgulamaya itiyor ''yanlış ya da ayıp bir şey mi yapıyorum, herkes bana bakıyor'' hissiyatıyla... kısa süre içinde bakışlara alışıyorum, ''siz bakmaya devam edin, ben anlatayım'' dürtüsüyle akıcılığı yakalıyorum.

    rehberlik edeceğim bir kafile gelirse de aynı şey oluyor, 100-150 kişinin çember yapıp ortalarına sizi alması tam bir ''er meydanı'' oluyor...

    burda bir avantajınız, mesela teknik bir konu anlatıyorsanız, sizi dinleyen kitlenin bu teknik konuyla ilgili bilgi sahibi olmaması, en azından sizin kadar bilgi sahibi olmamasıdır... yani ''yanlış bir şey söylersem rezil olur muyum'' kaygısına hiç kapılmayın. o yanlışlığı fark edecek idrakten yoksun oluyor ekseriyeti.

    neyse çok uzattım gene, öyle işte. üzerine gidin, konfor alanınızdan çıkın. konfor alanınızdan çıkmadıkça başaramazsınız.

  • her şeyden geçtim hastanede silah ateşlenmesi gibi bir vaka sebebiyle olması gerekendir. neymiş şikayetçi olmamışlar. ben şikayetçiyim, şimdi çocuğumla her doktora gidişimde gerizekalı bir futbolcu gelip silah ateşler mi diye endişe edeceğim. orada şansa kimse yaralanmamış ama adam belli ki hastaneye silahla girecek kadar dengesiz, ölüme de sebep olabilirdi. kamu güvenliğini tehdit eden bir durum var ortada.

    edit: silah da ruhsatsızmış. lan belimde ruhsatsız silahla hastane bassam şu an karakolda bir tarafımdan kan alıyor olurlardı. muz cumhuriyeti...

  • dun kahve icmeye iki kadin geldi annemlere. komsuymusuz da tanismaya gelmisler. neyse tanistik hos bes, teyzenin bir oglu varmis, avukatmis, hic evlenmemis filan falan anlatti da anlatti teyzem, baktim annemin gozler guluyor, "aman kismet iste, olur ama gec olsun guc olmasin" diyor bana bakip.

    neyse teyzeler kalkti, giderken mutlaka bize gelin diye soz aldi, hos bes ettik gittiler.

    annem direk hayirli kismet moduna gecmisken, kadinlardan biri geri geldi. teyze yasliliktan artik bunamis, yanindaki hemsiresiymis, oglu da evli. bizim kismet gelemeden yalan oldu.

    gorucunun bile sahtesi geliyor ya bana, hayattaki sansimi daha net anlatamazdim.