hesabın var mı? giriş yap

  • eski istanbul, on yedinci, on sekizinci asır istanbul'u, zarif konaklar, köşkler, saraylar şehri idi. her köşesinde, her biri birer sanat eseri olan zarif ve muhteşem binalar yükselirdi fakat bütün bu konaklar, köşkler, saraylar ahşaptı. o devirde, bugünkü gibi yangın söndürme araçları da yoktu. sadece her mahallede tulumbacılar teşkilatı vardı lakin bir kere ateş ahşap evleri kavurmaya, kollara ayrılmaya başladıktan sonra bu ilkel araçlarla bu afetin önüne geçmeye imkan olmazdı.

    alevler yakabildiği kadar yakar, dilediği yerde dururdu. bazen koca şehrin büyük bir kısmını yok ederdi.

    dördüncü murat zamanındaki yangın da bunların en fenası idi. katip çelebi , bu yangın için istanbul'un beşte birinin kül olduğunu söylemiştir.

    ilk ateş cibali kapısı dışındaki bir gemi kalafatçısının dikkatsizliğinden çıkmıştı. cuma sabahı idi. yangın o gün, o gece tam 24 saat sürdü ancak pazar sabahı söndü. yangının devamı süresince padişah, sadrazam, vezirler, bostancılar durmadan çalışmışlardır.

    yangın çıktıktan biraz sonra sahildeki gemilere sirayet etti. ayakapı semtine kadar sahili mahvetti. mustafa paşa çarşısına kadar geldi. oradan kara musa paşa'nın oturduğu zarif hamza paşa sarayı'nı, onun yanındaki yahya paşa sarayı'nı, aşık paşa'da çeşmi efendinin muhteşem sarayını kül etti. naima'nın rivayetine göre bu saraylar, her biri dört beş kat muhteşem sanat abideleri idi. bilhassa, çeşmi efendi sarayı'nın zer-i lacivert ile boyanmış tavanları bir harika idi.

    çeşmi efendi sarayı'ndan sonra yangın üç kola ayrıldı. bir kol, sultan selim camii'ne, ikinci kol sahil boyunca uzanarak fatih civarında haydarpaşa'ya üsküplü camii'ne unkapanına, zeyrek camii'ne doğru giderek, yolu üzerindeki kurşuncu başı-zade mustafa paşa'nın, tarifi imkansız bir sanat eseri olan konağını, birkaç dakika içinde silip süpürdü. üçüncü kol, aşık paşadan sultan mehmet yolunu tuttu, camiinin sağ ve solundaki iki cadde boyunca uzanan sarayları, küçük ve büyük karaman'ı, saraçhane'yi yaktı, sarıgüzel'e ilerledi.

    bu müthiş yangın, yeniçerilerin yeni ve eski kışlalarını, birçok askeri ihtilallerin, fesat ve entrikaların merkezi olan orta camii havalisini mahvetti. oradan molla gürani'ye ve fener kapısından bilal paşa ve lütfi paşa camiilerine, şah-ı hüban sarayı'na, unkapanı yakınındaki at pazarına kadar uzandı.

    rivayete göre, bu büyük afette 20 bin ev, dükkan, konak ve saray yanıp kül olmuştur.

  • yer birkaç sene önce monako.
    tesadüf eseri bindiğim takside bach çalmaktadır ve şoför ikizi kadar gerard depardieu'ye benzemektedir, ama baya bir genç halidir. bach hastası ve gerard hayranı biri olarak şoför bey'i hayranlıkla izlerken ön koltukta gabriel garcía márquez'in yüzyıllık yalnızlık kitabını görürüm. sohbet etmeye başlarız, türk olduğumu duyunca nazım hikmet'den orhan pamuk'tan bahsetmeye başlar. adam orhan pamuk'un tüm kitaplarını okumuştur, en sevdiği kitabı ise benim adım kırmızı'dır. türkiye'de taksilerde ibrahim tatlıses o da olmadı ankaralı turgut duymaya alışmış bünye bayram etmektedir. bu arada konu şaraplara gelir, adam bana birkaç güzel şarap önerisi bile yapar. ben mavi ekrana bağlamak üzereyken gideceğim yere varmamızla yolculuğumuz ve ne yazık ki aşkımız sona erer.

  • sözlükteki yeni üniversite mezunlarını göreceğiniz başlıktır.

    ilk tasoların üzerinde sevimli kahramanlar vardı. tasolar üçe ayrılırdı. normal, süper ve mega diye. kalınlarından dolayı bu isimleri alıyordu. hatta değer olarak 1, 2 ve 5 değerleri biçilirdi. mega olan ayrıca pembeydi.

    sporcu kartlarından arta kalan vakitlerde oynanırdı. çevreye yapılan yeni binaların mermerli duvarlarında oynamak gerekirdi başka düz yer yoktu.

    çöküş sebebi ise beybileyd kuşağıdır. yok kenarı bilmem neli tasolar yapıldı. kimsenin aşina olmadığı karakterlerle süslendi.

    digimon'la duffy duck bir olabilir mi amk?

  • bilinçli bir halde "tamam bitti" denilen bir an değildir. yavaş yavaş gerçeklerin görülmesiyle oluşur. an değil, süreçtir.

    yıllar sonra edit: ne kadar zaman geçerse geçsin bitiyor emin olun. süreç bazen uzasa da sonu var, inanın.

  • üniversitelerimizin kürek takımlarının yeterli olmamaları ve çimenlerde laptop kullanan öğrenci sayısındaki azlıkla beraber, muasır medeniyetler seviyesine erişememizin nedenlerinden biri.

    batının ahlaksızlığını alıyorsak bence sincabını da almalıyız. gerek abd'de, gerekse birleşik krallık'ta sincabı olmayan okul yoktur. adamlar bilim geliştiriyorlar, bizler ise sadece kullanıyoruz. bak mesela otomativ endüstrisine, ancak parça birleştiriyoruz. (ki bunu new york'un arka sokaklarındaki herhangi bir oto sanayici de yapıyor, hem de özbeöz kendi kapitasıyla)

    liselerin spor takımlarına özel ceketler tahsis edip dolaplarının önünde konuşmalarını sağladıktan sonra bu probleme de eğileceğim.

    benzer bir sorunumuz için:
    (bkz: türkiye'de yeterince seri katil olmaması)

  • son yapılan bilimsel çalışmalarla ortaya konmuştur. kişisel olarak, psikolojiye özellikle de birçoğumuzun çok yanlış bir şeklide özenerek baktığı şizofreni hastalığına özellikle ilgim olduğu için ve şizofrenin nedenleri hâlâ bir gizem olduğundan dolayı, bu araştırmayı buraya taşımayı uygun buldum. öncelikle plasenta nasıl bir yapıdır? çok kısa anlatmak gerekirse, hem fetüse hem de anneye ait bir yapı olup, hem anneye hem de fetüse yapışık haldedir.

    net bir şekilde giriş yaparsak, olayımız şu: eskiden bilinenin aksine sadece genler şizofreni de tek belirleyici etken değillerdir. genlerin yanında gebelik problemleri işin içine girdiğinde, şizofreni gelişme olasılığı önemli ölçüde yükselmektedir.

    normalde, bir kişinin şizofreni riskinin yaklaşık % 60 ila 70'i genlerine bağlıdır. çoğumuz şizofreni ile ilişkili genetik varyantların-bozuklukların bazılarına sahibiz. dna'larımızdaki tek harfli değişiklikler, ne kadar çok fazlaysa, şizofreni riskimiz aynı oranda artar. aynı zamanda, bilim adamları son çalışmada annede viral enfeksiyonlar da dahil olmak üzere hamilelik sırasında meydana gelen komplikasyonların, yani fetüsün şizofreniyi gelişme riskini, iki kat artırdığını belirlediler; ancak bilim adamlarının bunun tam olarak sebebini bilmiyorlar.

    28 mayıs'ta nature medicine 'de yayınlanan yeni bir araştırma, bu iki risk faktörünün (gen ve plasenta) ne zaman etkileştiğini ortaya çıkardı. hamilelik problemleri artı genler birleştiğinde, bir bireye şizofreni tanısı koyulma olasılığının, sadece yüksek bir genetik riske sahip olan kişilere kıyasla en az beş kat arttığı ortaya konuldu. baltimore'daki lieber beyin gelişimi enstitüsünden daniel weinberger, şizofreni ile ilişkili genlerin yaklaşık üçte birinin plasentada olduğunu keşfetti. ancak bu genlerin dna'larındaki bazı değişimler, eğer hamilelik sırasında komplikasyonlar varsa şizofreni ile sonuçlanıyor. gendeki değişimler, plasentanın çevreye karşı ne kadar stresle başa çıkabildiğini etkiliyor.

    anne veya bebek hamilelik sırasında önemli bir sağlık problemi yaşarsa, bu varyasyonlar-değişimler, plasentadaki bu genleri aktive edip, inflamasyonu tetikleyebilir veya fetüsün gelişimini etkileyebilir ve daha sonraki yaşamlarında bireylerin şizofreni riskini önemli ölçüde arttırabilir. diğer bir deyişle, beynin gelişmesi ve gelişimsel davranış bozukluklarının ortaya çıkması arasında yakın bir ilişki vardır. bu ilişki de önemli ölçüde plasentayla bağlantılıdır.

    araştırmada yer almayan columbia üniversitesi tıp merkezi'nde psikiyatri profesörü olan alan brown, bulguların çok ilgi çekici olduğunu düşünüyor ve ekliyor: “bu araştırma benim için, erken gelişimdeki çevresel faktörlerin ve doğum öncesi faktörlerin, şizofrenide en az genler kadar önemli olması bakımından büyük önem taşıyor.” kısaca, burada şizofreninin sadece genlere bağlı olmayıp, doğum öncesinde plasentaya da önemli ölçüde bağlı olduğu gözler önüne seriliyor.

    peki araştırma nasıl yapılmış? şimdi ona göz atalım.

    araştırmacılar öncelikle, preeklampsi (annede tehlikeli derecede yüksek kan basıncı-halk arasında gebelik zehirlenmesi olarak bilinir), fetüsün sınırlı büyümesi, doğum kanalında plasental tıkanıklık, acil sezaryen gibi gebelik komplikasyonlarını araştırmak için genetik verileri ve tıbbi öyküleri gözden geçirdiler. dipnot olarak; bu sorunların, tüm gebeliklerde tahmini olarak yüzde 15 ila 20'sinde görüldüğü belirtmekte fayda var.

    araştırmacılar daha sonra bu gebelik komplikasyonları ve şizofreni ile ilişkili genetik varyasyonlar arasındaki istatistiksel etkileşimleri test ettiler. gebelik komplikasyonlarının, plasentayı etkileyen fetüsteki genetik değişimler ile birleştiğinde, şizofreni ile sonuçlanma olasılığı çok daha yüksek çıktı.

    şizofreninin, beyin kimyasındaki bozulmalar sonucu ortaya çıktığına işaret eden çalışmalar bulunsa da, bu araştırma bu hususta bir devrim niteliğinde olabilir.

    bu arada bir ayrıntı olarak; yeni çalışmada, şizofreni ile ilişkili genlerin, dişi fetüslerden ziyade erkeklerde plasentada yer alma olasılığı daha yüksek bulundu. bu araştırmacıların, cinsiyetin durumu nasıl etkilediğine dair cevaba bir adım daha yaklaştırabilir.

    aslında araştırmadan ortaya çıkan önemli soru, bu tip ciddi hamilelik komplikasyonlarının nasıl önleneceği veya plasentanın çevresel strese karşı nasıl daha dirençli hale getirileceğidir. weinberger'e göre önleyici tıp, çok önemli bir husustur. dolayısıyla, bu bahsedilen gelişimsel bozuklukların ortaya çıkmasından çok daha önce bunların olma olasılığını azaltmaya çalışmak ilk stratejimiz olmalıdır.

    kaynak: https://www.scientificamerican.com/…zophrenia-risk/ 'den derlenerek oluşturulmuştur.

    ayrıca (bkz: #40256255) (ek olarak, bu yazıyı okumanız da tavsiye edilir, yazan yazarın emeğine sağlık)