hesabın var mı? giriş yap

  • kendimden biliyorum... yoruldum arkadaş yoruldum, çok yoruldum. insanlara doğruları anlatmaktan, gerçekleri açıklamaktan, kanıtlar göstermekten yoruldum. yaşım 31, 15 yıldır başımızdaki haramzadelerin apaçık ülkeyi parsel parsel sattıklarını görüp buna hala inanmayan bir toplumun olduğunu görmek benim umutlarımı bitirdi. yetmezmiş gibi bu kör olan toplum çoğalarak devam ediyor. bu süreçte cehaletin gerçekten mutluluk olduğunu öğrendim. bu son seçimler de benim geleceğe dair umutlarımın yıkıldığı bir gün oldu. o tarihten itibaren artık ne olursa olsun modundayım zerre umrumda değil. benim tuzumun kuru olmasına rağmen başka insanları düşünüp her yerde onların sesi olmaya çalışırken savunduğum insanların gidip celladını seçmiş olmaları beni bitiren nokta oldu. ne haliniz varsa görün...

  • 23 şubat 1942 sabahı, rua gonçalves dias 34, petrópolis, rio de janeiro adresindeki yatak odasının kapısı, öğleye kadar açılmadı. bu durumdan şüphelenen hizmetçiler polise haber verdiler. yatak odasına giren polisler sırtüstü yatan stefan ile elini onun göğsüne koymuş olan sevgilisi lotte'yi buldular. "veronal" adındaki ilaçtan almışlardı. titizce düzenlenmiş masanın üstünde pulları bile yapıştırılmış olan veda mektupları duruyordu. ayrıca petrópolis valisi'ne hitaben yazılmış "deklarasyon" başlıklı bir mektup vardı:

    "kendi isteğimle ve bilinçli olarak hayattan ayrılmadan önce son bir görevi yerine getirmeye kendimi mecbur hissediyorum. bana ve çalışmalarıma böyle iyi ve konuksever şekilde kucak açan harikulade ülke brezilya'ya içtenlikle teşekkür etmeliyim. her geçen gün bu ülkeyi daha çok sevmeyi öğrendim. benim lisanımın konuşulduğu dünya bana göre mahvolduktan ve manevi yurdum avrupa'nın kendi kendisini yoketmesinden sonra hayatımı yeni baştan kurmayı daha fazla isteyebileceğim bir yer daha yoktu.

    ama hayata 60 yaşından sonra yeni baştan başlamak için özel güçlere ihtiyaç var. benim gücüm ise uzun yıllar süren yurtsuzluğum sırasında tükendi. böylece ruhsal çalışması her zaman en büyük sevinci ve bireysel özgürlüğü bu dünyanın en büyük nimeti olan bu hayatı, zamanında ve dimdik sona erdirmek bana daha doğru görünüyor.

    bütün dostlarımı selamlarım! umarım uzun gecenin ardından gelecek olan sabah kızıllığını görebilirler! ben, çok sabırsız olan ben, onların önünden gidiyorum."

  • ben bu listenin maaşı az vermesi için işveren'e haklı bir bahane olarak hazırlandığını düşünüyorum. arkadaşlarımla da baktık ve onlar da böyle söyledi.

    çünkü bu sitedeki bu alanlardaki maaşlar az. yer yer yarı yarıya kadar farkeden durumlar var. en yüksek maaşın iki katı kadar maaşla o pozisyonda çalışanlar var.

    bence araştırılmalı bu durum. patronun eline maaş konusunda büyük koz veriyor.

  • aynen şu diyalog yaşandı demin:

    rıdvan: fenerbahçenin kendi sahasında 9 galibiyet 2 beraberliği var. arkadaşlar keşke puanıda yazsalarmış.
    güntekin: 29 puan toplamış hocam.
    rıdvan: nasıl, nerde yazıyor ?
    güntekin: 3x9=27+2=29 puan hocam.

  • uzayda kaybolan bir astronotun büyük çilesi. uzaylının seninle iletişim kurabilen, isterse seni dünyaya geri gönderebilecek teknolojiye sahip türüne denk gelmişsin ama güneş diyorsun bakıyor, samanyolu diyorsun bakıyor. senden daha açıklayıcı bir tarif bekliyor seni geri gönderebilmek için. sen de ona bakıyorsun, kamera gözlere zumluyor...

  • he amk 20 milyon insanı öldürelim demiş. acaba attığınız gol olmasın biraz nüfus kontrolü yapın, 3 çocuk zırvasının peşinden koşmayın yoksa daha beter oluruz demeye getirmiş olabilir mi?

  • nedendir bilinmez inançsız kesimi daha çok ilgilendiren ibadet.

    yıllardır orucumu tutarım çok şükür. tutmayan bir kimseye de 'neden tumuyorsun ulan?' diye kızdığımı, ulu orta yiyen adama 'sen nasıl bana saygı göstermezsin?' dediğimi hatırlamıyorum. aksine umrumda bile değil. çünkü birinin yanımda yiyip içmesi beni zerre kadar enteresa etmiyor. canım yeme içme çekmiyor. çekse bile ecrim artmış olur çekmiş olduğum sıkıntıdan mütevellit.

    keşke benim orucum da yiyip içenleri rahatsız etmese. ben aç kalıyorum çilesini başka biri çekiyor. hep bir hazımsızlık hep bir hazımsızlık. halbuki biz malız boşu boşuna aç susuz kalıyoruz. bırak da aptal aptal karanlıklar içinde yaşayalım işte. sana oruç tutmamandan ötürü laf dokundurana kızıyorsun da sen niye oruçlu ile uğraşıyorsun ki?

    bu tip olaylarda hz. ali'ye (r.a) ibadet ettiği için boş işlerle uğraştığını emeklerinin zayi olduğunu söyleyen bir kafiri hatırlıyorum. kafir diyor ki, öldükten sonra dirilme yoktur. hz. ali de diyor ki, 'eğer sizin dedikleriniz doğru ise benim bir zararım olmaz. (yani en fazla biraz kendimi yormuş olurum. abdestti namazdı oruçtu.) ama ya benim dediğim doğru ise o zaman siz çok zarar edersiniz'

    edit: 'ya varsa' kıssasından ötürü 'böyle bir anlayışla ibadet edilir mi?' diye çok tepki gelmiş. değerli yazarlar, allah aşkına 'ya varsa lan?' diye ibadet eden birini gördünüz mü siz? ya da hz. ali'nin ya varsa diye ibadet ettiğini mi sandınız? oradaki cümle, karşısındaki adamın düşünce dünyasında bir sarsıntı yaratıp düşünmesine sebep olmaktır. hepsi bu. yapmayın allah aşkına ya varsa diye ibadet etmek nedir? kimde gördünüz?

  • sanırım şöyle bir olayla eşdeğerdir.

    bundan 3-4 yıl önce öğrenci evinin en geç uyuyan bireyi olarak bir gece sabaha karşı inanılmaz bir açlığa karşı mücadele veriyordum. tipik öğrenci evinden bilineceği üzere genelde dolap boş olurdu. fakat o gecenin asıl trajedisi mutfakta kemirilecek kauçuk bile olmamasıydı yani tam bir somali göçmeniydik o akşam. oturduğumuz semtte de o saatlerde açık hiçbir yer olmadığını da biliyordum.
    açlığın verdiği inanılmaz araştırma yetisini kullanarak mutfağın ekstrem bir köşesinde memleketten getirdiğim bir torba kabuklu badem buldum. herhalde kebap bulsaydım mutluluğum bundan farklı olmazdı. karar vermiş, oracıkta bütün torbanın dibine inecektim. fakat gecenin o derin sessizliğinde bademleri örtüyle, pamukla bile sarıp kırmaya kalksam başta ev ahalisi olmak üzere özellikle alt kattaki 0-3 desibel sese duyarlı yarasa aytene yakalanacak ve yine nezih apartman sakinleri tarafından tepki alacaktık.

    her neyse asıl konuya gelelim;
    kaptım badem torbasını, aldım elime çekici çıktım sokağa, ankara’yı bilenler bilir diğer büyük şehirlerin aksine geceleri derin bir sessizlik hakimdir. sokaklarda tek bir kişi dahi göremezsiniz.. (hele ki o saatlerde)
    oturdum bir sokak lambasının altına başladım bademleri kırıp yutmaya, öyle bir ritm tutturmuştum ki son 20 kilometrekare içerisinde ses çıkaran tek şey benim kırmızı saplı çekicimdi.

    sabah ezanı okunmuştu ve -camiye gittiğini düşündüğüm- yaşlı bir dayı önümden geçecek şekilde sokağın ucunda belirdi. adamın karşılaştığı manzaradan hoşnut olmadığı irileşen gözlerden anlaşılabiliyordu. dayı bana yaklaştıkça gözlerini benden ayıramıyor, tespihini daha bir hızla çekiyor ve yolun karşı kaldırımına yakın durmak için çaba harcıyordu.
    kendimi kötü hissettiğimden olacaktır ki iyi niyet gösterisinde bulunma zorunluluğuna kapılıp, bademlerimi paylaşmak istedim
    “dayı badem yerm...” gibi bir cümleyi tamamlayamadan, yaşından ötürü son 30 yıldır koşmadığını düşündüğüm bünye bir anda depara yeltendi sonrasında camiye sığındığını gördüm.
    aradan 5 dakika geçmeden bir polis aracı içindeki 4 polis memuru ile sanırım beni etkisiz hale getirmek amacıyla olay yerine gelmişti. galiba şikayet edilmiştim.
    polislerden biri,
    “bırak elindekini ne yapıyorsun burada” dedi.
    pozisyon itibariyla içinde bulunduğum durumun izahını yapacak kelimeleri sıralamam o an mümkün değildi ve..
    “badem yiyorum” demekle yetindim.

    polisler ilk şoku atlattıktan sonra durumu anlatmam ile birlikte benim aslında normal bir insan olduğuma ya da en azından hayatımın bir döneminde olabileceğime kanaat getirdiler. ben de bir avuç badem verdim aslan parçalarına dünyalar benim oldu. gittim yattım.

  • annesine sorarsanız şımarık ya da yaramaz değil hiperaktiftir. zaten hiperaktivite bulunalı eşşekler çoğaldı. hanım hanım o çocuk hiperaktif falan değil bildiğin şımarık. ne pis insanlarmışsınız mına koyim.