hesabın var mı? giriş yap

  • justine trietin yönettiği bir drama gerilim filmi. senaryoyu eşi arthur harari ile birlikte yazmışlar. karı koca ilişkisinin detaylı, gerçekçi ve güzel anlatımı bu yüzden olsa gerek. hikaye anlatımı, müzikler, diyaloglar, oyunculuklar çok başarılı. dram sevsem de açıkçası konu çok sıkıcı diye izlemeyi ertelemiştim ki ciddi manada yanılmışım. sandra hüllerkarakteri oynamamış, resmen yaşamış, snoop köpüşüne ise bayıldım, nasıl tatlış, nasıl akıllı, nasıl bir oyuncu, hayalimde "and the oscar goes to snoop" diyerekten alkışladım kendisini. insan ilişkileri, çoğu evlilikte rastlanan birinin yükselişi, diğerinin düşüşü şeklinde gelişmiş ve sorgulamalar, kavgalar bu temelde gitmiş. çok ilginç diyaloglara sahip film. çocukla anne ilişkisi, bakış açısının kişinin yargısındaki etkisi, kendini ifade ederken dilin önemi, başarısızlığı kabul etme ve çözüm arama yerine karşındakini suçlama davranışları vs çok akıcı şekilde işlenmiş. finalinde kendi adıma kim suçlu kim değil daniel gibi ben de kararımı verdim. filmin amacı veya sorusu bu değildi elbette ama yorum yapmazsa ölecek hastalığına sahip üyelerden biri olarak illaki finali de yorumlayıp netleştirmem gerekiyordu kendi adıma.
    --- spoiler ---

    sandra, hayallerini gerçekleştirmiş iyi bir roman yazarı, eş ve anne. sorumluluklarını yerine getirdiğine inanan, kaza sonrası oluşan oğlunun görme engeline güçlü ve akılcı şekilde yaklaşabilen gerçekçi ve güçlü bir karakter. samuel ise yazar olma hayali için öğretmenlik mesleğini bırakan, kazada sorumluluğu olduğuna inanan, sürekli gerçeklerden kaçan, kendi öfkesini ve iç sesini bastırmak için yüksek ses müzik dinleyen, arayış içinde olan, son dönemde yazma yeteneğini de yitirmiş olan mutsuz bir karakter. oğlu ile olan ilişki belirsiz, arabada olan diyaloğu ise bize daniel'in anlattığı kadar, o diyaloğun gerçekliğinden bile emin değiliz. iyi bir baba mıydı emin değilim. daniel bir kaza sonucu görme engeli oluşan, zeki, bilinçli, sorumluluk sahibi, yetenekli, kurgu konusunda anne ve babasından çok daha başarılı bir çocuk. film, samuel'in taşındıkları dağ evindeki odasından düşüp ölmesinin sorgulanması etrafında dönüyor. mahkeme salonunda evliliklerinin kirli yönleri ile karşılaşıyoruz. sandra'nın dediği gibi anlatılanlar ne tam olarak kendisini ne de samuel'i anlatıyor. yaşamdan belli kesitlerle bir insanı anlamak da anlatmak da imkansız. daniel'in verdiği çok zekice ifade ile bir yılı aşkın süren davanın sonucunda sandra suçsuz bulunuyor. film isminden de anlaşılacağı üzere "düşüş" ü anlatıyor, yalnızca fiziksel olarak düşme değil, kesinlikle mutluluk, başarı, hedefler, hayaller vs konusundaki düşüş çok ön planda. samuel'in kayıt altına aldığı diyaloglarda sandra'ya tuzak sorular ve yönlendirmeler olduğu çok açık. duvar yumruklama, başını duvara vurma gibi öfke kontrolü olmayan davranışları var. benim düşündüğüm samuel son 6 aydır kurgusunu yaptığı sona ulaştı ve ruhsal düşüşünü fiziksel olarak da sandra'yı kaosun ortasına koyarak gerçekleştirdi. başarısızlıklarımız için başkalarını suçlamak en acısız çözüm, elinin altında o kadar seçenek varken ki yaşam alanı olarak da kendi isteğini gerçekleştirme gücüne sahip olduğunu görüyoruz, sandra'yı suçlamak çok korkakça bir davranış. hayır diyecek gücünüz yoksa o ilişkiden uzaklaşmak en doğru seçenek aslında. suçluluk duygusu, başarısızlığın getirdiği hayal kırıklığı, aldatılmanın verdiği öfke ve karısın başarısının kıskançlığı büyük olasılıkla onu bu yola itmiş olabilir. sandra'nın bu fiziksel düşüşte payı olduğunu gösterecek ne bir mimik, ne bir söz ne de davranışa rastlamadım. daniel'in kucaklaması, köpeğin ise gelip kucağında yatması suçsuzluğunun göstergesi. daniel'in kurgulama yeteneğinin babasından gelen genlerden olduğuna da şüphe yok. avukat vincent'in dostluğu ve yönlendirmeleri de elbette çok etkili, sandra'nın en büyük şanslarından biri. sonuç olarak çok başarılı bir sinema eseri, çok zevk alarak izledim.
    --- spoiler ---

  • "jack, 4 tonluk blokları 32. kata ulaştırmak zorunda.
    ani bir bir rüzgar, felakete sebep olabilir..."
    zaten mühendis falan çalışmıyor, jack harlem'den arkadaşlarını toplayıp gökdelen yapıyor.

  • flash belleklerin dine hizmeti...

    kuran.pdf yüklenmiş, düşük hafızalı ve bir ucundan asılabilen flash belleklerin seri üretimini yapan bir firma olsa diyorum. tutar diyorum.

  • - havuç.... havuuççç... nerdesin? havuç yine cep telefonu almadık diye ne numaralar çeviriyorsun bakayım... havuuç nerdesin???

    - alın lan size havuç... al havuç bu işte... al....

    - ayyyy amann yarabbim....

    - havucumu kalmış ulan 20 yaşındayım.... delirttiniz...

  • eski sevgilinin yeni sevgilisine gülümsemesi. bugün gördüm bunu. ama alelade bir gülümsemeden bahsetmiyorum.
    onu okuldan aldığım zamanki gibi gülümsemesi...
    işten güçten uzun bir süre görüşemedikten sonra buluştuğumuzdaki gibi gülümsemesi...
    ilk yurtdışı seyehatimden sonra beni havaalanında karşılarkenki gibi gülümsemesi...
    kar yağarken ellerini ellerimin arasına alıp ısıttığımdaki gibi gülümsemesi...
    kendi ellerimle yaptığım hediyeyi ona sunarkenki gibi gülümsemesi...
    öpüştükten sonraki gibi gülümsemesi...

  • 90 dakika programında bol bol gözlemlenecek bir hadisedir. hıncal amcamızın ''en son yorum benden olacak aga'' muhabbeti malumunuz. yaptığı yorumdan sonra şöyle bir olay gelişir;

    h.u: ... kardeşim, kocaa camia bir tane bile tezahurat geliştiremez mi? hala galaaatasaray, galataaasaray... garabet bu garabet!
    -gözlüğünü önündeki bankoya atar- tak!

    işte ölüm sessizliği bu andan itibaren başlar. stüdyodaki herkes sanki çok büyük bir hata yapmış ve bunun sonucunda hıncal abilerinden fırça yiyormuş gibi kafalarını öne eğerler ve huşuu içinde bir süre öyle kalırlar. bu sessizliği bozmak ise fuat akdağ'a düşer. donuk ve mahçup bir ses ile;

    - szıı (nefesi geri çekerken çıkan ses) şimdi bir reklam arasına giriyoruz.

  • crespoo1984; cinsiyet: erkek; yaş: 22; il: istanbul
    geçen yıl dört arkadaş aynı eve çıktık. şehir suyu kireçli olduğu için damacanayla su alıyoruz. su alma sırası bana geldiğinde damacanayı musluktan dolduruyorum. parayı da cebe atıyorum. şu ana kadar kimse iki su arasındaki farkı anlamadı.

    meali:şimdi yazınca anladım ki aslında hepimiz aynı şeyi yapıyomuşuz!

  • dün imamoğlu, “6 aydır cumhurbaşkanından randevu istiyorum, şu anki 10 yıllık otobüsler miadını doldurdu, her biri milyon km’ye sahip, ancak alacağımız 300 otobüs bir türlü cumhurbaşkanlığı tarafından imzalanmıyor.” demişti.

    tevfik bunun külliyen yalan olduğunu, bizzat kendisinin bu otobüslerin alınması için uğraştığını ve cumhurbaşkanının imzası ile onaylandığını söyledi.

    ardından gürkan hacır, ibb’nin chp’li meclis üyesinden gelen mesajı okudu. tevfik 180 derece kıvırarak “bu otobüsler için 90 milyon euro dış kredi gerekiyor. cumhurbaşkanlığı şu anda büyükşehirlerin hiçbir dış kredisini onaylamıyor bütçe açığı sebebiyle” dedi.

    gürkan’dan “ee büyükşehirlerin zaten neredeyse tamamı chp’li” gülüşü gelince sırıtarak “yok urfa, antep falan da var” şeklinde yanıt verdi.

    adam 2 dakika içinde 20 yalan söyleyip, bir de başkalarını yalancılıkla suçlayabiliyor. gerçekten inanılmaz.