hesabın var mı? giriş yap

  • şahsi fikrime göre arabayla hava atmaktan ya da evi ile övünmekten farkı olmayan durumdur.

    sosyal medyada kişilerin paylaşımlarına dikkat ederseniz kendini konumlamaya çalıştığını görürsünüz. adam nefret ettiği ofisinden bin tane foto paylaşır çünkü kendini beyaz yakalı pozisyonuna konumlandırmak ister. arabasını paylaşan adam kendini zenginliğe, çocuğunu öne çıkaran kadın ise kendini anneliğe konumlandırmaya çalışır.

    toplumumuzun bu hastalığa tutulmasının sebebi ise kendine yatırım yapmayan bir sürü olduğumuz gerçeğidir. bireysellik anlayışının da pek gelişmemesi ile kendi başına bir varlık olmaktan ziyade bir kitlenin parçası olmak için çırpınmamızdır. çocuk doğuran kadın annelere dahildir ve bunu öne çıkararak o kitleye dahil olur. beyaz yakalı adam işten çıkmak için saniye sayan haliyle beyaz yakalı sürüsüne dahil olmak için her ritüeli yerine getirir. pahalı kıyafet, saat, son model telefon hep bu aitlik çabası ile satın alınır. gezmekle övünen insan bile böyledir ki gezmek kendine bir yatırımdır ama gezen kişi ayhh ben de çok geziyorum yha diye bağıra bağıra bi hal olmak zorunda hisseder. örneğin ben yurt dışında türklerden başka full makyaj ve düğüne katılsa sırıtmayacak abiyelerle gezen başka bir ırk bilmiyorum. çünkü gezmek sosyal medyada paylaşmak içindir, kendine yatırım için değil. bir amerikalıya bakarsınız, eski bir tişört, şort ve parmak arası terlikle gezer. sıfır makyajı belirtmiyorum bile.

    herhangi bir şirkette çalışırken yırtık çantayla gezen sade giyimli bir üst düzey çalışana illa denk gelmişsinizdir. bu kişi mesela avrupalıdır, bireyselliği oturmuştur, kendine sürekli yatırım yapar ama bir sınıfa dahil olmak için çabalamak zorunda hissetmez. 10k dolarlık saati olmazsa ölecek hastalığına yakalanmamıştır.

    kendine yatırım yapmak bir kitap okuyup bir fikir edinmektir, bir müziği dinlemek, bir filmi izlemek, eğitim almak, hep öğrenmek, kendini geliştirmek, dünyayı merak etmek, yeni yerler keşfetmektir. vizyon edinmektir. fizyolojik olanaklarla elde ettiklerimiz veya parayla üzerimize iliştirdiğimiz nesneler değil.

    kısacası birey olduğumuzu anladığımızda bu şımarmalar, sosyal medyayı çöplüğe çevirmeler bitecek. o vakit gelene kadar bir kitleye dahil olmak için çırpınmalarımız bitmeyecek. kimseye bir şeyi kanıtlamaya çaışmayacağız. ama o zamanın gelmesine daha çok var.

  • çıktığı gibi, hiç geri adım atmadan, hapisteki diğer gazetecileri, tutuklu üniversite öğrencilerini, tüm düşünce tutuklularının hakkını savunarak, omurga nedir kimde bulunur, nasıl sosyalist olunur, haklı adamın duruşu nasıl oluru da göstermiştir.
    hem cemaat'e, hem cemaat basınına, kıvırmadan, şirin gözükmeden, dümdüz gitmiştir.
    ve bu komployu yapanlar hapse girene kadar adalet yerini bulmayacak demiştir.

    bu gece, sıcak yatağındaki, güce tapınan bir çok dönek, sabaha kadar gözünü kırpmayıp, boş boş tavana bakıp, inşallah bu cemaat göründüğü kadar güçlüdür, yoksa boku yedik, buralarda yaşanmaz demiştir. bir grup da, nedim ve ahmet için olumlu bir yazı yazmışmıydım diye arşivlerini karıştıracak. arşivinde vicdan parçacıkları arayacaktır.

    bir yıl hapiste, suçsuz yere seni tutsunlar, sen hala tutuklu öğrencilerin derdindesin, geride kalanların derdindesin. bu ülke ancak senin gibilerin omuzlarında insanlık katında yükselir. ama senden o kadar çok az var ki, sana bile tahammül edemiyorlar.

  • müşterilerden hala yüzsüzce para tokatlamaya devam eden şirket, ödemesi gereken parayı ise ödemeyeceğini söylüyor. böyle komedi görmedim, şimdi üyeleri bana maç yayını vermiyorsun ben de sana ödeme yapmam dese avukatları ile beraber binlerce insana taahhütünüz var icra yollarız diyecek olan araplar, kendi ödemesi gereken yükümlülüğe ise ödemeyeceğiz diyorlar.

  • türkmen evine bir şıh misafir geldi. içeri buyur edip köylülerle birlikte odaya aldılar. köylüler "ne keramet edecek!" diye ağzının içine bakarken, şıh arada bir irkilir gibi yapıp “hoşt” diyordu.

    köylüler bunun bir keramet olduğunu anladılar ama ne kerameti olduğunu anlayamadılar! merakla sordular: “ya şıh hazretleri, nedir o arada hoşt dediğin ?..”

    şıh: “bir köpek kabe'nin duvarına işeyecek gibi niyetleniyor. onu görüyorum tabii ki, hoşt diye kovalıyorum…”
    köylülerin itikadı bir iken bin oldu…

    olanları kapının eşiğinden dinleyen evin hanım ağası sofrayı hazırladı. herkesin önüne üzerinde et olan pilav geldi…
    şıhın tabağında ise sadece pilav vardı…

    şıh bir süre etsiz tabağa baktıktan sonra, kapıda beliren hanım ağaya “benim tabağımda et niye yok, bunun bir sebebi var mıdır ey hatun?” diye sordu…
    hanım ağa yaklaştı, tabağı ters çevirdi, onun etlerini pilavın altına koymuştu. pilavın altında etlerin gözükmesiyle elindeki kepçeyi şıhın kafasına indirdi:
    “ulan tabağındaki eti görmedin de, kabe'deki iti mi gördün deyyus!"

    not: fakir baykurt'un on binlerce kağnı hikaye kitabından alıntıdır

  • - yemeğe gidelim mi?

    - ok. gdlm. nry?

    - bilmem... pizza yemeye gidelim istersen...

    - byk by?

    - büyük boy yiyelim tamam... ben ısmarlıyorum.

    - spr... cnmsn...

    - sen de benim canımsın...

    - cok svyrm seni:)

    - ben de seni çok seviyorum...

    - brzdn gdlm?

    - birazdan gidelim tamam. yalnız mesaj atma artık bak rica ediyorum... yanındayım işte... bana söyle ne söyleceksen...

    - özr dlmrm...alşknlk:(((

    - ben ayrılmak istiyorum artık dayanamayacağım...

    - ndn?:(

    - allam çıldırıcam...

  • kesinlikle beraber car car konuşmaktan daha değerli olan şey. çok yakın olmadığımız insanlarla da fazlaca konuşup vakit öldürebiliriz, fakat of acaba yanımda sıkılıyor mudur ya da konuşacak konu bulmalı tedirginliği yaşamadan sessizce oturabilme özgürlüğü gerçekten özel bir durumdur. sanırım bu durum insanın kendini yanında en rahat ettiği insanlarla gerçekleşir. o insanlar zaten birbirini yeterince tanımıştır. o anlık suskunluğunu sıkıcılığına, konuşma kapasitesinin azlığına vs yormaz yargılamaz. çok konuşkan bi insan olarak en değerli bulduğum durum bu evet.