hesabın var mı? giriş yap

  • hakkaten çok yerinde bir kaç tespit ve eleştiri var reklamla ilgili. tek başlık altında toplayabiliriz: cihangir solcusuna hitap ediyor.

    vay amk neymiş bu cihangir solcusu ya, herkes herkese diyor ama kimse alınmıyor üstüne. hadi neyse. peki cihangir solcusundan oy almasınlar mı? yutub'a koydukları reklamla erzincan kemah köyüne mi hitap etsinler? o değil sen kendini ne sanıyon, torna işçisi misin, çukurova'da pamuk mu topluyorsun, yozgat'ta çiftçi misin allahın günü internettesin yarrağıma bak ya? sensin olm cihangir solcusu. sana hitap ediyor reklam. o yüzden kime hitap ettiğini şıp diye anlayıp adını koyabiliyorsun. reklamı yutuba koymuşlar, bizim cin gibi "gerçek solcular" hitap ettiği kitleyi beğenmiyor. hey allahım.

  • "şort giymeseydi, o saatte orada ne işi vardı, kuyruk sallamış" savunmacılarının hakkında ne diyeceğini merak ettiğim, başörtülü bir hanımefendiyi hedef alan tacizcidir.

    dini, ideolojik etkenlerle tacizi, tecavüzü meşrulaştırmaya çalışanların ders alması gerekir.

  • sanirim izledigim en guzel filmlerden biri.. daha dogrusu filmden ziyade bir masal bu. benim gozumde sinemanin tiyatroya karsi olan en buyuk avantaji, anlatimda izin verdigi kocaman bir serbestliktir ve bu film bu konuda ders olarak gosterilebilir.

    "destiny cannot be denied." tagline'i ile gordugumuz film basindan sona kader unsurunun hakkini veriyor ve cocukluklarindan beri birbirlerine asik olan otto ve ana'yi filmin son karesine kadar kaderin ellerinde bir orayaaa bir burayaa savrulurken goruyoruz.

    aman diyim spoyler.

    filmi saheser yapansa ne tek basina senaryosu, ne de tek basina tarantino vari duzensiz bir ilerleyise sahip olmasi. bu filmi gozumde saheser yapan sey yonetmeni julio medem'in muhtesem anlatisi, siir gibi ilerleyisi ve kusursuz diyaloglari. filmin bu destansi ilerleyisi, rahatsiz etmeyen bir detay manyakligiyla birlesiyor ve bir karakterin cocukken soyledigi bir cumle buyudugundeki halini aciklayabiliyor. bu, hic de zorlama olmamis, cuk oturmus. film yer yer adeta kendisine gonderme yapiyor ama bunlari ilk izleyiste yakalamak imkansiz. bu yuzden tamamen ayni kareler, ayni cumleler ilk izleyiste farkli, ikinci izleyiste farkli bir anlam kazaniyor.

    yonetmeni kadere inandigi icin, ki nacizane fikrimce hepimiz sadece kendi kaderimizi yasamaktayiz, filmde de kader unsuru cok on planda. otto ve ana'nin tanismasi bile "eger adamin ayakkabisi topu dogru yone vursaydi, o zaman alanda kalmis olurdum ve kalede topu tutabilirdim. herkes beni kutlardi, ama isler boyle gitmedi" cumlesi ile verilmis seyirciye. keza buyuduklerinde ana ve otto'nun sirt sirta birbirlerinden habersiz bir sekilde bir kafede otururken, ana'nin eski ogretmeniyle kader hakkinda muhabbet etmesi, cocuklarin biri annesiz, biri babasiz oldugu icin birbirlerini anne ve baba yerine koymalari, otto'nun karisini aldaymaya meyilli babasinin kendine es olarak ana'nin annesini secmesi, ana'nin annesinin bu aldatmaya meyilli babayi yine ayni isimli bir adamla aldatmasi, ana'nin annesinin ihanetini laponia isimli bir dukkanda ortaya cikarmasi, ana'nin yasli otto'yu bulmasi, otto'nun yasli otto gibi pilot olmasi, bunca yil hic gorusmedikten sonra tekrar laponia'da bulusmalari, daha dogrusu bulusamamalari... ve daha nice detayla kadere surekli bir selam cakmakta filmimiz.

    filmde ayrica surekli ucma unsuru gozumuze gozumuze sokuluyor. pilot otto (otto il piloto), otto'nun isim babasi otto'nun pilot olmasi, ayrica kendisinin de pilot olmasi, filmin ucak enkaziyla acilmasi, surekli ucma fikirleri, otto'nun ana icin okul bahcesine yuzlerce kagit ucak atmasi, ana'nin ogretmenliginde sinifinda kagit ucak yakalayip heyecanla icinde not aramasi vs. bence cok tatli bir detay kumesi olusturmus.

    filmin kendi kendine pas atmasi da ilginc. baslarda otto ve babasi konusurken "ornegin benzinin biterse yolda kalirsin" diyor, daha sonra (aslinda daha once) uzun yolda benzinleri bittiginde yolda kaliyorlar, baba baska bir kadinla benzin almaya gidiyor, daha da (aslinda daha da once) sonra baba anneyi terkediyor ve otto annesine sarilip o yolda benzinlerinin bitmesine ithafen "seni daima sevecegim, ve eger benim benzinim biterse olecegim" diyor. daha daha da sonra otto pilot olmus ucarken benzini bitiyor ve malesef cakiliyor. lakin bu cakilma sonucu olen otto olmuyor.

    'cesur ol, cesur ol!', 'geceler boyu gunesi izleyip seni bekleyecegim', 'yasamin devreler halinde surmesi guzel. ama benimki tek devreli, o bile tam degil. en onemli kismi eksik..', 'ben neden olmedim?' gibi akillarda yer eden replikleriyle, guzel senaryosuyla, onun muhtesem islenisiyle, sahane anlatimiyla, hazin ve sert, ama beklenen sonuyla, otto'suyla, ana'siyla destansi bir film.

  • enteresan bir bilgi vereyim mi size

    alım gücünüz itibari ile o adamın isteyip yapamadığı ve sizin isteyip yapamadıklarınız arasında dağlar kadar fark yok.

    o adam alt sınıfın aşağılarda siz de alt sınıfın üstlerindesiniz. ıkiniz de kaliteli beslenemiyor, araba alamıyor, ev alamıyorsunuz.

  • antalya sıcaklarından kafayı bulmuş über zengin arkadaştan gelsin sizlere:

    "parası neyse vereyim de başkası terlesin bu ne amk ya."

  • hayatım 2007 yılından beri sürekli inişte...

    2007 yılında 24 yaşındaydım, o yaşta sahip olunabilecek en prestijli işlerden birinde çalışıyordum,sevdiğim adamla evliydim ve ondan hamile idim...önce düşük yaptım bebeğimi kaybettim,sonra eşim için işimden istifa etmek zorunda kaldım,en sonunda da eşimin boşanma talebi ile karşılaştım...27 yaşına geldiğimde ne bebeğim ne işim ne eşim kalmıştı özetle...yılmadım,küllerimden doğmak için abd'de yeni bir hayata başlama kararı aldım,yok denecek kadar ingilizce bilgimle 9 ay dil okuluna gittim,döndüğümde halen toefl'dan gerekli puanı alacak ingilizcem yoktu,yılmadım türkiye'de çalışmaya devam ettim,gerekli skoru ve dolayısıyla gerekli kabulü aldım istediğim üniversite'den ama 27 nisan günü abd vize talebim,bu anlattıklarımın "mantıklı olmadığı" gerekçesi ile reddedildi.(vize yetkilisi kadının ince ince sorduğu sorulara verdiğim cevaplar neticesinde son 5 yılı özetlemek zorunda kalmıştım.)
    yine de iflah olmaz bir iyimser olarak, bardağın dolu tarafını görmek istiyorum: belki de gerçek anlamda "yeni ve güzel bir hayat" için,bir topun sert bir zemine ne kadar hızla çarparsa o kadar yükseğe çıkacağı mantığından hareketle, her şeyi kaybetmeye ihtiyacım vardır kim bilir...

  • kotu kaleci oldugunu soyleyenler var. ben kendimi mal zannederdim amina koyim. benden mallari da varmis. rahatladim neyse...

  • "formamız bayrağımızdır !" diyenlerin kulübü, athletic bilbao'nun kısa hikayesi

    1898 yılında kurulan athletic bilbao, bir asırdan uzun bir süredir sadece bask kökenli futbolcular ile yeşil sahalarda.

    real madrid ve barcelona ile birlikte, la liga'da hiç küme düşmeyen 3 takımdan biri olan bilbao'nun bask kökenli futbolcular ile oynama geleneğinin arkasında ise beklenmedik bir hikaye yatıyor.

    kulüp, kurulduğu ilk yıllarda sadece ingiliz futbolcular ile sahada yer alıyordu. takvimler 1911 yılını gösterdiğinde bilbao, oynadığı bir copa del reymücadelesinde kural dışı yabancı futbolcu oynatmak ile suçlandı. bunun üzerine kulüp, suçlamaya bir tepki olarak, daha sonraki maçlarına sadece bask kökenli futbolcular ile çıkmaya karar verdi.
    bu yaklaşıma sahip tek kulüp yalnız bilbao değildi. bilbao'nun ezeli rakibi real sociedad da bir süredir sadece bask kökenli futbolcuları oynatıyordu ancak ilerleyen yıllarda bu şekilde yeterince rekabetçi olamayacağını düşünen kulüp zaman içerisinde bu politikayı terk etti.

    1898'den beri forma sponsoru kullanmayan ve "formamız bayrağımızdır." mottosuyla hareket eden bilbao, 2008 yılında bir ilke imza atarak petronor adlı bask kökenli bir petrol şirketi ile göğüs sponsorluğu için anlaştı. ancak bu anlaşma da ancak 2011 yılına kadar devam etti ve taraftarlarının da baskısıyla athletic tekrar sponsorsuz formalarına geri döndü.

    125 yıllık tarihinde yalnızca 3 kez yabancı oyunculara kapılarını açan kulüp, yine de bu oyuncuların yabancı olmalarına rağmen bask bölgesi doğumlu olmalarına dikkat etti. (bkz: bixente lizarazu), (bkz: aymeric laporte) ve (bkz: inaki williams).

    modern futbolun gereklilikleri doğrultusunda her ne kadar eskisi kadar benimsenmesi söz konusu olmasa da başlangıç noktasında athletic bilbao’nun oyun stili fiziki mücadelenin teknik mücadelenin önüne geçtiği ingiliz sunderland takımından gelmekte.

    bunun hikayesi ise; ingiltere’ye eğitim için giden basklı bir öğrencinin memleketine gönderdiği sunderland forması, aynı zamanda athletic bilbao’nun da renklerini oluşturmasıyla başlıyor. aynı renkleri sahiplenen iki kulüp arasında ise herhangi bir bağ bulunmuyor.