hesabın var mı? giriş yap

  • eşimdi.

    o anlatırken sessiz sessiz gözlerinin içine bakıp işte bu dedim. evleneceğim kız bu.

    5 * yıllık ilişkimiz boyunca bir kez olsun pişmanlık duymadım.

    zarar gelmez olum bu tiplerden, aslında en korktuğun tip böyle ağzımdan laf kaçırır mıyım diye sinsi sinsi takılıp foyası sekizinci dokuzuncu görüşmede belli olandır sen onla dalganı geç.

    p.s : itiraf edeyim bizimkisi avukat olduğundan bayağı konuştu ama :)

  • valla güzel iş. yazarların ürettiği içeriği kullan, verilerini topla, moderasyonun işini de onlara yaptır... çıkarken çöpleri de atalım mı?

  • il, ülke, sınır, mesafe demeden istisnasız her ilde ikamet eden birkaç arkadaşı bulunan şahıs. örneğin;

    uğurkan: ayselcim nereden katılıyorsun yarışmaya ?
    aysel: hataydan geliyorum.
    uğurkan: hatay'da yaşayan çok değerli bir arkadaşım var kendisine ve hataya buradan bol öpücükler gönderiyoruz.

    uğurkan: mervecim nereden geliyorsun ?
    merve: seattle'dan geliyorum.
    uğurkan: seattleda yaşayan çok yakın bir dostum var, rahşan dağakaçan, kendisi bülent ersoy'un şapkalarını dikerdi eskiden kendisi fevkalade bir insandır ona burada bol öpücükler yolluyoruz.

    uranüsten katılsalar yarışmaya illa öpücük gönderecek amk.

  • ya bir cumhurbaşkanı neden dandik bir tv dizisini korumaya geçer, hadi geçti neden bir komedyenle atışır? bir tek bana mı bu kadar saçma geliyor rte'nin her şeye yorum yapması, herkesle kapışması?

    ben türkiye'nin muhtarıyım dediğinde gülmüştük de, bu kadarını boş boş kahvede oturan muhtarlar bile yapmaz.

  • sinema ve dizi dünyası cidden vites arttırdı. sanırım içinde bulunduğumuz dönemden öncesinde çoğunlukla salonlarda satılan biletlere mahkumdular ama şuan online platformlara artan büyük taleple birlikte artık çok çok büyük projelere onay vermeye başladılar. bu da iyi bir şey çünkü neredeyse iki senelik bir zaman diliminde yüzüklerin efendisi'nden dune'a kadar bir yığın dev saga'yı ekranlarda göreceğiz.

    foundation da bilimkurgu için böyle bir seri. ancak halihazırda hayran kitlesi olan anlatıları uyarlamak çok kolay bir iş değil çünkü çıta zaten yüksek bir yere kurulmuş vaziyette. mesela yüzüklerin efendisi dizisi yapacaksanız, kusura bakmayın tolkien'e layık bir iş çıkarmanız lazım. ortalama bir işin bile kurtarma ihtimali yok. şimdi isaac asimov gibi bilimkurguyu diyaloglar ve felsefi ikilemlerle bütünleştirerek çok başka noktalara taşıyan bir yazarın tarzına uyum sağlayabilmişler mi bir bakalım.

    --- spoiler ---

    diziye başlamadan önce bi kısa asimov'un tarzından bahsedelim. şimdi bilimkurguda bir temel bilimkurgu var ki bunlar bildiğimiz teknolojilerin ilerletilmiş halidir. mesela biz voyager'ı güneş sisteminin dışına çıkarabiliyoruz ama bu yaklaşık 40 yıl sürüyor ve aracın içinde herhangi bir canlı yok. bu tür bilimkurgularda da her şey fiziğin daha teorik ve ileri halinde planlanıyor ve atıyorum uzak yıldızlara insanları gönderebiliyorsunuz artık. ancak işte warp motoru var, uzay zamanı şöyle büküyorum, insanları araçlarda bu şekilde hayatta tutuyorum, insanlar uyuyorsa onların yerine işleri yürüten robotların beyinleri pozitronik yapıdadır ve şu ilkelerle çalışır diye uzun uzun açıklıyorsunuz. ikinci tür bilimkurgunın ise ne kadar bilimkurgu olduğu bile tartışmalı. çünkü "bilim" ile yapacaklarınızı o kadar abartıyorsunuz ki bunlar büyü müdür fizik midir çok anlaşılmıyor.

    bu dizinin ilk iki bölümde işlediği temel günah da bu aslında. asimov yazım tarzı gereği kendisini sınırlar ve herşeyin nasıl işlediğini en ince ayrıntısına kadar açıklar. örneğin ben, robot kitabında robotlar ile kurduğu problemler o kadar gerçekçidir ki iş robotlardan çıkıp temel mantık problemlerine döner. bu tarzı sevip sevmemenizden bağımsız olarak (çünkü herkesin aradığı şey farklıdır) temel bilimkurgu olan bir şeyi alıp fantastik alana çekerseniz ruhunu katletmiş olursunuz. bu diziyi yazan senaristlerin tam olarak yaptığı da budur.

    zaten dizinin ne kadar üşenilerek yazıldığını kurulum aşamasında da fark edebilirsiniz. mesela bu proje yanlış hatırlamıyorsam 8 sezon olarak tasarlanmış. (ki bence fazla iyimser bir tahmin) bu da demektir ki ilk sezondaki 10 bölümün tamamını kuruluma ayrımanız gerekiyor. mesela yaptığı berbat final ile akıllarda kalmasına rağmen game of thrones'un ilk sezonu yazım tekniği açısından mükemmele yakındır. size karakterleri tanıtır, westeros'u anlatır, insanların ne kadar acımasız olacağını sezdirir. belki bu sezon size sıkıcı gelecektir ama dizinin burada asıl yaptığı şey bir kayayı tepeye doğru taşımaktır. ilk sezonun sekizinci bölümde eddard stark'ın başının kesilmesiyle de o taşı tepeden yuvarlamaya başlar.

    foundation'ın ise hiç böyle zahmetlere girme derdi yok. istiyorlar ki olayların fitili daha tanımadığımız insanlar tarafından ateşlensin ama kimlerin arasında sürtüşme olduğunu bilmeden yani aradaki o politik çekişmeyi inşa etmeden bunu yapamazsınız. ha derseniz ki zaten insanlar kitapları okumuştur ama eğer senaristler de böyle düşündüyse bu kendilerinin tembelliğini tesciller sadece. çünkü sizin yapmanız gereken işi tamamen başkasının sırtına yüklemektir bu. ayrıca uyarlama yapılıyorsa her yapım birbirinden bağımsız şekilde değerlendirilmelidir. yoksa kitabı güzel diye hobbit üçlemesini de beğeniyor olmamız gerekirdi.

    ayrıca kitap, yazın alanındaydı. siz artık görsel bir düzlemdesiniz. bu nedenle atmosfer çalışmasına hem anlatımla hem de çekimlerle tekrar başlamanız gerekiyor. bu kısımda şimdi hakkını verelim cgi gerçekten çok kaliteli. ki ben yeşil perdeden çok hoşlanmayan biriyim normalde ve burada hiç rahatsız etmedi beni görüntüler. rahatsız olduğum kısım ise bunu anlatımla desteklenmemesi. mesela dünyaya bir sütun ile bağlı dışarıdan gelen insanların giriş çıkış yaptığı bir uzay istasyonu var. atmosfer kurmak için bunun nasıl çalıştığını neden böyle bir şeye ihtiyaç duyulduğundan bahsetmeniz gerekiyor. hadi diyelim bu detay. koskoca galaksiye yayılan imparatorluk var. bunun içinde yüzlerce farklı halk, binlerce etkili grup olması lazım ki o politik çalkantıyı biz hissedebilelim. peki bu var mı? tabi ki yok. onun yerine imparatorluk ölçeğinden baktığınızda toz kadar önemi olmayan ve neden birbirlerine düşmanlık besledikleri üzerine derin bir açıklama yapılmayan iki halkın çekişmesi var. yani öyle bir şey yapayım ki elimdeki bütçenin hakkını veremeyeyim diye kendinizi zorlasanız bu kadar yüzeysel bir şey çıkaramazsınız ortaya. bu açıdan da yapımcıları tebrik etmek lazım.

    bir de karakterlere ve oyunculuklara bakalım. böyle bir projeye başlarken no-name isimler tercih etmek mantıklıydı eskiden çünkü yani insanların hayatının neredeyse 10 senesi falan burada geçecek. o yüzden bütçe ve sözleşmeler sıkıntı çıkarıyordu. ancak devir değişti. artık büyük dramalar sezonda 10 bölüm yayınlıyor ve hazırlık falan olsa da oyunculara daha büyük özgürlük sağlayabiliyorlar. bir de dizi sektörü gelişmeye devam ediyor. artık anthony hopkins gibi büyük oyuncuları bile dizilerde izleyebiliyoruz. bu dizinin cast'ı ise gerçekten çok zayıf kalmış. ilaç hakkı için benim de çok sevdiğim ve başarılı bulduğum jared harris ve yine bilindik bir isim olan lee pace (kendisini pushing daisies'ten beri takip ederiz) var. geri kalan oyuncular ve karakterler o kadar silik ki iki bölümde aynı karakteri farklı oyuncuya oynatsanız aradaki farkı anlayamazsınız. bu durumdan tabi oyuncular da sorumlu ama yine senaristlerin de hatası var. çünkü yazılan diyaloglar o kadar jenerik ve kasıntı ki diyalogun nereye gideceğini ilk söylenen replikten çıkarabiliyorsunuz. sahnenin geri kalanı da can sıkıntısı haline geliyor haliyle.

    --- spoiler ---

    tabi erken yargılamamak lazım ama ilk iki bölüm hiç umut vermedi diyebilirim. bu durum da açıkçası biraz beni üzdü çünkü dizi bir de hafta hafta yayınlanacakmış. game of thrones'tan beridir yeni bölüm düşse de izlesem diye beklediğim bir şey çıkmadı. o nedenle kaçan bir fırsat olarak gördüm bunu. gerçi bir umut yine de sezon sonuna kadar toparlarlar diye umuyorum. onu da birinci sezon finalinde konuşuruz artık.

  • yer: esenler otogarındaki bir bank
    tarih: 3 ocak 2009
    saat: 01:00 suları

    olayı anlatan abimiz otogara gelecek bir akrabasını beklerken bir bankta oturur vaziyettedir, at hırsızı tipli bir adam gelir ve gözünü ayırmadan abimize uzun uzun bakar...

    diyalog aynen şöyledir:

    abimiz: ya ne bakıyosun iki saattir dayı ne var ya?
    at hırsızı tipli adam: sen şimdi düşün eve geldin ben senin yatağında oturuyorum, nası?
    abimiz: *?!;%&

  • yunanın adı geçmiyor demişler. ben konuşmadan şu kısmı sizlere aktarayım da bu osmanlı trollerine geçit vermeyeyim.

    "emperyalist ülkelerin askerleri, kirli çizmeleri ve kirli emelleriyle, körfezin sularını ve güzelim şehrimizi işgal etti."

    --- spoiler ---

    edit: yunanistan türkiye cumhuriyetine sizden daha az düşman yemin ederim bi susmadınız amk.

    edit 2: “hani yunan adı geçmiyor gene.” diyen 200. arkadaşa kahve ısmarlayacağım.

    edit 3: kaçak vahdettinin torunları çok kızmış. sizlere nil karaibrahimgil'den vahdettin şarkısını öneriyorum.

    --- spoiler ---

  • abd de olsa şu anda gövdesinde beş mermiyle morgda yatıyor olacak olan minübüs şoförünün kavgasıdır.
    (şu klişeyi de yazdım artık çok rahatım sözlük.)