hesabın var mı? giriş yap

  • açık ara fake videodur zira gerçek hayatta boz ayı gören bilir hemen hemen atlarla aynı hızda koşarlar ve avını uzun süre takip ederler videoda hanım kızımız 50. saniyede kaymayı bitiriyor videoyu upload ettiğine göre aklımda deli sorular ayrıca ayı saldırısı sonrası fotoları nette aratırsanız ne demek istediğimi anlayacaksınız...

  • okudum. çok uzun diyenlere özet geçiyorum. her rezalet gibi buraya yazacağım aklima gelmezdi diye başlıyor. pizzada böcek yok, kil yok, gramaj yerinde. soğuk hava bahane edilerek pizza geç gelmiş kurye ile tartışma çıkmış.laf sokmuş kurye. bedava yemek istiyorsan git cami var karşıda orda ye demiş.
    arkadaş sinir yapmış buraya yazmış.
    pek rezalet değil.

  • ingilizcesinin "chapped and cracked lips" olduğunu öğrenince şaşırdığım ve birkaç küçük önlemle çözümünün olduğu iddia edilen problem:

    1- daha çok su için. (her şeyin başı da su imiş)
    2- dudaklarınızı sürekli yalamayın. (nemlendirmek değil, aksine kurutmaya sebep oluyormuş)
    3- vücudun ph dengesini korumaya çalışın. (bu nasıl yapılır ki?)
    4- dudaklarınıza toz şeker sürün. (ah şeker şey)
    5- dudak balmı kullanın. (renksiz olanları daha etkili)
    6- daha çok burnunuzdan soluk almaya çalışın. (pardon?)
    7- soğuk havalarda dudaklarınızı açıkta bırakmayın. (atkı ne güne duruyor!)
    8- acı yiyeceklerden uzak durun. (zor işler)
    9- sitrik asit içeren yiyecekler tüketin. (portakal, limon vb)
    10- kahve ve sodadan uzak durun. (çay iyidir)
    11- dudaklarınıza hint yağı, hindistan cevizi yağı, zeytinyağı, keten tohumu yağı sürün. (yağlayın)
    12- ya da bal sürün, yani ballandırın. (yorumsuz)

    sonradan öğrenilmiş şok edici bilgiler editi: "çoğu dudak balmı salisilik asit ve salisilik asit kristalleri içerir. bu madde dudaklarınızın daha çok soyulmasına neden olarak daha fazla dudak balmı kullanmanızı gerektirir." ayıp... zeytinyağı, bal sürüp oturcaz o zaman. piyasadakilere güven olmuyormuş anlaşılan.

  • - sonra ben de sana ne o zaman falan oldum ve de gitmiş bunu sarı burak'a söylemiş çok adi bir kız o kızım gerçekten çok sinsi yaa yılan gibi... ay o ne? ya eda, gariban geliyor yanıma galiba, yer değiştirelim, fakir gördüm gibi geldi eda, gidelim yaklaşıyor...

    - fakir değil o mervesu, yılların sanatçısı edip akbayram... yeleği yüzünden fakir gibi gözüküyor.

    - oh allama bin şükür içim rahatladı...

  • "zahmetsiz şölen istiyorsunuz, olmaz öyle şey."

    son dönemlerinde cem yılmaz'ın yaptığı işleri daha başarılı bulan ve böyle devam etmesini isteyen birisi olarak bu filmi de çok iyi buldum.

    cem yılmaz'ın son 10 yıldır -komedi dışında kalan- işlerinde tam bi şener şen - kemal sunal son dönemi tadı alıyorum. iki ustanın da son dönem projelerinde genelin aksine daha ciddi, biraz daha alışılmışın dışında ve kaygısı daha bol filmler gördük. elbette her filmlerinde çok farklı unsurlar vardı ama son dönemleri daha bi başkaydı.
    işte cem yılmaz'ın da son dönem filmleri tam olarak böyle: sanatıyla da, tarzıyla da, içeriği ve emeğiyle de bambaşka bi tat ve çaba var. haliyle yeni jenerasyon bunu sevmiyor, eski jenerasyondan da cem yılmaz'ı komediyle kodlayan insanlar sevmiyor. bence cem yılmaz da tüm bu duruma tepki olarak istediği işleri yapıyor ve bence en iyisi de böyle yapması.

    gelelim filme:

    --- do not disturb ---

    oyuncular

    filmin en önemli öğesi çok iyi bi oyuncu ksdrosu olması. bi kere celal kadri kınoğlu gibi bi tiyatorucunun orada olması, en başta benim gibi tatlı hayat fanatiklerini ayrıca mutlu etmiştir. koskoca celal hocayı oraya indirgemiş olmayayım, ekstra mutluluk olarak söyledim.

    bülent şakrak son iki cem yılmaz projesinde de çok iyi ama bu filmde ayrı bi iyiydi bence.

    özge özberk yine çok çok iyiydi.

    ahsen eroğlu'nun karaktere uyumu çok iyiydi, hissi de çok iyi yansıtmış.

    diğer oyuncular da hikayenin içinde çok başarılıydı.

    hikaye

    ayzek'in üzerinde yazılan cehaletin kabusu serisinin devamıydı bu hikaye. esasında iyi olduğu düşündüğümüz ve aslında öyle de olan insanların sevilememek karşısındaki çaresizliğini geçen filmden daha net hissettik.
    mesela çok değersiz görünen bi tipbox detayı var; otel sahibinin "10-20 bi şeyler gelir, ister çal ister oraya koy. artık kavga mı ediyorsunuz, aranızda anlaşıyor musunuz ben bilmem." diye devam ettiği bi durum var. onca kaosun içinde sorum olmayan tek şey paraydı çünkü ortak problemin parayla hiç alakası olmadı.

    seyirciyi geçen filmde de olduğu gibi ayzek'in iyi mi yoksa kötü mu olduğu konusunda ikilemde bırakan anlar yarattmış cem yılmaz. oysa o ikilemlerin tek sebebi ayzek'in çok biz olması. kendini bi yerlerde konumlandırmak, kolayca mutlu olabilmek ve diğer insanlar tarafından önemsenmek için uydurulan onca saçmalık. ayzek'in "sucuk yemenin nesi kötü olabilir, biz 30 sene önce ailece kahvaltıda 1 kilo börek yiyen insanlardık hiç de sorun olmuyordu?" derken bile biraz tereddüt, biraz soru işareti taşıması işte. tüm mevzu insanın o çaresiz arayışındaki 'acaba' noktası. ayzek'in o çaresizliğini yaratan cehalet, en korkunç aksiyonlarını da yaratıyor.

    bu muhteşem tespitleri izlerken komuya dahil olan suhal, davut, saniye ve bahtiyar karakterleri de hikayeyi ve anlatımı güçlendiriyor. aslında tek derdi sevilmek olan onca insanın farklı görünen eksiklikleri ve toplumda ön plana çıkmalarını sağlayan artıları, günün sonunda aynı insana dönüşüyor. yine de cem yılmaz'ı sevdiğim nokta; tüm bu keşmekeşi bi sinema filminde bize anlatırken konuyu karikatürize etmelten kaçınıyor. yani bahtiyar'ın günün sonunda ayzek'i "vay be ayzek, asıl bilge senmişsin :))" diye pohpohladığı bi saçmalıl yerine kafasını bi saniye omzuna koyduğu basit bi gerçeklik izliyoruz. zaten ayzek'in "bi teşekkür yeter işte..." dediği kadının bi sahne sonra onu aşağılaması da bu gerçekliğin tam da karşılığı.

    sinematografi

    elbette kusursuz değil ama ben dekorundan mekan kullanımına kadar çok başarılı buldum. film bize 1 sokak ve uzun bi geceyi yıllarca sürmüş bi hikaye gibi anlatabiliyor. bunu yapmanın en iyi yolu karakterleri doğru yazmak kadar sahneleri de doğru kurgulamaktan geçiyor. örneğin ayzek'in eczanenin orda bıçaklandığı andan otele döndüğü süreye kadar geçen süredeki sinematografi bile mekanın derinliği anlamında çok önemliydi.

    filmdeki renk paletlerini de beğendim. bilhassa çoğunlukla iç mekan ve gece çekimleri olan bi film için çok doğru ve tatmin edici olmuş.

    diyaloglar

    buna ayrı bi başlık açmayacaktım ama düşündükçe aklımda çok fazla şey kaldığını fark ettim.

    en başta bahtiyar'ın sahneleri senaryo açısındam gerçekten edebi değeri olan bölümler içeriyor. hem abartmayan hem de filmi dolduran çok fazla diyalog vardı özellikle bahtiyar'ın sahnelerinde.
    filmde de vurguladığı gibi genel olarak popüler kültür ve giderek artan bu birey olmak saçmalığına çok doğru vurgular gördük. bilginin, öğrenmenin, emeğin değersizleştiği ve 'googlelamak' gibi bi denkliğe layık görüldüğü korkunç bi çağ. günün sonunda ayzek'in bahtiyar'la mücadele etmenin anlamsızlığını anlayıp pes ettiği ve pembe g*t diye son çırpınışını yaptığı an.

    hepsinin ötesinde sevmeye dair konuştukları bölümü çok etkileyici buldum. esasında hepimizin kolayca ikna olduğu ve normalleştirdiği gibi: şiirleri, romanları, film ve şarkıları alıp aşkı ve dahi en kuvvetli nice duyguyu basitçe tanımlamak gafleti. davut'un belki de çoğumuzca desteklenesi o delicesine sevmesinin neyi işaret ettiği, neydi ne oldu noktası. işte hepsinin bağlandığı yer kendimizi fazla önemsediğimiz, gerçekten önemli olanlardan arta kalanlarla ördüğümüz o yıkılası duvar. oysa ayzek'in dakikalarca savaştığı bahtiyar'a "madem ben bu seviyedeyim beni de çek çıkar kendi seviyene!" diyerek ağlaması. nerde kaldı van gogh'un eserleri üzerinden alımtıladığımız aşk; kendi ürettiğimiz tek şey yalın bi kopya, övgüler ve en nihayetinde delicesine olmasıyla tanımlayıp övündüğümüz bi aşk.

    --- do not disturb ---

    valla yazsam daha da yazarım, ben yazdıkça da çıkıp iki üç tipleme "yea şu iğrenç cem yılmaz filmine ne tespit kastın menakyim..." der. durduk yere sinir yapıp ayzek gibi atmiyim kendimi yerlerden yerlere.

    cem hocam; sen artık ustalık yolunda taşları diziyorsun. komedide zaten bayrağı olmaz yere diktin, arada yine yapacağını yaparsın. brnce bundan sonra bu yoldan devam et, yeni karakterler yeni hikayeler derken şaşırt bizi işte ne bileyim.

    bi de elin değmişken ve fırsat varken her şey çok güzel olacak için "belk bi orta metraj..." sözü etmiştin bi yerlerde, onu da en güzelinden yapıver be.

    not: "zahmetsiz şölen istiyorsunuz, olmaz öyle şey." lafını aşırı tuttum ve bu kesinlikle bi cem yılmaz lafı çünkü tam onun çalışkanlığıyla ilişkili bi laf ama yine de googleliycam bunu sen dur.

  • sanki gelinler bu evlerde münferit takılıyormuş gibi döşenmiş. her yer pembe her yer kelebek her yer plastik çiçek. damat anasının evinde mi kalıyor? ona yönelik bir dekorasyon yok mu? gerçi belki damat da zevk alıyordur tüm bu olan bitenden, lila ve gülkurusundan, pierre cardin deri terliklerden.