hesabın var mı? giriş yap

  • o ana kadar sohbetin yağ gibi akması durumunda daha çok koyan hadise. şakalı esprili giden sohbet birden "aynen", "hımm" gibi sohbet sikici kelimelere evrilir ve ardından da kızın cevapları kesilir. er kişinin gözleri bulutlanır, başı öne eğilir... daha fazla devam edemicem.

  • dün twitter'da videosunu görünce kesin kişisel hesabı üzerinden atarlı bir savunma yapar ama savunan başkaları da çıkar mı ki demiştim, çıkmış. fidel castro tarih kitaplarımızda geçmediği için bir tarih öğretmeni olarak bilmek zorunda değilmiş, herkes her şeyi bilmek zorunda değilmiş zaten, ilber ortaylı'nın şifalı bitkiler hakkında çok fazla şey bilmeyebileceğine bağlayıp savunan bile olmuş. çıkardığım sonuca göre her şeyi mesleki kaynaklarımızdan öğreniyorsak imar yönetmeliğinde yazmadığı için marie antoinette'i mevcut ingiltere kraliçesi olarak biliyorum. ilber ortaylı ise en azından adaçayının farenjite iyi geldiğini biliyordur, ki gözü gören, aklı yeten, kulağı duyan, dağ başında barakada yaşamayan, pucca okuyup snap izlemekten başka bir aktivitesi olan insan için bu che'nin yarım asır önce öldüğünden daha zor öğrenilebilecek bir şey. sizde bu cehalet liberalliği olduğu sürece bi bok da olmaz buralardan.

  • çok ilginç bir matematiksel sonuç. öncelikle bu sonucun kanıtlandığını belirtelim yani 1den sonsuza kadar sayıları toplasaydınız elinize negatif ve kesirli bir sayı geçiyor.

    şurada teknik anlatım var.

    bu sonuç günümüzde fizikte kullanılıyor. yani doğa üstü bir sonucu doğal olayları açıklamak için kullanıyoruz, bu üzerine uzun uzun düşünülmesi gereken bir durum.

    notthingam üniversitesi'nde matematik eğitim görevlisi ve fizik profesörü ed copeland'e soruyorlar;

    "elime bir hesap makinesi alsam ve toplama yapmaya başlasam ve bu sonsuza kadar sürse ardından eşittir'e bastığımda bu mu çıkacak?"

    cevabı "hiç basamayacaksın, sorun da burada" oluyor.

    ayrıntılı ispatını da yapıyor.

    yine matematik profesörü olan edward frenkel ise bu işlemde çok daha ilginç bir noktaya değiniyor;

    "bu işlemde sayılar ardışık, yani 1+3+9+112+99383+2+... işlemi bununla aynı sonucu vermiyor. demek ki ardışık olmalarının bu ilginç sonuçta bir payı var."

    düzenli artışların sonsuza kadar sürmesi matematikte bizim beklediğimizin çok dışında sonuçlara neden oluyor.

    bu işlem bizi sonsuzluk ve düzen ile ilgili fikirlerimizi tekrar gözden geçirmeye zorluyor.

    [video blog 138] matematik, fizik ve sonsuzluk

    edit: yukarıda farklı matematik profesörlerinin de ispatladığı, anlatmaya çalıştığı gibi zaten bilinen ve kabul edilen bir işlem ve sonuçtur. ancak elbette sözlükteki arkadaşlarımız onlardan bile iyi bildikleri için "bullshit", "hata yapmış", "sallıyor yea", "yasak işlem kullanmış", "calculus'a göre yanlıştır." gibi eleştiriler getirmiştir. aslında bu güzel bir meydan okumadır. eğer bu şekilde rahatlıkla tersi kanıtlanıyorsa bir makale yazmalı ve bir daha casimir kuvveti konusunda matematik işlemi yaparken yanlış yapmamızı engellemeli. çünkü riemann zeta fonksiyonunun aksini ispatlayan biri rahatlıkla zengin olacaktır ve günümüz bilimine büyük bir katkı sağlayacaktır.

    eğer matematiğe aşinaysanız özetle şudur;
    euler fonksiyonunun üzerine kurulu riemann zeta hipotezi ile sum edilen pozitif tam sayıların toplamdaki sonucu çıkmaktadır. konvansiyonel olarak bu sonuç kullanılmaktadır. ramanujan'ın hatalı ispatı burada söz konusu değildir, yapılan ispat riemann zeta fonksiyonu kullanılarak yapılan ispattır. elbette siz bu işlemi söylediğinizde karşınıza ramanujan ispatını çıkarıp bunu yanlışlayacaklardır ancak yapılan ispat riemann zeta fonksiyonu ile yapıldığında sorun yoktur.

  • chris rock sayesinde temelleri atılan paul thomas anderson'ın son filmi. şöyle ki, chris rock bir gün p.t. anderson'a “hey adamım ne zaman bir ilişki filmi yapacaksın ha? senin sorunun ne dostum.” demiş. tabii böyle b sınıf amerikan filmi dublajıyla konuştuğunu sanmıyorum ama buna benzer bir şekilde ifade etmiş olmalı. * p.t. anderson “chris rock size bir tavsiye verdiyse bunun üstüne gitmelisiniz diye düşündüm.” diyor. punch-drunk love'dan sonra pta'dan bir aşk filmi beklemek kuşkusuz en kutsal bekleyişlerden. iki filmde de takıntılı bir adam ve aşk var. ama bu kez janr farkından ve ustalıktan olsa gerek daha efsane işlenmiş. aynı zamanda boogie nights filminde olduğundan daha açık bir oedipus kompleksi de izliyoruz.

    spoiler

    çoğunluk sürprizsiz bulmuş filmi, fakat beni pek çok kez şaşırttığını söyleyebilirim. beden ölçülerinin alındığı sahnede alma'nın rahatsızlık hissi bende farklı bir intiba uyandırmıştı. yüzünde "ben nereye düştüm böyle" ifadesi okunuyor, fazla savunmasız görünüyordu. orda yaşarsa kullanılacağını, sömürüleceğini düşündüm. ama hiç de kolay lokma olmadığına öylesine çarpıcı yönetmen ve kurgu işçiliğiyle şahit olduk ki, afalladım. reynolds, kıza dikeceği elbisenin ölçülerini alırken, aynı zamanda ona yeni bir hayat biçeceğine kesin gözüyle bakmıştım. onun gibi narsist ve son derece kontrolcü bir adamdan başka şey beklenemez. nitekim film seyirciyi bu yönde yoğurmaya başlıyordu.

    akşam yemeği esnasındaki kavgada reynolds'ın “seni evime ajan olarak mı gönderdiler, düşmanım mısın, kuşatıldım!” * gibi ithamlarında onun sadece okb değil aynı zamanda paranoyak olduğunu da düşünmüştüm. ta ki zehirli mantarlara kadar...

    masadaki kavgada haklı tarafta olmasına rağmen, reynolds'tan "kapı orda!" tepkisi gören alma'nın masayı terk etmesiyle birlikte bir gurur abidesine dönmesini bekliyordum. fakat evden ayrılmaması şöyle dursun, zehirli mantarı reynolds'ın çayına serpiştirdiği an bir p.t. anderson filmi izlediğimin idrakiyle sarsıldım.

    başta sadece saf bir köylü kızı gibi görünen alma, adamın anne zaafını yakalayacak ve hatta bunu kullanacak kadar zeki çıkıyor. ona bunları yaptıran şeyin aşk olduğunu söylemek mümkün. alma, kariyer hırsı yapmıyor esasen. derdi para pul değil. reynolds'a duyduğu hayranlık ve aşk, kıskançlığı doğurduğu vakit film direksiyonunu kaotik bir romantizme kırıyor.

    filmin başında reynolds adeta boşlukta gibidir ve sanki ruh eşini ararcasına bir arayış içindedir. alma'yı bulduğunda ipleri eline alabileceğini zanneder ama onu bir türlü kontrol edemez. zamanla rolleri değişirler. reynolds, alma'yı mental olarak zehirlerken, alma ise onu fiziksel olarak zehirler.

    kız onu anne şefkatiyle yedirip, içirip, başında bekler. böylece ona ihtiyacı olanı, mahrum olduğu tek şeyi vermiş olur; anne sevgisini. aynı zamanda alma, reynolds'ın da kendisine ihtiyaç duymasını arzular. karşılıklı bir win-win durumu söz konusudur. ikisi tıpkı bedene cuk oturan bir kıyafet gibi birbirlerine tam uyarlar.

    munchausen sendromu denen rahatsızlığa ilgi duyuyorum. filmde görülen ilişki, bir çeşit munchausen sendromu vakası gibiydi. elbette ki kurbanın da bu "hasta etme oyunu"na dahil oluşu benim için büyük ters köşe oldu. reynolds'ın hasta olarak, sert çizgilerle donattığı katı disiplinli hayatından kurtulması mükemmel bir kaçış değil midir? zehirli mantarın sebep olduğu halüsinasyon sonucu, üstünde kendi diktiği gelinlikle rahmetli annesini görmesi. annesine duyduğu aşk ve özlemi alma'yla karşılaması. tüm bunlar hasta olmanın getirdiği acılara bedeldir onun için. bedenen zayıf düşmesine rağmen zihinsel olarak iyileşir. stres dolu işinden birkaç günlüğüne de olsa kurtulur.

    daniel'ın kariyerinin başlarında the unbearable lightness of being filminde canlandırdığı tomas karakterinin, gittiği restoranda garsonluk yapan tereza ile bir tanışma sahnesi vardır. bu filmde de buna çok benzer bir sahne vardı. reynolds ile garsonluk yapan alma'nın tanışma sahnesinden bahsediyorum tabii ki. iki al yanaklı aktris juliette binoche ile vicky krieps ve ikisinin de masum kahverengi gözleriyle daniel-day lewis'e attıkları bakışların sinematik izdüşümü beni uçurdu.

    stanley kubrick'in the shining filminde baş kahramanın "eser"ini ortaya çıkarmaya çalışırken evde estirdiği teröre benzer durumlar da izledik. "evin beyi" çalışırken yanına gidip "konsantrasyonumu dağıttın!" azarı yiyen kadınlar! sahne geçiş efektleri de the shining esintileri taşıyordu. bariz bir referans söz konusu.

    her anlamda bir başyapıt olduğunu düşündüğüm phantom thread, pta filmografisinde, şahsım adına üçüncü sırada yerini aldı.

    ayrıca internette filmle ilgili şöyle bir yorum gördüm, hâlâ gülüyorum;

    “üzgünüm ama bir erkekle ilk randevumda bana ölü annesinin saçlarının şu anda giydiği ceketin astarına dikildiğini söylüyorsa, kalkar giderim!”

    son olarak, daniel-day lewis.. ne diyeyim ki sana. reddettiğin her senaryo öbür dünyada yakana yapışacak bunu bil.

  • -alo
    -yavruum, nasılsıın?
    -iyiyim sağolun, siz nasılsınız?
    -ben de iyiyim canım kızım sağol. tanıdın mı beni?
    -ehem. şey hayır.
    -kadriye teyzen ben.
    (bilindiği kadarıyla annenin 3 adet kadriye isminde arkadaşı vardır.)
    -ay evet, kusura bakmayın çıkaramadım sesinizden.
    -ne demek canım, nasılsın bakayım okul nasıl? abin nasıl?
    (evet, 1 adet abi de mevcuttur evimizde)
    -iyiii naaapsın. ben de okul, sınavlar filan işte eki eki.
    -iyidiiiir iyidiiiir. gitmiyor musunuz bu yaz antalya'ya?
    (neredeyse her yaz antalya'ya gideriz, evet.)
    -yani bakalım. benim sınavlar biterse işte.
    -biter biter güneş'cim, güzel kızım benim.
    -(hö?) güneş mi?
    -yavrum güneş değil misin sen?
    -yok hayır değilim.
    -ay yanlış aramış olamam ben, nevin hanım'ın kızı değil misin sen çocuğum?
    -yok yok, yanlış aramışsınız.
    -ayyy hah hah haaay... yavrum seninle de sohbet etmiş olduk fena mı?
    -ehi ehi doğru haklısınız.
    -hadi bakalım güzel kızım kendine iyi bak.
    -ehi ehi. teşekkür ederim siz de.

  • izledikten sonra soğuk lahmacun yemiş kadar mutsuz olduğum gudik performanstır. o nasıl bir gırtlak kullanımı, o nasıl bir ingilizce, bu nasıl sistem, bu nasıl teokrasi...

    vay anasını sayın seyirciler.

    so guu so guu... on dakika ara...

    http://youtu.be/vbx9rue9mwk