hesabın var mı? giriş yap

  • -dayı 1 lira bozuğun var mı?
    -yok.
    -1 dal sigara?
    -kullanmıyorum.
    -saat kaç, onu söyle bari!

  • ölümsüzler adlı askeri birimi sayesinde 200 yıl hüküm süren imparatorluk.

    pers ölümsüzleri (the persian immortals), mö 550'den mö 330'a kadar yaklaşık 200 yıl boyunca hüküm süren ahameniş imparatorluğu'nun neredeyse tüm ömrü boyunca faaliyet gösteren seçkin bir askeri birliktir. 10.000 kişilik ordu, hem imparatorluk birliklerinin omurgası olarak aktif ordu içerisinde hem de imparatorluk muhafızı olarak görev alıyordu.

    büyük kiros tarafından kurulan ahameniş imparatorluğu batı asya'da geniş bir alanda hüküm sürüyordu. büyük kiros, imparatorluğun iran platosunun güneybatısındaki merkezinden, medya olarak alınan bölge (kuzeybatı iran) ve lidya krallığı da dahil olmak üzere birçok bölgeyi fethetti. daha sonra, doğuda indus vadisi'nden batıda balkanlar'a kadar uzanacak, nüfus bakımından tarihin en büyük imparatorluğu haline gelecek imparatorluğun temelini attı.

    birliğin kuruluşu:
    ölümsüzler'in ilk olarak mö 539'da babil'in ele geçirilmesinden sonra ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. büyük kiros yönetimi altında, babil'i yönetmek üzere atanan kadın komutan pantea arteshbod'un ölümsüzler birliğinin mimarı olduğu düşünülür.

    kuruluşlarına dair ksenofon'un cyropaedia'da farklı bir iddiası vardır. ona göre bu birlik, pers ordusunun en güçlü askeri birliklerinden spada'dan (taxmaspada) bir saray muhafızı tarafından toplamıştır.

    ölümsüzlerin seçilmesi:
    ölümsüzler, büyük ölçüde perslerden oluşuyordu ancak asimile edilmiş medler ve elamlılar da birliğe katılıp yüksek sorumluluk getiren pozisyonlara getiriliyordu. spada gibi kendi askeri teçhizatlarını temin etmesi gereken ölümsüzler de ahameniş toplumunun zengin kesimini oluşturuyordu.

    genç erkekler henüz beş yaşındayken spada üyesi olmak için eğitiliyor, ata binmeyi, ok atmayı, avlanmayı ve zorlu koşullarda hayatta kalmayı öğreniyorlardı. 20 yaşına geldiklerinde asker olarak görevlendiriliyor, 50 yaşına geldiklerinde emekli olmalarına izin veriliyor ve emekli maaşı ve arazi alabiliyorlardı.

    spada içerisinden savaş yeteneği ve karakteri nedeniyle seçilen kişiler ölümsüzler birliğine alınıyordu. ölümsüzler'in spada'nın sadece onda biri kadar kalabalık olduğuna inanılmaktadır.

    ölümsüzler isminin nedeni:
    tarihçi heredot'a (herodotos) göre ölümsüzler tam olarak 10.000 kişilik bir güçtü ve bu adı bu sayının korunmasından alıyordu. bir ölümsüz askeri öldüğünde, ciddi bir şekilde yaralandığında, hastalandığında ya da emekli olduğunda hemen yerine yeni bir ölümsüz alınıyordu. bu şekilde birlik 10.000 kişilik popülasyonu azalmadan görevine devam ediyordu. ölümsüzler ayrıca savaş alanında ölülerini bırakmıyor ve düşmanlarına cesetlerini göstermiyordu. karşınızdaki ordu sürekli 10.000 kişi kaldığında ve öldüklerini de teyit edemediğinizde isimleri de haliyle ölümsüzler oluyor.

    ölümsüzler'in kullandığı silahlar:
    ölümsüzlerin ana silahı yaklaşık 1.8 metre uzunluğunda ve ucu oldukça keskin olan mızraktı. mızrağın diğer ucunda ise düşmana balyoz gibi vuracakları ve ölümcül olan bir denge ağırlığı bulunuyordu.

    ölümsüzler'in en seçkin 1.000 üyesinin mızrakları diğerlerinden biraz daha uzundu ve denge ağırlıkları elma şeklindeydi. elma, prestiji simgeliyordu ve imparatorluk muhafızlığı görevini de yürüten bu 1.000 asker "elma taşıyanlar" olarak anılıyordu.

    ölümsüzler ayrıca tek elle kullanılabilen ve sagaris olarak anılan bir savaş baltasıyla birlikte bir dizi küçük silah da taşıyorlardı.

    ölümsüzler'in üniformaları:
    bilindiği kadarıyla kafa aksesuarına pek dikkat etmezlerdi. farklı kaynaklarda, farklı biçimlerde taçlar giydikleri belirtilmektedir. bazı kaynaklarda bu taçların, yüzü kaplayan, rüzgar ve tozu uzak tutan keçe başlıklar olduğu, bazılarında ise kumaştan yapılmış basit bir başlık oldukları belirtilir.

    vücut zırhları balıkların pullarına benzeyen ve üst üste binen bronz ve demir plakalardan oluşuyordu. ayrıca hasır ve tahtadan yapılmış, kalın ve deri kaplı kalkanlar taşıyorlardı.

    ölümsüzler, okçu süvarilere destek olmak için savaş alanında onların yanında yürürdü. gökyüzünün kararmasına neden olacak kadar fazla ok havadayken ve güneş, ölümsüzler'in zırhında parıldarken bir çok şehir bu manzaradan korkup şehre yaklaştıklarını gördükten hemen sonra savaşmadan teslim oluyordu.

    ölümsüzler'in zengin olduğunun kanıtı:
    bu kanıt yine heredot'un anlatılarında bulunur. ölümsüzler'in üzerlerinde taşıdıkları büyük miktarda altın içeren kıyafet ve zırhlar haricinde yaşam şekilleri de zengin olduklarını söylüyor.

    bir ölümsüz ne zaman seyahat etse, cariyeleri için üzeri kapalı vagonlar, büyük ve donanımlı köle maiyetleri ve diğer askerlerden farklı olarak develer ile taşınan kişisel eşyalarını da yanına alıyordu.

    ölümsüzler ne kadar başarılıydı:
    büyük kiros'un m.ö. 530'daki ölümünden sonra ölümsüzler, mısır'ı fetheden oğlu kambises ve büyük darius da olmak üzere ahameniş imparatorluğunun ömrü boyunca aktif olarak görev aldı. darius'un yunanistan'ı işgali sırasında ölümsüzleri de kullandığı kabul edilir ancak ölümsüzlerin varlığı maraton savaşı'nda kaybetmesini önleyememiştir.

    ölümsüzler'in en çok anıldığı savaş, kserkses'in, selefi darius'un yenilmesine misilleme olarak maraton savaşı'ndan 10 yıl sonra yunanistan'ı işgal etmesi ile ortaya çıkmıştır.

    thermopylai geçidinde, kserkses'in düzenli birlikleri spartalıların sert direnişiyle karşılaştı. spartalı general i. leonidas'ın 300 kişilik seçkin askeri birliği kserkses'in ordusunu sadece durdurmamış, geri de püskürtmüştür. kserkses'in thermopylai savaşı'ndaki b planı ölümsüzler'i göndermek olmuştur.

    ölümsüzler'in sparta saflarını yarıp geçmesinin nedeni büyük ihtimalle spartalılar'ın düşük silah gücüne sahip olmasıydı.

    kiros, imporatorluğunu genişletirken birliklerinin karşısına çıkanlar genelde kendi birlikleri ile benzer zırh ve silahları kullanıyorlardı. zırh ve silah konusunda eşitlik olduğunda öne çıkan perslerin üstün dövüş becerileri oluyordu. bununla birlikte, persler, m.ö. 479 yılında kserkses önderliğinde girdikleri plataia savaşı'nda spartalıların daha gelişmiş silahlara ve zırhlara sahip olduğunu verilen müthiş kayıplarla öğrendi.

    ölümsüzler dağılması:
    plataia savaşı'ndaki büyük yenilgilerine rağmen ölümsüzler, iii. darius önderliğinde, m.ö. 331'de büyük iskender'in makedon kuvvetlerine karşı savaştıkları gaugamela savaşına kadar faaliyette kaldı.

    büyük iskender, kiros'un hayranıydı ve etrafında kendisini koruyacak elit bir pers askeri gücünü elinde tutmayı seçti.

    yazar polyaenus bu askeri birlikten "pers süslemeleriyle süslenmiş, en yakışıklı ve en uzun boylu perlerden oluşan ve kısa kılıç taşıyan, 10.000 pers" diye bahsetmiştir.

    büyük iskender'in m.ö. 323'teki ölümünden sonra imparatorluk dörde bölündü. imparatorluğun orta asya ve mazopotomya'yı kapsayan kısmı seleukos imparatorluğu'nu kuran makedon kumandan seleukos nikator'a verildi. ancak bu dönemden sonra ölümsüzler'in faaliyetlerinin ve imparator muhafızlığı geleneklerinin devam edip etmediği bilinmiyor.

    ölümsüzler dağılsa da etkileri yok olmadı. bölgenin yedinci yüzyılda müslüman kontrolüne geçmeden önceki son pers impratorluğu olan sasani imparatorluğu m.ö. 224'te kurulduğunda yine ölümsüzler olarak adlandırılan bir elit asker sistemi kuruldu.

    ölümsüzler'in etkilerinin, bizans imparatorluğu'nda yine ölümsüzler olarak anılan birliğin, napolyon döneminde, halkın ölümsüzler olarak tanımladığı imparatorluk muhafızları birliğinin, pehlevi hanedanı'nın javidan olarak anılan ve 5.000 gönüllüden oluşan muhafız birliğinin ve iran islam cumhuriyeti'nin devrim muhafızlarına bağlı 65. ve 55. hava indirme tugayları'nın kurulmasıyla devam ettiği düşünülür.

    kaynak: history extra

  • geçmişte farklı yollara gitmeyi tercih etmiş aile üyelerinin ya da arkadaşların bir araya gelme hikayesi hem yazım hem de teknik olarak çok basit görünüyor aslında. çünkü kalıp hazır, çatışma hazır. ayrılık sebebini al, üzerine geçmiş travmaları ekle, bir tarafı kızgın bir tarafı umursamaz yap, iki saatlik filmin senaryosu yazılmış oluyor zaten. ancak bu durum kalıbı zor hale de getiriyor bir yerde. çünkü bu yazım mekaniği, aksiyon filmlerinden sert dramalara kadar her yerde kullanılıyor. yaygınlık meselesi de bizi şu noktaya getiriyor; senaryoyu yazan ve filmi yöneten insanlar ne kadar farklılık katabilecek?

    üretilen filmlerin birçoğu klişe denizinde yüzdüğü için bu sorunun cevabı da çoğunlukla olumlu olmuyor haliyle. ancak the royal tenenbaums’un ta en başından beri temel bir avantajı var. o da wes anderson’un kendisi. çünkü bu tür filmlerin diğer örneklerden sıyrılabilmesi için sıra dışı karakterlere ihtiyacı var. sıra dışılık dediğimizde sinema dünyasında tarzıyla akla gelen isimlerden biri wes anderson zaten.

    yönetmenimiz hakkında dikkat çeken noktalardan biri şu; kendisi özellikle kariyerinin ilk filmlerinde sosyal dışarılıklı insanları anlatıyor. ancak burada çok önemli bir farkı var. diğer yönetmenler filmlerinde bu tür insanları ele alırken onlara toplumun gözüyle bakarlar. hikaye boyunca normalin ne olduğu tekrar tekrar hatırlatılarak karakterin ne kadar farklı olduğu bize gösterilir. bu, türün en başarılı örneklerinde bile böyledir. çünkü filmin izleyici kitlesinin büyük çoğunluğu da sosyal dışarılıklı değil, kendileri gibi olmayan insanları dışlayan kişilerden oluşur.

    wes anderson filmlerinde ise dışlanan ana karakterin gözünden bakılır dünyaya. mesela rushmore’daki max fischer bu alanda güzel bir örnektir. ancak rushmore yönetmenin ikinci filmi olduğu için oradaki ana karakter görece yalnız kalıyordu. şimdi konuşacağımız the royal tenenbaums’da ise her karakterin kendine özgü farklılığı var. bu nedenle hem film teknik olarak zorlaşıyor hem de atmosfer genele yayıldığı için film kendisine ait muazzam bir evren yaratmış oluyor. şimdi spoiler ibaresini koyup filmin detaylarına doğru ilerleyelim.

    --- spoiler ---

    filmleri değerlendirirken yapılacak ilk şeylerden biri filmin konu aldığı döneme bakmaktır. mesela 50’lerin farklı bir estetiği, 60’ların değineceği belli konuları vardır. filmleri bu şekilde dönemlere ayırmak da onları diğer örneklerle karşılaştırma imkanı verir. the royal tenanbaums’ın hangi dönemi ele aldığını ilk bakışta anlamak ise kolay değil. çünkü karakterlerin bazıları 90’larda yaşıyormuş gibi görünüyor, bazılarının kostümleri 60’lardan ya da 80’lerden kalma gibi. bu durumun asıl nedeni richie, margot ve chas’ın kendi çocukluklarında takılı kaldığını göstermek tabi ama hikayeye değil sadece görsellere bakarsanız bu bir kafa karışıklığına yol açıyor. bu durum izleyiciye güzel bir düşünme pratiği de sağlıyor. üzerine biraz kafa yorduğunuzdaysa filmin tamamen kendi evrenini kurduğunu, gerçek hayattaki dönemleri de pek dikkate almadığını fark ediyorsunuz. bu nedenle wes anderson’ın burada kalıplar dışında hareket ettiğini söyleyebiliriz.

    tenenbaums’un bir diğer farklı noktası da standart inişli çıkışlı yazım kalıbına uymaması. bu kalıp nasıl işler? standart kullanımda ailesini terk eden insan geri dönmek istediğinde ilk 20 dakika falan reddedilir. daha sonra büyük bir olay olur ve kabul süreci başlar. (bu filmde royal’ın hastayım diye yalan söylemesi gibi) daha sonra ufak sahnelerle inişli çıkışlı yüzleşmeler yaşanır. ancak burada çıkıştan sonraki düşüş asla eskisi kadar değildir. mesela baba ve kızı arasındaki ilişki yazılan sahneden önce 55 olsun. mekanik devreye girdiğinde ilişki seviyesi 75’e çıkar ve ardından 65’e düşer. hadi film sertse 60 olsun ama asla 55 veya altına inmez. bu filmde ise bu iniş çıkışların böyle bir dengesi yok. hatta chas ve margot’nun kabul süreci standart kalıbın gidişatına bile uymuyor. bu nedenle inişler ve çıkışlar da iç içe geçmiş durumda. ayrıca bu yazım kuralında büyük yalan finalden hemen önce ortaya çıkar. bu filmin ise kalıplar umurunda olmadığı için royal’ın aslında hasta olmadığını neredeyse filmin ortasında öğreniyoruz. bu andan sonra senaryo yine her anda olduğu gibi serbest şekilde salınıma devam ediyor.

    wes anderson biraz önce konuştuğumuz gibi kalıplarla oynamayı seven bir yönetmen. mesela bu tür filmlerde hep bir ders verme havası vardır. ailesini terk eden adamın bunu neden yaptığı detaylı şekilde açıklanır ve alttan alta izleyiciye bakın siz böyle olmayın yoksa hayatınızın ileriki dönemlerinde bu karakter gibi yalnız kalırsınız diye ahlak dersi verilir. filmleri bu şekilde yapan insanların kötü bir niyeti olmayabilir ama çok kör göze parmak bir kullanım bu. tenenbaums’da ise royal’ın neden ailesini yalnız bıraktığına dair bir açıklama yok. film size royal şöyle kötü böyle kötü demiyor. etkilerini çocukların hayatında gösterip yargıya sizin ulaşmanızı istiyor. bu süreçte tıpkı ailenin çocukları gibi önce ona bencilliği ve ilgisizliği nedeniyle kızıyorsunuz, daha sonra çabasını görüp acaba mı diye düşünüyorsunuz. sonlara doğru da royal’ı kabullenmeye başlıyorsunuz. böylece film sizi de bir şekilde tenenbaum ailesine dahil etmiş oluyor.

    --- spoiler ---

    sonuç olarak ortada kullanılmaktan suyu çıkmış bir kalıp olduğu doğru. ancak wes anderson ne yaparsa yapsın kendine göre yapan bir yönetmen olduğu için bu basit kalıptan bile çok farklı bir film çıkarmayı başarmış. o nedenle eğer bir aile filmi izleyeyim ama hem karakterler aşırı farklı olsun hem de öyle bir evren yaratılsın ki bu karakterlerin farklılıkları inandırıcılığa zarar vermesin diyorsanız bu filme tekrar bir göz atabilirsiniz.

  • sabah kalkınca aynaya bir bakarsın ki, saçlar hiçbir zaman olmadığı kadar süper bir formda. ama kahretsin ki o gün dışarıda hiç işin yok. dışarı çıkacak kimse de yok. bu durumda malesef üstte pijama, kafada süper saçlar, evde kendi kendine pineklersin. kimse de görmez o muhteşem formdaki saçları.

    (bkz: lanet olsun dostum)

  • acil bi durum varsa polis çağırıyoz adamlar atlayıp geliyolar ya, bu hizmetin karşılığı. 0-1 km arası 20 tl, ondan sonra km başına 10 tl artıyor. şu an bu uygulama yok ama ben sayın devlete teklif ediyorum hem ek bir gelir olur hem de chp camileri ahır yaptı.
    güzel bir olay, incelenmeli..

  • ukrayna ile vizesiz seyahatin 30 gün mü 60 gün mü olacağı konusunda yaşanan, erdoğan'ın derin rusça bilgisi ile damgasını vurduğu pazarlıkta ortaya çıkan durumdur. ukraynalı lider yanukoviç "30 gün olacak" demiş, başbakan "hani 60 gündü?" demiş, yanukoviç "haaa tamam o yönde çalışıyorz" deyince bizimki engin rusçasını ortaya dökmüş

    "da"

    işte habercilik, başlık atma sanatı böyle bir şey. adam "da" dedi diye, rusça pazarlık diyebilirsiniz. demek ki bir de davay deseydi ortalık yıkılacaktı kodumun yerinde.

  • bakın, lütfen kulak verin bana:

    ak parti'ye oy verdiğini bildiğiniz, emin olduğunuz insanlar ortalama 3 ay içerisinde ağlayıp sızlanmaya ve muhtemelen sizden para istemeye başlayacaklar.

    bu durumda ne yapacağınız önemli:

    benim tavsiyem sakın ola seçimlerini eleştirmeyin. siz de zor durumda olduğunuzu söyleyin, yardımcı olamayacağınızı ifade edin. daha iyi olacak inşallah deyin. ama dalga geçer gibi değil. gerçekten inanarak...

    bu insanların karşısında bir blok olmayın, birleşmesinler. yavaş yavaş kendilerini tüketsinler, birbirlerinden uzakkaşsınlar. kayıtsız kalın.

    hiçbir şekilde siyasi bir tartışmaya girmeyin, fikirlerinizi sorarlarsa "ben bu işlerden pek anlamıyorum." deyin geçin.

    doğru bildiğimizi söylemek işe yaramadı. artık bu insanlarla konuşmayalım, kulaklarımızı da tıkayalım.

  • "bu dizilerde valiz hazırlarken neden don ve çorap koymuyorlar? halbuki ne kadar önemli don ve çorap.."

    tabi lan?