hesabın var mı? giriş yap

  • arkadaşlar ben özelde çalışan bir öğretmen olarak tek hayalini kurduğum şey eşimle ve kızımla bir otele tatile gitmek .maaşımla bırakın tatili faturalarımı ödeyemiyorum.gerçekten kendimi geçtim artık ülkem adına o kadar üzülüyorum ki.
    duzeltme : imla

  • böyle bir cortlatmaya ben de maruz kalmıştım. ne kadar "harun bunları giymez" desem de dinletemedim ailenin kadınlarına. illa o saten pijama takımıyla o deri terlikler alındı. al işte adam giymiyor pijamayı, yatakta kayıyormuş, bir yere tutunması gerekiyormuş dönerken. zaten evin içinde aborjin gibi yalınayak dolaşıyor, "deri terlik ney lan" dedi bana. terlik...isme bak. ter lik. kendime yabancılaşıyorum üst üste 5 defa terlik dersem.

  • futbolda en yalnız mevki kaleciliktir derler ya bir çift eldivenle kandırılmış sanki özgürlüğü elinden alınmış ceza sahasında geçen koca bir kariyer..takımının gol attığı durumlarda en çok belli olur kalecinin yalnızlığı. bir başına koşar, bir başına taklalar atar, direklere tırmanır, türlü sevinç gösterilerinde bulunur kaleci, arkadaşları az ilerde sevinç yumağı oluşturmuşken. bu aslında saçma bir görüntüdür, çünkü insanın sevinirken yanında sevincini paylaşabileceği ya da sarılabileceği en az bir insan daha olmalıdır bence. fakat, gel gelelim yedek kalecinin yalnızlığına. o yalnızlık ki, kaleci yalnızlığı dahil tüm yalnızlıkların toplamıdır aslında bu hayatta.

    yedek kaleci..yaz kış demeden kenarda battaniyesinin altında maça seyredalan gözleri küçük bir umuda dalıyordur aslında bir gün as kalecinin yerine kendisinin geçebileceği. devre arasında maçlar reklama girer ama stadyumdaysan fark edersin onları denk gelirse o da veyahut dikkatini çekerse. sahaya çıkmış, kalenin önünde sağa sola atlıyor, yalandan da olsa top çıkarmaya çalışıyor ama bezginliği her halinden okunuyor. gol yerken dönüp topa bir de kendisi vuruyor, kendisine gol atıyor. sonra bazen mutluymuş gibi görünüyor, gülümsüyor fakat o en mutlu anında yandan pat diye nerden geldiği meçhul bir top suratında patlıyor. onu bir tek futbol topları anlıyor ama onlar da yanlış anlıyor. diğer yedek oyuncular gibi teknik direktöre arada sitem etme hakkı da kısıtlıdır yedek kalecinin. ancak kimi zaman as kaleci sakatlanıyor, sağlık görevlileri oyuna girerken yedek kaleci de fişek gibi sıçrıyor yerinden. ısınma hareketlerine başlıyor hemen zikzaklar, yerinde atılan deparlar, sıçramalar tam pijamasını çıkarıp oyuna girecekken "taam taam iyiyim" diyor as kaleci ve geri dönüyor yedek kaleci klubesine, battaniyesinin içine. hala sıcak, zaten fazla uzaklaşmış olamazdı..en kötüsü de, bazen kaleci kırmızı kart yer ama yedek kaleci yerinden bile kıpırdayamaz. çünkü takımın oyuncu değişiklik hakkı dolmuştur. evet dolmuştur bu hak ve o an kaleye defans, libero yahut orta saha hatta kimi zaman forvetten biri geçer. hele bir de penaltı falan kurtarırsa varlığını, dünyadaki yaşam sebebini sorgulamaya başlar o vakit yedek kaleci. son düdük çalar, maç biter, soyunma odasına gidilir.bu olayın ya da başka pozisyonların kritiği yapılır duş altında yedek kaleci ise duş bile almaz çoğu zaman aslında.

    ve dönüp bakıyorum kendime ensesi uzamış kaleci saçımla, promosyon şapkam ve kramponlarımla yedek kalecinin ağır yalnızlığını yaşıyorum bu hayatta. evli çiftlerin, sevgililerin, mutlu insanların, arkadaş gruplarının hatta yalnızların ve hatta diğer ağır yalnızların arasında kimseye farkedilmeden, dokunmadan, belki de dokunamadan yürüyorum yavaşça. bir çocuk ürkekliğiyle gökyüzüne bakıp "hocam ne zaman oyuna alıcan beni" diye küçük bir sitem ediyorum onu da uzaklara bakmaktan yakını göremez hale gelen gözlerimle yapabiliyorum en fazla. bazen de oluyor gibi, yalan yok umutlanıyorum o ara iniyorum saha kenarına büyük bir heyecanla yan yan sekerek koşturuyorum. kollarımı çeviriyorum değirmen gibi, türlü ısınma hareketleri yapıyorum bir bacak önde çökme hareketi..yerimde sıçrıyorum bir kurbağa gibi ama sonra acı bir ses geliyor kulağıma "otur otur" diyor ve dönüyorum yerime geri, giriyorum sıcak battaniyemin içine hiç kullanamadığım eldivenlerimle ve pijamamla koca bir ömrün geçmesini bekliyorum.

  • son osmanlı padişahı vahdettin'i, bütün tarihi gerçekler ortadayken, hakandı, halifeydi, şahbabamızdı, milletine aşıktı vs.. diyerek övmenin tek sebebi kendisinden sonra kurulan cumhuriyetten, ve özellikle ülkenin laik bir karakterde olmasından nefret etmek olmalı. yoksa kendisine en büyük sempatiyi duysanız bile hakkında yapabileceğiniz en insaflı objektif yorum 'hiç beklemediği halde kendini oturur bulduğu tahtı dolduracak kapasitede biri değildi' olabilir.

    sığındığı ingilizlerin himayesinde yaşasaydık, bağımsız olmayaydık da yine de başımızda bir halifemiz bulunaydı gibi düşüncelere kapılan arkadaşlara ingilizlerin aynı dönemde (birinci dünya savaşı sonrası) hindistanda yaptıklarını, çin'de japon-ingiliz çekişmesini ve çinlilerin çektiklerini okumalarını tavsiye ederim. eğer hala ingilizlerin insaflı efendiler olacağını düşünüyorsanız belki şu anektod o dönemde batının osmanlıyı nasıl gördüğünü anlatır size:

    vahdettin ingiltere'ye sığındıktan sonra ünlü amerikan şovmeni, barnum&baily sirkinin sahibi p. t. barnum ingiliz kralı 5. george'a telgraf çeker, 'size sığınan padişah ve karılarını sirkimde sergilemek istiyorum, kendileri için çok iyi ücret öderim' der. kral george buna çok güler, telgrafı pek çok insana okutur, epey eğlenir. (kaynak: lord kinross'un osmanlı tarihi)

    bugün barnum'un sirki yok, ama vahdettin'in peşinden şevkle gitmek isteyenler kendilerini internette sergileyip kimilerine eğlence kaynağı yaratmaya devam ediyorlar.

  • gün gelir hepsini elinin tersiyle itip; "gidelim deniz kenarında bir yer alalım üzümümüzü kendimiz yetiştirip şarap yapalım" diyen kadınla evlenirsin.

    not: iyi ki varsın!