hesabın var mı? giriş yap

  • sinemadansa evde yatar vaziyette izlenmesi gereken bir film. biraz izleyip karşısında uyuyakalınmalı, sonra uyanınca biraz daha ve biraz daha ve de bu işlem bir kaç kere tekrarlanmalı. filmin sıkıcı olduğunu söylemiyorum ama sinemada izlemek için fazla yorucu.

    herkesin kendine göre çıkarımlar yapmasını sağlıyor ayrıca. hakkında konuştukça yeni bir şeyler farkediyorsunuz.

    -charlie kaufman da http://nymag.com/…ment/2008/10/charlie_kaufman.html adresindeki röportajında da benzer bir şey söylemiş zaten:

    " i don't really talk about what the movie's about, because it's about what it's about to you...."

  • adeta kaybedeni olmayan bir secim. eline mikrofonu alan başarılı olduğunu iddia ediyor.
    ıyı parti onca baskıya ve medyaya rağmen %10 aldi. başarılı.
    mhp baraj altı kalacak derken %11 aldı. başarılı.
    erdoğan %52 ile 16 yıl sonra yine kazandi. basarili.
    ınce partisinden 8 puan ileride. başarılı
    hdp barajı geçti. başarılı
    kim kaybetti lan bu seçimi ?

  • yemenli göçmenlerin arabistan'da aylık maaşı, 300 lira civarında filan. bahreyn yine aynı durumda. bahreyn halkının yüzde 80'ininden fazlası şii'dir ama suudi atamalı "krallar" tarafından yönetiliyor. hem bahreyn, hem de yemen bu suudlu alçaklara defalarca isyan etti, isyanın sebebi yukarıda yazdığım gibi mezhepsel değili sınıfsaldır. sadece katar'da dünya kupasına hazırlanan stadlarda ölen işçilerin sayıları binleri geçti ama kimse duymuyor, görmüyor.

    islamcılara bir şey söyleyince hiçbir karşılığı olmuyor, eğer bugün isyan eden şii'ler değil de sunniler olsaydı islamcılar ellerinde bayraklarla çoktan saraçhane'ye koşmuşlardı. amacım kimseyi hedef almak değil ama bu suskunluk allah aşkına, mide bulandırıcı değil mi? yemen'de 2011 de sustunuz, bahreyn'i görmediniz, şimdi yine susuyorsunuz, neyse.

    isyanın sebebi sınıfsaldır, örneğin bahreyn petrol bakımından dünyanın en zengin yeridir ama orada yaşayan şii'ler, bundan hiçbir pay almaz, alamaz. şii'lerin yüzde 50'sinden fazlasının nüfüs kağıdı yok, yani adamlar doğduğu büyüdüğü topraklarda mülteci konumunda.

    abd'nin de ne denli şeref yoksunu olduğunu bu operasyonla bir kez daha görmüş olduk. daha da yazılır ama midesi kaldırmıyor insanın, ne desek boş.

    edit, islamcıları bir kenara bırakıyorum zira onların gözleri görmüyor, kulakları duymuyor -umarım inandıkları bir allah vardır, başka bir şey diyemiyorum onlara- ama islamcıların dışında kalan kesim, allah aşkına şu olaylara mezhepsel bakmasın, mesele mezhep değil. mezhep orada yaşanan sınıfsal savaşı perdeliyor, asıl mesele kaynakların kimler tarafından sömüreleceği, abd'nin desteği de bu nedenle zaten. bakın, yemen üzerinde mısır ile suud'lar 60'larda da birbirine girdi, suud'lar yine abd'yi arkasına alıp kazandı. mısır o dönemde, cumhuriyetçi bir yönetimi desteklerken, suudi'ler, monarşiyi destekliyordu ve mısır ile suud'ları ele alırsanız meselenin mezhep olmadığı çok daha iyi anlaşılır.

  • çok sevdiğim uçuş türü. özellikle yeşil pasaport sahiplerine şiddetle önerilir. hatta ben artık özellikle aktarma süresi en uzun olan uçuşları tercih ediyorum ki aktarma yaptığım ülkeyi de gezebileyim. ancak tabi dediğim gibi ya vize sorununuz olmayacak ya da yeşil pasaport olacak. schengen vizesi alanlarda dönüş uçuşlarında ekstra bir schengen üyesi ülke daha görebilir. bu uzun aktarma süresinde ekstra bir ülkeyi hem de eliniz kolunuz boşken (valizlerin otomatik olarak aktarıldığı firmalarla uçtuğunuzu kastediyorum, ryain air falan gibilerini dikkate almıyorum) gezmek o kadar keyifli ki. kös kös havalimanında bekleyip de ne olacak. ayrıca direk uçuşlar daha pahalı. hatta aktarma süresi uzadıkça fiyat da azalabiliyor. bence yapabiliyorsanız kesin yapın.

  • kız isteme, söz, nişan, kına, düğün, balayı şeklinde seri albüm yapan, her albüme ortalama 200 fotograf ekleyen bağyan arkadaşın duvar'ına doğru;

    "aman bu gazla gerdek gecesi resimlerini de koymayasın banu'cum"

  • severek okuduğum efsanevi manga serisidir. ogami itto küçük oğluyla dolaşan, eskiden shogun için cellatlık yaparken şimdi ise kiralık katil olarak kariyerini sürdüren bir ronindir. kılıç ustalığı eşşizdir. sürpriz hamlelerle kurbanlarını doğrar. en yetenekli samuraylara çoluk çocuk muamelesi yapar. doğrarken düşündüren bir antikahramandır.
    ogami itto ile oğlu daigoro arasındaki ilişki bizim ortalama baba oğul ilişki kültürümüze göre oldukça serttir. ogami itto hem kendi hem de oğlu adına meifumado yolunu seçmiştir. daigoro her ne olursa olsun babasının talihsiz yolculuğuna ve bir bakıma kaderine yoldaşlık eder. bu kaderi paylaşır. baba oğlu için fedakarlıklar yapmaz her ikisi de bu yolda hayatlarını feda ederler. öykü bir babanın alacağı derslerle bezelidir.
    öyküler nakış gibi işlenmiş görsel bir anlatımla verilmekte. içerik çok çarpıcı ve gerçekçi bir dönem çatısı altında ilerlediği için aslına bakarsanız öğretici de. farketmeden bir bakıyorsunuz edo dönemiyle ilgili bir sürü şey öğrenmişsiniz. ogami ise bu öyküde roninlerin hasıdır.

  • "oğlum 7 aylıktı, nisan ayı...

    benim evi sanırım, ev gibi hissettiğim zamanlar. nereden hatırlıyorum; salonun bir köşesinde saksı çiçekleri var. rahmetli kayınpederim benimle yaşıyor, yarı felçli. çok şık bir adam. zar zor yürüyor, titreye titreye iniyor merdivenlerden, pastaneye gidip çay içiyor, dönüşte mutlaka bir çiçek alıp geliyor. çok zarif bir adam, yattığı yerler nur dolsun. belki karısına, çocuklarına çok çektirmiş ama beni seviyor. ben de onu.

    salonun bir köşesinde oğlumu emziriyorum ve telefon çalıyor. oğlumu koltuğa bırakıp telefona bakıyorum. telefonda ablam;

    -babam iyi değil, yoğun bakımda. doktor, çocuklarını çağırın dedi. gel...

    diyor. gel dediği yer, istanbul dışında. ama o an aklımda sadece "babam iyi değil" cümlesi yankılanıyor, bu istanbul dışılık endişesi dışında. eşim evde, ne olduğunu soruyor, anlatıyorum ağlamadan. "babam iyi değilmiş, ablam çağırıyor, babam yoğun bakımdaymış" dedikten sonra salıyorum çeşmeleri. hiç hareket yok. "bakarız" diyor.

    "bakarız..." işe gidiyor, deli tavuk gibi dolaşıyorum evde, ne yapacağımı da bilmiyorum. hapisanede gibi yaşıyorum zaten, tek başıma bakkala markete gidemezken, şehir dışına çıkma endişesi sarıyor her yanımı. "babam gidicem, doktor çocukları gelsin demiş, niye bekliyorum ki?" diye kara kara düşünüyorum. hava bir açıyor, bir kapıyor. ablam bir daha arıyor;

    -gelmeyi düşünmüyor musun? durum ciddi, beyin kanaması geçirdi ve durumu çok kötü!

    annemlerde kimse yok, sanki kocaman şehirde tek başıma kalmışım gibi, ne yapacağımı bilmez bir vaziyette, rutin yaşamaya çalışıyorum. oğlumu emziriyor, altını değiştiriyor, gülen yüzüne bakıp, gülmeye çalışıyorum. ama, kafam allak bullak. bir şey eksik ? saat, akşam sekize doğru eşim geliyor. sormuyor hiç, şaşırmıyorum ama daha fazla dayanacak halim yok.

    -ben gidicem!

    diyorum. o mutfağa girip, bir bardak rakı doldurup içiyor ve;

    -bekle!

    diyor.

    bekliyorum... saat 12'ye doğru, çıkıyoruz evden, o? o zil zurna sarhoş, ben korkak... benimle gelmesini istemiyorum, çünkü, ne yapacağını, nasıl davranacağını bilmiyorum. hem zaten gezmeye de gitmiyorum ki. babam, babam iyi değilmiş, doktor çocukları gelsin demiş. belki bir daha görmem... korkuyorum... oğlum kucağımda, o, söylene söylene çıkıyoruz. yarım saat geçiyor belki babam yok artık, bilmiyorum... bir şey eksik...

    bilet bulamıyoruz. eve dönüyoruz. o, o söyleniyor... bir şey eksik. belki babam? bilmiyorum kocaman bir eksik var ve gittikçe büyüyor. ağlaya ağlaya eve giriyorum. oğlum kucağımda uyuyor. onu yatağına yerleştirip yatak odasına geçiyorum. o, o hala sarhoş ve daha da öfkeli. yatağın ucuna oturup, yüzümü ellerimin arasına saklayıp sessizce ağlıyorum. kapının sesini duyuyorum, içeri attığı adımlar karışıyor sessiz ağlayışıma. tam önümde duruyor ve hala bir şey eksik. bir eliyle kolumdan tutup ayağa kaldırıyor beni... karşı karşıya duruyoruz. gözlerim kızardı biliyorum, yanıyor çünkü. hala eksik, hala eksik...

    bir adım atıyor geriye, elini saçlarıma uzatıyor. oda loş, gözlerini seçemiyorum, gözlerim yanıyor. eksik, eksik... saçlarımı kavrıyor elleri, işte o an göz göze geliyoruz. gözlerinde, hayasız bir parıltı var, içinde ateş var ve öfke. kavradığı saçlarımın kökleri acımaya başlıyor, yanmaya... suratımın orta yerine bir tokat iniyor...

    -gecemi mahvettin!!

    hayatımda ilk defa duydum bu sesi aslında. kafama yumruk attığında. hani şu çizgi romanlardaki "çtönk!!" sesi varya, işte onu duydum kafamda.

    "hayatımı mahvettin" dedi içimde bir ses. işi bittikten sonra, odadan hırsla çıkarken o. eksik bir şey var bu hikayede ki, hala eksik..."

    bu hikayenin ekisiğidir sefkat. daha belki kaç hikayenin. o yüzden gördüğüm zaman aptala döner, çocuklaşırım...