hesabın var mı? giriş yap

  • verin gitsin. napacak ki çocuk? en fazla temayla oynar, kapıları açıp toplu çaylak alır, beğenmediklerini uçurur falan. aa bi dakka lan, onlar zaten şu anda da yapılıyordu, değil mi?

  • sabah 2,5 yaşındaki kızımı karşıma aldım konuştuk.2,5 yıldır ekmek elden su gölden yaşıyor.üzerindeki sorumluluğu anladı ve hemen elemenonline sitesine girip cv'sini doldurmaya başladı.
    iş bulabilecek yazarların yeşillendirmesini diliyorum.

  • istanbul gibi bir şehirde asla eleştiremeyeceğim ailedir. sahile uzak bir yerde oturuyorlarsa bahsettiğiniz o açık hava, deniz kenarı, park gibi alanlara ulaşmak saatlerini alır. arabayla gezseler ayrı dert, toplu taşımayı kullansalar ayrı dert. her hafta her hafta balkonda oturmak da biraz sıkar. dolayısıyla geriye tek bir alternatif kalıyor, o da avm'ler.
    azıcık kafayı çalıştırırsanız, bu aileleri değil bu ailelerin mahkum edildiği alternatifsizliği garip bulursunuz. herkes aptal bir siz akıllı değilsiniz.

  • elini sakatlayan kapicinizin yerine universitede okuyan oglunun her cop almaya gelisinde yuzunuze bakamamasi.

  • sanata değer verilmeyen bir ülkede bir seyler için çabalıyor olması

    özgün senaryo eksikliği( konular klişe ve basit)

    yönetmenlerin oyuncu değil model tercih etmesi (iki oyuncu koçu tutmayla oyuncu olunmaz)

    görüntü yönetmenlerin yüzeysel davranması (kaçırılan detaylar)

    ve türklerin en büyük laneti kibiri. herkesin kendini bir şey sanması.

    sonuç: yeniyetme bir yüze başrol verilir. o dünyayı kazanırken sette çalışan o kadar emekçi üç kuruşa onun kaprisini çeker. yönetmen parasini cebini attığı için aldırmaz, yapımcı zaten zengin hiç sallamaz. sırf duyar kasmak için iki duayen oyuncuya rol verilir. birileri ünlü olur bu filmde. biz sinemaya gider, söylene söylene çıkarız. sonra başa döner konu. sahi türk sinemasının temel sorunu ne?

  • bütün online platformlarla çalışan bir restoran sahibi olarak konuya açıklık getireyim. yazdıklarım sadece online sistemleri kapsıyor onu da belirteyim.

    kuryelerin yağmurlu, karlı, fırtınalı havada çalışmak gibi bir zorunluluğu yok. o an sistemi kapatıp evlerine gidebilirler. çalışmak isteyen zaten çalışıyor ve onlar düşünülen aksine paket gelsin de daha fazla kazanayım diye bekliyorlar. kısaca ayıp ya da vicdansızca bir durum yok. hatta çalışmayı göze alanların işine geliyor çünkü hem kurye sayısı azaldığı için boş durmadan paket atıyorlar (daha fazla paket atıp para kazanıyorlar) hem bahşiş alma ihtimalleri çok yüksek hem de acele etmeme lüksüne sahip oluyorlar.

    platformlar açısından bakarsak, migros yemek yağmur yağdığı an sistemi kapatıyor. trendyol bölge kısıtlamasına geçiyor( dar bölge) yemeksepeti arabalı kuryeleri fazla olduğu için kısıtlama yapmıyor ama isteyen kurye çalışmıyor. getir yemek kuryeleri serbest bırakıyor.

    edit: yazdıklarım ankara/çankaya için geçerli. ama eminim hemen hemen bütün şehir ve ilçelerde aynı durum söz konusu.

    edit 2: bölge kısıtlaması ne diyen soranlar için açıklayayım. normalde kuryeler restorandan en fazla 6 ila 9 km uzaklığa paket dağıtımı yapar. yağmur yağınca 2 km'ye kadar kapanıyor bölgeler. bir nevi her restoran sadece kendi mahallesine hizmet verebiliyor.

  • macbook pro kullananların sikinde olup olmamasının sikimizde olmadığı işletim sistemi. gelmiş burda macbook da macbook. git başlığında sevgini anlat o zaman.

    start8 gibi programlara ihtiyaç duymadan start menüsüne kavuşacak olmamız güzel. bir de clover'a gerek duymadan tabbed windows explorer olsaydı, tadından yinmezdi.

  • 1879-1882 yılları arasında, yani sultan ii. abdülhamid iktidardayken, sömürgeci devletlerin (fransa ve özellikle ingiltere) mısır'da artan nüfuzuna karşı arapların ayaklanması olayıdır. isyanın önderi arap kökenli arabi paşa (ahmed arabi) olduğu için kendi ismiyle anılır (ama ingilizce kaynaklarda 'urabi revolt olarak geçer).

    mısır, her ne kadar osmanlı devleti hakimiyeti altında olsa da kamu yönetiminde aslında hep ayrıcalıklı bir yeri olmuştur. hidivlik denilen bir makam tarafından yönetilen bölge bir bakıma özerk bir yapıya sahip olagelmiştir. 19. yüzyıla gelindiğinde, özellikle arnavut kökenli kavalalı mehmet ali paşa hidivliğinde bir modernleşme atılımına girilmiş ve epey mesafe de katetmişlerdir. mısır modernleşmesi osmanlı modernleşmesi (yani tanzimat) ile paralel olmakla birlikte apayrı bir çizgide sürmüştür. yani istanbul'dan bağımsız bir modernleşmedir. o arada ii. mahmut yeniçeri ocağının köküne kibrit suyu dökünce (vaka-i hayriye), bölgede güçlenen mehmet ali paşa ve mahdumları bir ara kütahya'ya kadar gelirler ve ordusuz osmanlı zor zamanlar geçirir, öyle ki bir saltanat değişimi bile konuşulmaya başlanır ama araya giren diğer devletler mehmet ali paşayı durdururlar ve osmanlı hanedanı tahtı korumayı başarır ama mısır iyiden iyiye özerk olur. neyse, uzun hikaye. meraklıları akıllı bakınızlara tıklasınlar.

    1869 yılında süveyş kanalı da açılınca mısır epey zenginleşmeye başlamış, osmanlı ekseninden hemen hemen bağımsız bir hale gelmiştir zaten. tabii bu arada, 18. yüzyılın sonu ve 19. yüzyılın başlarında napolyon öncülüğünde fransız işgal girişimini de unutmamak lazım (napolyon o sırada henüz imparator değil, fransız ordusunda asker). yani sömürgeci devletler mısır'ın öneminin farkındalar ve zaten hazırda bekliyorlar. mısır kendi başına zenginleşmeye başlayınca da alesta bekliyorlar işgal etmek için.

    tabii yerel halk batı etkisinden rahatsız oluyordu o dönem zira her işe karışmaları bir kenara ticarette de adil davranmıyorlardı. batılı ülkeler akdeniz ticareti üzerinde bir tekel kurmaya çalışıyor ve bu tekeli kırabilecek herhangi bir girişimi zorla bastırıyorlardı (aslında bu yüzyıllardır olan bir şeydir. meraklıları emrah safa gürkan'ın sultan'ın korsanları kitabına bakabilirler. burada kısa geçiyorum). hidiv ismail paşa döneminde yükselen milliyetçi ve batı karşıtı hareketlerden hoşlanmayan fransız ve ingilizler, sultan ii. abdülhamid'e görev değişikliği için baskı kurmuşlardı ve 93 harbi sırasında istanbul'u rus işgalinden kurtaran bu iki devletin desteğine muhtaç olan sultan mecburen tevfik paşa'yı yeni hidiv olarak atadı ve film burada koptu.

    genel bir isyan hali başladı ve yaklaşık üç yıl kadar sürdü (aslında tam bir süreklilik yok. zaman zaman artan olaylar silsilesi var). en sonunda bu isyanı bahane eden ingilizler 1882 yılında iskenderiye şehrini bombaladıktan sonra, mısır'ı işgal ettiler ve bir manda yönetimi kurdular (fransa'yla birlikte). mısır hala osmanlı'ya bağlı olsa da bu kağıt üzerinde bir durumdu, fiilen sömürge olmuştu. bu durum 1914'e yani birinci dünya savaşı sonuna kadar sürmüştür. daha sonra da önce 1914-1922 arasında hüküm süren mısır sultanlığı arkasından da 1922-1954 arasında varlığını sürdüren mısır krallığı kurulmuştur. hemen belirtmeliyim ki her iki devletin hanedanları da kavalalı mehmed ali paşanın soyundan gelmedir. zaten modern mısır'ı yaratan adamdır diyebiliriz. etkisi epey büyüktür.

    ayrıca: (bkz: maltız olayı) ve (bkz: tel el kebir savaşı)