hesabın var mı? giriş yap

  • geçen gün arkadaşlarla takıldığımız mekan. elimde tablet bilgisayar vardı. tabletten e-kitap okuyordum hemen görevli geldi, hem bilgisayar açmış hem de kitap okuyorsunuz bu suç, gibi birşey söyledi. bardağı alıp, hesabı dahi ödemeden oradan ayrıldım. kimse de birşey demeye cesaret edemedi. işin iyi tarafı doğrudan eve geçtiğim için bardak da eve geldi benimle. daha sonra bardağı yıkayıp mutfağa yerleştirdim. artık yeni bir bardağım var.

  • akademinin akademi, matematiğin matematik, matematikçinin matematikçi olduğu o eski güzel günlerin italya'sında uygulanan, matematikçilerin hayatta kalabilmek ve akademisyen olarak yaşamlarını sürdürebilmek için birbirlerine karşı verdiği ölümcül mücadelenin ismidir.

    eğer 16. yüzyıl italya'sının akademi dünyasında matematik öğreterek ve araştırma yaparak para kazanmak isteyen genç bir matematikçiyseniz elinizde tek bir seçenek olurdu. girmek istediğiniz kurumun matematikçisini bir matematik düellosuna davet etmek ve onu bu düelloda alt ederek o kişinin kariyerini sonlandırmak.

    bu işi yapabilmek için önce o kişiyi bulur ve herkesin içinde "erkeksen haftaya bugün öğle vaktinde pisa kulesinin önünde kalemini kuşanıp karşıma çıkarsın" dersiniz.

    daha sonra haftaya o gün öğle vaktinde pisa kulesinin önünde elinizdeki kalemle bir kağıda belirli sayıda matematik problemi yazıp karşı tarafa verir, aynı şekilde aynı sayıdaki matematik problemini karşı taraftan teslim alıp bir süre üzerine anlaşırsınız. mesela iki taraf da karşıya 20 problem vermiş olur ve bir hafta sonra jüri önünde en çok problem çözdüğünü kanıtlayan kişi para ödülünü, şöhreti ve akademideki koltuğu alırken diğer kişi matematik kariyerine veda eder.

    bu iş o kadar ciddidir ki dönemin matematikçileri yeni bir matematiksel keşif yaptıklarında bu keşiflerini kimseye duyurmadan kilitli kasalar ardına saklar, günü gelir de biri kendisini düelloya davet ederse düelloda gizli silah olarak rakibine karşı kullanıp rakibini domine ederdi.

    bu tarihi uygulamanın en meşhur örneği antonio maria del fiore, niccolo tartaglia ve gerolamo cardano arasında geçen entrika, adilik, şerefsizlik ve kübik denklem dolu matematik savaşıdır.

    olaylar başlamadan 25 sene önce bologna üniversitesi matematik profesörü olan italyan matematikçi scipione del ferro neredeyse 2000 yıldır çözümü bulunamayan, ömer hayyam gibi nice parlak zihni heder etmiş ve nedense türkçe'ye çevrilmemiş olan depressed cubic problemini, yani "ax^3 + bx + c = 0" şeklinde yazılan kübik denklemi çözmenin bir yolunu bulmuş ve insanlığa dönüp "bakın ben ne buldum!" demek yerine olur da bir gün düelloda lazım olur diye tüm insanlıktan saklamıştır.

    uzun yıllar boyunca sırrını saklayan ferro, 1526 yılında hastalanıp yataklara düşünce yıllar önce bulduğu çözümü kullanabilmesi için öğrencisi del fiore'ye gösterir. çok da parlak bir matematikçi olmayan del fiore'nin elinde artık binlerce yıldır kimsenin elinde olmayan ve varlığı bile imkansız sanılan bir güç bulunmaktadır. fiore, dünyada depressed cubic denklemlerin çözümünü bilen tek insandır.

    hocasından aldığı bilgi ile gücün karanlık tarafına geçmeyi tercih eden fiore, gel zaman git zaman italyan sokaklarında muhteşem zekası ve üstün matematik yeteneğiyle övünmeye başlar. bir yerden sonra övünmekle durmayacak, tarihin en meşhur matematik düellosuna sebep olacaktır.

    deha matematikçi niccolo tartaglia çocukluğundan beri hep fakir büyümüş ve üstün yeteneği sayesinde her ne kadar eğitim göremese de kendi kendini eğiterek toplumda saygın bir matematikçi haline gelmiş bir adamdır. yaşlı kurt tartaglia bulunduğu konuma gelene dek defalarca feleğin sillesini yemiş biri olduğundan konumuna ve gelirine çok önem verir, etrafta matematikle ilgili bir duyum aldığında ne olur ne olmaz diye oturur konu hakkında hazırlanır ve her şeye karşı hazırlıklı olurdu. fiore'nin kübik denklemler hakkında atıp tutmasının duyumunu önceden alan tartaglia, her ne kadar fiore gibi birinin böyle bir şeyi becerebileceğine pek inanmasa da ne olur ne olmaz diye oturup çılgınlar gibi çalışarak depressed cubic problemini çözmeyi başarır.

    1535 yılında venedik isimli italyan kentinde havada mürekkep kokusu vardır. genç ve cahil matematikçi fiore, kübik denklemlerine güvenerek tartaglia'yı matematik düellosuna davet eder. tartaglia'nın fiore karşısında korkacak hiçbir şeyi yoktur.

    iki iddialı matematikçi venedik'te iacomo zambelli isimli bir notere gider ve halka açık alanda birbirlerine 30 sorudan oluşan problemler listesini verir ve birbirlerine 40 günlük bir süre tanırlar. fiore'nin tartaglia'ya verdiği 30 sorunun tamamı kübik denklem sorusudur.

    meşrebinde acıma duygusuna yer olmayan tartaglia fiore'nin kendisine verdiği 30 sorunun tamamını olduğu yerde herkesin içinde toplam iki saat içinde çözerek 30'da 30 yapar. fiore ise 40 gün sürenin tamamını kullanmasına rağmen tartaglia'nın kendisine verdiği 30 sorudan tek bir tanesini bile çözemez.

    tartaglia artık bir efsane olmuştur.

    tartaglia'nın efsanesini duyan ve kendisi de kumarbazlığı sebebiyle olasılık ile ilgilendiğinden matematikçi sayılan cardano, tartaglia'nın soruları nasıl çözdüğünü kafasına takar. defalarca tartaglia'dan çözüm yolunu ister ama tartaglia nuh der peygamber demez.

    en sonunda cardano yüklü miktar para karşılığı tartaglia'yı milan'a çağırır ve "ben hariç hiçbir insan evladının hiçbir zaman hiçbir şekilde bu formülü öğrenmeyeceğine dinim imanım üzerine yemin ederim" diyerek tartaglia'yı formülünü söylemeye ikna eder.

    tartaglia'nın formülünü öğrenen cardano oturup formül üzerine çalışır ve tartaglia'nın "ax^3 + bx + c " şeklinde yazılan formülünü "ax^3 + bx^2 +cx + d" şeklinde yazmanın bir yolunu bulur. buluşu üzerine fazlasıyla heyecanlanan cardano, zaten geçimini matematikten sağlamadığı için buluşunu yayınlayarak ünlü olmak ister. ancak tartaglia'ya dini imanı üzerine yemin ettiği için bu yemini bozmanın bir yolunu arar.

    cardano, tartaglia'ya ettiği yemini bozmadan formülü yayınlayabilmek için kalkıp da formülü ilk keşfeden ve fiore'ye veren del ferro'nun yaşadığı şehir olan bologna'ya gider ve del ferro'nun damadını bulur. del ferro'nun damadı vasıtasıyla ferro'nun tartaglia'dan yıllar önce yazdığı çözümleri bulur ve "ben tartaglia'nın değil ferro'nun çözümlerini yayınlıyorum" kafasıyla del ferro ve tartaglia'ya ufak bir atıfta bulunarak çözüm yolunu ars magna isimli eserinde yayınlar.

    bugün kübik denklem çözüm formülü cardano yöntemi olarak bilinir.

    ileri okuma için:

    the secret formula

    kitap okumak da neymiş diyenler için konu hakkında video

  • tanrı uludur = allahü ekber.

    hah arapça öğren illa anlamlı ibadet etmek istiyorsan diyebilirsin ama olmuyor öyle işte.

    mesela god is great derken de anlamını biliyorum ama “tanrı uludur” derken ki gibi olmuyor. çok basit bi sebebi var aq çünkü türk'üm ben, anadilim türkçe. ha “allahü ekber” demişim ha “god is great” demişim ikisi de uzak ve duygusuz gelir bana.

    maliki yevmid din ne mesela. insan ibadet ederken anlamlı ibadet etmek istemez mi, robot musun sen ezbere iş yapacaksın.

    bi gün yine bu topraklarda türkçe ezanlar okunması dileğiyle.

    edit: ayet düzeltildi.

  • döneminin en önemli müzik insanlarından, alman besteci ve piyanist.

    sanıldığının aksine, piyanistliği ve eleştirmenliği ile yaşadığı dönemde en çok takdir edilen müzisyenlerden biri olmuştur. besteciliğinin arka planda kalmasının sebepleri çoktur; trajik yaşamı, yoğun ve sıkıntılı aile hayatı, "kadın besteci"nin sosyal statüdeki yeri, vs... ancak bu sebeplerden en önemlisi, robert schumann'ın eşi olmasıdır.

    clara schumann, müzikal yaratıcılık açısından gelmiş geçmiş en güçlü ve nüfuzlu bestecilerden biriyle, robert schumann ile evliydi. clara'nın önceliği, eşinin yaratıcılığının desteklenmesi, sürekli üretmeye teşvik edilmesi ve müziklerinin seslendirilmesi olmuştur. robert, verimli fakat üretim süreci son derece sancılı bir besteciydi. bestecilik subjektif ve individual bir olaydır, son derece derin psikolojik etmenler taşır aslında. tek ve yoğun bir konsantre alanı gerektirir. clara'nın kendisini hem müzisyen, hem organizatör hem de eş olarak sürekli bölmesi gerekmiştir. bununla birlikte, müzik ve sosyal çevresi tarafından, çok da başarılı olmasına rağmen, besteciliği baskı ile bıraktırılacak statüde veya karakterde bir kadın değildir; üst düzey bir konser piyanisti olarak eşi robert'den çok daha meşhur ve nüfuzlu olduğu biliniyor. bu nüfuzu; kendi iradesi, isteği ve coşkusuyla, yani tüm benliği ile kendini adadığı o müzik için, robert schumann'ın müziği için kullanmıştır. ayrıca belirtmek gerekir ki, schumann gibi müzikal nüfuzu baskın bir besteciyle birlikte çalışmayı geçin, aynı evi, yaşamı ve duyguları paylaşmak, özgür yaratıcılık iradesini baskılayabilir; dönemin büyük bestecisi johannes brahms'ın stilistik problemleri, bu tür yakınlıkların yarattığı bastırıcı etmenlere örnek gösterilebilir belki.

    clara schumann'ın eserlerinde eşi robert'in stilinin büyük etkileri yoğunca görülebilir. robert'in yaratıcılığında olduğu gibi, clara'nın müziklerinde de piyano yazısı, armonik yapı ve ezgisellik son derece parlak ve öne çıkan öğelerdir. ancak müzik dinamiğine bakıldığında, clara'nın icracı için çok daha naif, sade ve dili açık bir stilde bestelediği söylenebilir (zira robert, aşırı değişken ve dengesiz müzik diliyle icrası en problemli ve sıkıntılı bestecilerde ilk beşe girer). özellikle 20.yüzyılda ve günümüzde, clara'nın eşinden daha yetenekli olduğu, hatta robert'e ait olan çoğu eserin aslında clara tarafından bestelendiği gibi asılsız ve mantıksız iddialar ortaya atılmıştır. yetenek çok tartışmalı bir unsurdur, kesin bir şey söylemek imkansız; ancak clara'nın robert'ten daha güçlü ve yaratıcı bir besteci olduğunu iddia etmek adına çirkin bir kıyaslama çabasına girmek, özellikle de bunu ne müzikal ne bilimsel hiç bir kanıt göstermeksizin bir takım popülist yaklaşımlar içerisinde yapmak son derece amatörce. kaldı ki clara'nın büyük formlu * eser sayısı çok az, hatta yok denecek seviyede. bir takım müzik tarihçilerine schumann'lar gibi trajik-sansasyonel çiftlerin müzikal değerlerinden çok magazin potansiyelleri çekici geldiği için bu saçma karşılaştırmalar, bu gereksiz bilgi ve yorum kirliliğinin yaşanması elbette kaçınılmaz. eğer ille de kıyas yapmak isteniyor ise: robert'in tüm yaratıcılığının "ufak" bir özeti olan kreisleriana adlı eseri baz alınarak, clara'nın yazdığı oda müziği alanındaki tüm müzikler ile saçma sapan bir "karşılaştırma" yapılabilir. elde edilecek sonuç, çok farklı iki kreatif kalitenin varlığıdır: schumann'ın bütün yaratıcılığının şiirsellik ve senfonik temeller üzerinde yükseldiği ve clara'nın bambaşka bir ideal ile farklı bir yaratıcılık yaklaşımı sunduğu. karpuz ile pastırma gibi düşünebilirsiniz; hangisini daha çok sevdiğiniz, sizin zevkinize kalmıştır. bilgiden yoksun bırakılmış kişisel zevk, bir kompozitörün müzikal yaratıcılığını ölçmek için kullanılabilecek en tehlikeli ve yanıltıcı araçtır.

    clara schumann piyanistliği, eleştirmenliği, eserlerini seslendirdiği bestecileri desteklemesi ile örnek bir müzisyen; yetiştirdiği öğrenciler ile örnek bir öğretmen; robert schumann'ı sadece müzikte değil, hayatın her alanında sonsuz bir destekle sırtlaması ile örnek bir eş olarak, eşine az rastlanır bir insandır aslında. bir anne ve büyükanne olarak yaptığı fedakarlıklar ise apayrı ve biyografik bir konudur.

    amacınız sadece müzik ise, büyük müzisyenlerin eserlerini icra etmeniz veya dinlemeniz yeterlidir. eğer amacınız bu tür trajediler üzerine filmler çekmek, romanlar yazmak, duygu sömürüsü araç etmek, yani görsel veya işitsel bir şekilde bu değerleri istismar etmek ise, kıyaslama yapmaya devam edebilirsiniz.

    elde edeceğiniz sonuç, bu güzel insanların bıraktığı o kaliteli müziklerden daha yüksek, daha değerli olmayacaktır.

  • felixis'in biraz daha kurcalamasi halinde bir kac saate kalmaz ilkokul diplomasini yirtar kendisi. güleyim mi aglayayim mi sasirdim valla.

  • bu konu hakkında hiç bir bilgim yok. tek diyeceğim, darısı yönetiminde hırsız, katil, tecavüzcü dostu, tescilli yalancı, ahlaksız, onursuz, mezhepçi, yobaz pezevenklerin olduğu ülkelerin başına.

  • insanın huzur dolduğu bir andır.
    çekoslavakyada iş aramaktan, otostopla kübaya gitmekten, evde taze fasulye yerine çin yemeği yapmaya çalışmaktan, beslemek için satılık iguana aramaktan, uzakdoğulu ya da zenci sevgili arayışından, senden başkasının okumadığı dergilere abonelik ücreti ödemekten vazgeçildiği andır.
    evet, hayat kısa ama beyhude yere yormamak lazım bünyeyi; farklılık uğruna kafayı bite sokmamak lazım.
    belki de naif değişikliklerle arada sıradanlığı kırmak daha caziptir.
    ne adamlar gördüm bir sene çinde yaşamış mesela; tek tespiti; -abi yemekleri çok kötü- oluyor. ne hayatı vasat görünen insanlar var; öyle bir keyif alıyor ki oturma odasını boyamaktan, insan onu tom sawyer sanıyor.
    fiziksel olarak ne çok güzel ne çok çirkin olmak, benzer 30 insanla aynı servise binerek aynı fabrikaya çalışmaya gitmek, gümüşlüğe bardak dizmek sıradanlık gibi gözükebilir ama alınan keyif tüm geyikliğini nötrler.
    vazgeçilebilir bir insan olduğunu fark etmek de iyi gelir bünyeye, -ben böyleyim o' lum- kaprisleri yerini belki de -özür dilerim yaaa- lara bırakır.
    sıradanlık rutine binmediyse güzeldir. kirlenmek kadar olmasa da.
    anti narsist bir eylemdir; sıradanlığın farkında olmak.