hesabın var mı? giriş yap

  • erkeklerdeki master ve doktora yapma meraki diye bir baslik yok. cunku bir erkek ancak kendini gelistirmek, yeni birseyler ogrenmek, kariyerinde daha iyi bir yere gelmek ya da sadece ilgi duydugu icin master veya doktora yapar, degil mi?

    bir de o kadar entry girilmis, tespit sicilmis. askerlikten kacma bahanesi olmasa universitenin kapisinin onunden gecmeyecek tipler sirf ogrenme sevkiyle master veya doktora yapan kadinlara laf edecek cesareti nasil buluyor anlamiyorum.

  • bir yerde taksiciler vs mordor olsa mordor tarafını seçerim. taksiciler vs thanos olsa thanosun köpeği olur, şıklatacağı parmaklara manikür yaparım. net.

  • urfa ilinde neolitik çağdan kalma taştan yapıların bulunduğu ören yeri.

    internet sanalında göbeklitepe ile ilgili o kadar çok spekülasyona denk geldim ki, işbu entrinin sebebi sadece, artık galat-ı meşhur haline gelmiş yanlışları düzeltmek olsun. tabi ki bahsettiğim düzeltmeler maddi hatalara ilişkin değil. zaten uzmanı da değilim. daha çok göbeklitepe kültürünün anlamı ve önemi üzerine yanlış çıkarımlardan bahsedeceğim.

    yazarlarından biri olduğum, bir sanat sitesinde altamira, lascaux, chauvet gibi mağara adamı sanatının örnekleri ile ilgili bir yazım yayınlanmıştı. ekinde 34.000 bin yıl öncesinden günümüze kalan sanat eserlerine dair fotoğraflar da vardı. şöyle bir okuyucu yorumu gördüm. "hocam 34.000 yıl falan ne anlatıyorsun ? göbeklitepe bile en fazla 12.000 yıl geriye gidiyor." insan elinden çıkmış en eski eserlerin göbeklitepe’ye izafe edildiğini, daha yaşlı yapı, sanat eseri hatta insan yapımı alet olmadığını sanıyordu sanırım. sonra farkettim ki bu arkadaş yalnız değil. meraklıların büyük kısmı göbeklitepe'nin ne ifade ettiğini hiç anlamamış. kahir ekserisi "tarihin sıfır noktası" söylemini yanlış anlamlara tevil etmiş. gerçi o tabir de (kim bulduysa) ne demek anlamış değilim. terminolojide tarihin sıfır noktası yazının icadıdır. yazının icadından sonrasına tarih çağları, öncesine pre-historia (tarih öncesi) denir. yani samuel noah kramer gibi söylersek tarih sümer'de başlar. tarihin sıfır noktasıyla kastedilen medeniyetin başlangıcı demekse, medeniyet yerleşik toplum ve şehirler ile başlar. birazdan göreceğimiz gibi göbeklitepe'yi yapanlar yerleşik öncesi avcı toplayıcı göçebelerdir.

    medeniyet sözcüğü arapça medine yani şehir kökünden gelir. medeni şehirli demektir. batı dillerindeki civilization, latince civitas yani yine şehir kökünden gelir. türkçedeki uygarlık sözcüğü ise ilk yerleşik hayata geçmiş türk toplumu olan uygurlardan türetilmiştir. şehir ve yerleşik kültür olmadan medeniyet olmaz.

    o zaman söyleyeyim insan elinden çıkmış ne teknik, ne pratik ne de sanatsal buluntuların en eskisi göbeklitepe değildir. sadece sanat eserlerinden gidelim.

    altamira bizonları, 17.000 yaşında görsel

    willendorf venüsü, 28.000 yaşında görsel

    chauvet atları, 32.000 yaşında görsel

    hohlenstein-stadel aslan adamı, 40.000 yaşında görsel

    tan tan figürini, yaklaşık 500.000 yaşında görsel

    daha eskileri de var üstelik.

    makapansgat manuportu, sıkı durun, yaklaşık 3 milyon yaşında görsel

    göbeklitepe'nin önemine gelirsek; önce şunu bilmek gerekir.

    en eski olduğu için bu kadar önemli değildir. onun ayırt edici özelliği ölçeğindedir. o büyüklükte kompleksler yapabilmek için çok sayıda insan gücü, sürekliliği sağlayacak kurumsal yapılar ve eşgüdümü sağlayacak organizasyon tecrübesi gereklidir. yani ancak yerleşik tarım toplumlarında olması beklenen kalifikasyonlar.

    genel kabul görmüş teori şudur. insanoğlu mağaralarda, ormanlarda, savanalarda, avcı toplayıcılığın hakim üretim tarzını temsil ettiği çağlar boyunca, küçük gruplar halinde yaşadı. üretimi ancak günübirlik ihtiyaçlarını karşılamaya yönelikti. fakat sonra avladığı bazı hayvanları öldürmek yerine sağ tutmaya, topladığı bazı bitkileri kendisi ekmeye başladığında sadece bir öğün sonrası için değil, daha uzun vadeli ihtiyaca yönelik yiyecek stoklamak mümkün oldu. yiyecek fazlası, her gün avlanmanın getirdiği iş yükünü azaltınca grup üyelerine daha çok zaman kaldı. teknik gelişti. yemek bol olunca daha büyük nüfusları beslemek mümkün oldu. popülasyon arttı. av sürülerinin peşinde göçer hayatı yaşamanın gereği kalmadı. yerleşiklik başatlaştı. yiyecek üretimini ilk kontrol edenler tarlalara, meralara sahip çıktı. mülkiyet böyle doğdu. stoğunu saklayabilmek için silolar, depolar yapmak gerekti. göçebelik yerine yerleşiklik öne çıkmaya başladığı için haneler, meskenler inşa edilmek istendi. böylece primitif mimari ve mühendislik doğdu. kalabalık gruplar halinde ve yerleşik halde yaşamak toplumda bazı ihtiyaçlar doğurdu. buna yönelik meslekler, zanaatlar, iş bölümü ve uzmanlaşma gelişti. ürün fazlasını kontrol eden gruplar zamanla politik iktidarı oluşturdu. artı ürünün kontrolü meselesinin yağmayı, hırsızlığı ve hazıra konmayı engelleyen işlevsel bir mekanizmayı da kapsaması gerekiyordu. politik iktidarın emrinde kolluk kuvvetleri ve adli müesseseler ilkel halleriyle tesis edildi. mülkiyet, sınıflaşma ve ekonomik katmanlar oluştu. güneşin, yağmurun, nehir baskınlarının zirai istihsale uygun seyretmesi için göksel üretici güçlere yakarılması, ürünün kutsanması, hasadın şenliklerle kutlanması gibi ritüeller, organize dinlerin yolunu açtı. avcı toplayıcı kabiledeki doğacı/animistik şifacının pozisyonu, tarım toplumunda ruhban sınıfına dönüştü. artı ürünün sayımı, dağıtımı, bölüştürülmesi, ticareti vs. hesap gerektiren ve kayıt tutulması gereken bir karmaşıklık düzeyine ulaştığında matematik ve yazı ortaya çıktı. (ilk yazılı eserler olan sümer tabletlerinin kahir ekserisi edebi değil ticari içeriklidir. muhasebe kayıtları, sözleşmeler ve bunun gibi)

    tüm bunların gelişimi binlerce yıl sürdü ama süreci başlatan kilit unsur tarım devrimiydi. yani önce üretim biçimlerinde ve üretim ilişkilerinde radikal bir dönüşüm yaşanmıştır. kurumlar, yapılar, dinler arkadan takip etmiştir. maddi koşulların (altyapı) kültürel strüktürü (üstyapı) belirlemesine dair yaklaşım marksist tarih teorisidir. arkeoloji ve antropoloji gibi disiplinler için kabul görmüş en tutarlı yaklaşımın sahibi de gordon childe adında marksist bir arkeologdur.

    şimdi yine teoriye göre tarım devrimine erişememiş ve yerleşik hayata geçememiş toplulukların büyük iş gücü isteyen ve karmaşık organizasyonlar gerektiren projelere girişememesi gerekirdi. göbeklitepe'yi ilginç kılan ise konut, ocak kalıntısı, çöp yığını gibi yerleşim izine rastlanmamasıdır. kazılarda, diğer iskan edilmiş alanlarda oldukça sık rastlanan kilden figürinler de çıkmamıştır. tam tersi, alanda bulunan binlerce yaban hayvanı kemiği yapı inşaatında çalışan işçilerin yiyeceklerini avlanarak ötelerden taşıdığına işaret etmektedir.

    tonlarca taşı belirli bir sıra ve düzen içinde taşımak, yerleştirmek ve şekillendirmek, uzun süreli ve çok miktarda işgücü ile bu işgücünün koordineli çalışmasını sağlayacak iş bölümü, uzmanlaşma, yöneticilik becerisi ister. bu saydığımız kalifikasyonlar geniş tarlaları birlikte işlemeleri gereken yahut sürülerle besi hayvanlarıyla uğraşmaları gereken toplumlar için mümkün olabilirdi ama teknik kapasitesi ok, yay ve mızraktan ibaret olan, işgücü değil, toplam nüfusu 150 kişiyi geçmeyen (antropologların koyduğu üst sınır) avcı toplayıcı kabileler için göbeklitepe gibi yapıların inşası mümkün olmamalıydı.

    aslında göbeklitepe gizeminin düğümü budur. tarım öncesi yarı göçebe bir topluluğun mega inşaatlar yapabildiğini kabul ettiğimizde, alt yapının üst yapıyı belirlediği, artık genel geçer kabul görmüş sosyoloji kuramlarına tereddütle yaklaşmak gerekecektir. yüzlerce belki de binlerce insanın işbölümü ve eşgüdüm ile çalışmasını sağlayabilen toplumsal yapının basit avcı toplayıcı kabilelerden beklenmeyecek kadar karmaşık, hiyerarşik ve çok katmanlı olması gerekir. bu durumda önce kültürel yapıda bir devrim gerçekleşmiş, tarım üretimi, şehirleşme arkadan gelmiş demektir.

    dahası arkeologlar göbeklitepe’yi öncü tapınak ya da kült alanı olarak sınıflandırdıklarında tarım toplumundan önce de organize dinlerin ve sınıfsal katmanların yerli yerinde olduğunu öğrenmiş oluruz. bu da kuram için ezber bozan diğer bir yorumdur. normalde tarım öncesi topluluklara dair ören yerlerinde kamusal yapı çıkmaz. tapınak, saray gibi yapılar sınıflı topluma yani dikey hiyerarşiye işarettir ki, böylesi sosyal strüktürler artı ürün ve mülkiyet kavramıyla ilişkilidir. avcı toplayıcı toplumların karakteristiği itibariyle ortaklaşacı, komünal ve sınıfsız olması gerekirdi.

    çatalhöyük mesela, şablona harika uyan bir ören yeridir. tarihi 9 bin yıl öncesine giden bu neolitik dönemden kalma buluntuların nerdeyse tamamı konutlardan ibaret olduğu için yerleşiklik başlamış demektir. büyük saraylar ve konaklar çıkmadığı için henüz sınıflı topluma geçmediklerini, avcı toplayıcılığın görece egaliter ve komünal yapısını kısmen muhafaza ettiklerini varsayabiliriz. alt katmanlarda kamu binalarının izine rastlanmazken üst katmanlara doğru bazı konutların çevresindekilere göre büyüklük açısından farklılaşması, bize sınıfsal tabakalaşmanın bin yıllara yayılan bir süreç içinde tedricen ortaya çıktığını gösterir. üstelik çatalhöyük’te tapınaklar yoktur, sadece kült binalar vardır. farkı ne derseniz tapınaklar başta işlevine uygun inşa edilmiş yapılardır, kült mekanlar ise başta ayin, tören, tapım gibi fonksiyonlar için inşa edilmemesine karşın sonradan kutsallaştırılmış yapılardır. bugün bir caminin ya da kilisenin planını ya da temelini bile görsek bu inşanın amacına dair fikir yürütebiliriz, en azından mesken olmadığını bir bakışta anlarız. çatalhöyük'e baktığımızda, dinsel ritüeller için kullanılmış olsa gerek diye düşündüğümüz yapıların en başta bu amaçla inşa edilmediğini, sağındaki ve solundakilerden farkı olmayan alelade bir konutun zaman içinde kült mekana dönüştüğünü yani kutsiyet kazandığını anlayabiliyoruz. ama çatalhöyük'ten yaklaşık 3 bin 500 yıl önce yaşamış, üstelik yerleşik yaşama geçmemiş göbeklitepe sakinlerinin elinden çıkma eserler kesinlikle kült yapı sınıfına girmiyor. belli ki göbeklitepe amacı her neydiyse ona uygun inşa edilmiş.

    işte yerleşik hayata ve tarım toplumuna geçmiş çatalhöyük’te bile sınıfsal hiyerarşi, organize dinler ve ruhban sınıfı teoriye uygun olarak peyderpey oluşuyorken, henüz tarım devrimini gerçekleştirmemiş avcı toplayıcı göbeklitepe sakinleri nasıl tapınak inşa etmiş olabilirler? soru budur?

    şimdi müsaadenizle naçizane kendi görüşümü ilave etmek istiyorum.

    en başta göbeklitepe tapınak mı, barınak mı, sığınak mı, meclis mi, rasathane mi, sanat galerisi mi, primitif emtianın trampa edildiği bir ticaret merkezi mi, seküler bir festival alanı mı ya da bambaşka amaçlara hizmet eden bir yapı mı bilmiyoruz. arkeolog ian morris'in naklettiği, meslektaşlar arasında yaygın bir şaka vardır. "kazıp çıkardığınız şeyin ne olduğunu çözemezsek dinsel deyip geçeriz" yapının tapınak yahut öncü tapınak olduğu kesin bulgu değil, en iyi tahminimiz. sonra tapınak ya da ayinlerin varlığı tek başına, bugünkü gibi kurumlarıyla, bütçesiyle, ruhban sınıfıyla, tastamam örgütlü bir dinin varlığını, dolayısıyla organize dinlerin var olabilme koşullarını giderecek (tarım devrimine atfedilen) karmaşık sosyal/siyasal hiyerarşinin mevcudiyetini kanıtlamaz.

    tartışmayı organize dinler var mıydı yok muydu ikileminden kurtaralım. bu çapta yapıların inşasının dinsel bir amaç taşısın taşımasın avcı toplayıcı toplulukların boyunu aşan bir pratik olması gerekirdi sorunundan gidelim. burada tahminimce yapılan hatalı yorumlar paleolitik çağların avcı toplayıcı ilkel kabilesinden tarım toplumlarına geçişte kesikli bir aşamacılık tahayyülünden kaynaklanıyor. bir anda ve kesin çizgilerle avcı toplayıcılık yerini tarıma, göçebelik ise yerleşik yaşama bırakmadı. tarım devrimi binlerce yıla sari, içinde iki ileri bir geri aşamalar barındıran tedrici ve girift bir süreçti. nasıl ki bugün sanayi toplumlarının içinde hala tarım toplumlarının unsurları devam ediyorsa, tarıma geçiş süreci de avcı toplayıcılığın birçok unsurunu bağrında yaşatmaya devam etmiş olmalı. tarım devrimini biteviye ve tekil bir süreç olarak ele aldığımızda avcı toplayıcılıkla arasına kesin bir çizgi çekmiş oluyoruz. bu durumda sosyal yapıdaki karmaşıklığa ve işbölümüne giden evrimi zaman çizelgesinde tek bir noktada görmek istiyoruz. halbuki, belirli bir bölgedeki yaban bitkileri ve hayvanlarını tükettikten sonra bufalo ya da mamut sürülerinin peşinde başka bir bölgeye göç eden, az nüfuslu göçebe ilkel kabile yaşantısı ile tarıma dayalı neolitik toplumların, siyasi erki de içeren şekliyle ilk tam gelişmiş örneği olan sümerler arasında yarı göçebelik, yarı yerleşiklik, konar göçerlik, pastoralizm, natufyen kültür gibi bir çok ara geçiş formu vardır.

    epipaleolitik çağda bile halklar bazı bitki ve hayvan türlerini evcilleştirerek yerleşimler kurmaya başlamışlardır. ki göbeklitepe'ye sanıyorum 40 km mesafede kazılan karahantepe'de bir yerleşiklik kanıtı olarak köy yaşantısına dair bulgular ortaya çıktı. yani henüz bilinen anlamıyla tarım (bitkilerin insan eliyle toprağa ekilerek hasat edilmesi) söz konusu değilken yabani tahıl türlerini devşirerek ve yaban keçisi, yaban koyunu gibi türleri evcilleştirerek kalabalık köyleri besleyecek kritik artı ürün stoğuna ulaşmış olmaları çok mümkündür. 12 bin yıl öncesi urfa ve çevresinin bitki örtüsü ve iklimini tahminleyen uzmanlar, milyonlarca av hayvanının büyük sürüler halinde otlayabildiği, natufyen kültür için çok uygun bir ortam tarif ediyor.

    her ne kadar ilke olarak yerleşik toplumu tarım devriminin bir fonksiyonu olarak kabul etsek de uygun çevresel avantajlarla zirai üretim tarzı başat duruma gelmeden yerleşik yaşama geçildiğini kabul etmek akla yatkındır. bu bakış açısı fikri takip bize şu çıkarımları verir. ilk yerleşimlerin tarihlenmesi tahmin ettiğimizden daha geriye çekilebilir. yerleşik yaşam için tarımsal üretim tarzının varlığı koşul olmaktan çıkarılabilir. avcı toplayıcılarda hiyerarşi ve sosyal örgütlenme meselesi yeniden gözden geçirilebilir. bunlar da az şey değildir. tarihe ve antropolojiye bakışımızda bazı parametreleri revize etmemizi gerektirir.

    ama altyapının üstyapıyı belirlediği savına dayanan oldukça kapsamlı ve tutarlı teoriyi hepten çöpe atmayı teklif eden yaklaşımlara katılamıyorum. "dinsel düşüncenin insanlık tarihinde maddi koşullar doğrultusunda biçimlenen bir görüngü değil, tersine bir motor güç işlevi gördüğü, yani devrimin önce insanın simgesel dünyasında yaşanmış, bu, gerçek dünyayı biçimlendirmiştir" şeklinde özetlenebilecek görüş dinin maddi dünyayı öncelediği fikrine dayandığı için neo-sağ çevrenin çok hoşuna gidiyor. farkındayım.

    insanın (tarih öncesi de dahil) zamansal derinlik içindeki yolculuğunu bugüne kadar en iyi açıklayan kuramın marksist tarih tezi olması bir kısım çevreler için oldukça rahatsız ediciydi. bana öyle geliyor ki göbeklitepe'den elde edilen bulguların klasik teoriyi çöpe attığını iddia etmekte bu kadar aceleci davranılmasının sebebi bu yargı yanlılığına dayanıyor.

    edit: tan tan figürini ve makapansgat çakılı için şöyle bir itiraz geldi. doğal süreçle oluşmuş insanların sembolik olarak kullanımına geçmişlerdir diye. aslında doğrudur. arkeologların buluntuların arasından kazıp çıkarabildikleri objelerin bazıları insan yapımı oldukları için değil, insan kullanımında oldukları için oradadır. ağırlıklı görüş de bu yöndeymiş zaten. gerçi anlatılmak istenen ana fikre zararı yok. arkeologların kesin olarak insan yapımı olduğunu bildikleri objelerin içinde 3.3 milyon yaşında lomekwi taş keskileri, 1.4 milyon yıllık olduvai baltası ya da 420 bin yıl öncesinden kalma clacton mızrağı gibi aparatlar vardır. son iki taşı listeden çıkarıp bu saydıklarımdan eklesem sanırım metnin mesajına bir zarar gelmez, sanat eserlerinden örnekleyerek gitmiş olmamızın bozulan insicamı dışında.

    bir de küçük bir not. göbeklitepe ile ilgili bulguları yorumları 20 yıla yakın zamandır dinlerken, kafamda bir fikir oluşuyordu ama uzman olmadığım için fikirlerim makul mü, saçma mı emin değildim. internet ortamında, gençlik yıllarımdan beri hayranı olduğum antropolog sibel özbudun'un, göbeklitepe hakkında bildiklerim ve düşündüklerime çok yakın görüşlerine denk gelmem görüşümü netleştirdi.

  • henüz teknik direktörlük kariyerinin başındayken 2016 yılında ntvspor'da katıldığı bir programda bugün beşiktaş'a oynattığı oyunun tarifini vermiş adeta. aslında mircea lucescu'nun oynattığı oyuna hayranlığını belirtmiş de diyebiliriz.

    program 23 nisan 2016 akhisar belediye beşiktaş maçından sonra çekilmiş. bir ara laf beşiktaş'ın oynadığı oyuna geliyor ve sergen yalçın şunları söylüyor:

    "sezona bakarsak şunu söyleyebilirim şampiyonluğu hak eden bir takım bence. çünkü çok arzulu oynuyorlar, istekli oynuyorlar, oynadıkları oyun zevk veriyor, çok ofansif oynuyorlar ama şu tarafı var işin... biraz da teknik direktörlük tarafından konuşmak istiyorum. bu kadar ofansif oynamak iyi mi? çok tartışılır bence. yani ben karşı kaleye gideyim 15 tane pozisyona gireyim ama karşı taraf da gelsin bana 10 tane 8 tane pozisyona girsin... bence çok sağlıklı değil. bize karşı mesela şampiyonluğa gittiğimiz dönemde (2002-03 sezonu) maksimum 2 pozisyona girebilirdin. çünkü öyle iyi savunma yapıyoruz ki mümkün değil pozisyona girmen kolay kolay. şampiyonluğa giden bir takımın çok fazla pozisyon vermemesi lazım bana sorarsan... yani şunu söyleyeyim savunmayı iyi yapmayan hiçbir takım başarılı olamaz bir defa. bu nettir yani. her başarılı takımın mutlaka savunmayı iyi yapması lazım. bilmiyorum son 3 maçta izlediniz mi barcelona'yı. dağıldılar. niye? savunma yok. her gelen pozisyona girmeye başladı barcelona'ya karşı. sen istediğin kadar git. adam sana attığı zaman zaten savunuyor. eğer sen iyi takımsan sana 1 gol attığı zaman zaten 90 dakika savunma yapıyor. sonra o golü çıkarmak zorunda kalıyorsun, çıkaramazsan bi kontradan bu sefer ikinciyi de yiyorsun. bu sefer 3 tane atman gerekiyor."

    bahsettiğim kısmı izlemek isteyen için link.

    bu söylenenlere katılmayanlar da olacaktır muhakkak. zaten başta hocanın belirttiği gibi çok tartışmalı bir konu. fakat 5 yıl önce anlattığı bir oyunu bu sezon takıma yerleştirmeyi başardığı apaçık bir gerçek.

    bu arada program keyifli. zamanı olana tamamına göz atmasını tavsiye ederim.

  • kirli siyasete bu denli angaje olmak için motivasyonunun ne olduğunu çok merak ettiğim kişi. onca yıl sanatınla halkın zihninde ve kalbinde bir yer edinmişsin, dünyalığın yerinde, paran pulun bol ve 80 yaşındasın; ömrünün son demleri. kafası minimum system requirements seviyesinde çalışan biri tüm manzarayı görür; buna rağmen nedir hocam senin motivasyonun?

    çok garip, çok.

  • babanın oğlunun dağa çıkmasını istemediğini şuradan anlayabilirsiniz. eğer baba pkklı olsaydı şimdi yanında bir sürü partili gazete vs olurdu ama baba belli ki gariban. ben kendi adıma çok üzüldüm baba için.

  • milli piyangodan para ciksa, once bir sakin olurum.
    derim ki; dur bakalim ne kadar cikti? sonra bakarim soyle 500 milyar filansa sakin kalirim. bir ev, bir araba, bir dukkan filan alinir sapitmayayim derim. ama 2-2,5 trilyon cikmissa hemen telefonla cin restoranini arar, eve istakoz soylerim. internetten eski talihlileri tararim, tavsiye alirim. uc tane filan bankayla anlasirim ama sonra yurtdisi bi bankaya yollarim cogunu. sonra derim ki ese dosta; bize slovenya' dan bi is teklifi geldi, biz artik orada yasayacagiz. cikarim esimle beraber, kubaya giderim. orada bi okul yaptiririm ikiyuzbin dolara filan. geze geze malta, prag, barcelona, iki senede 1 trilyonunu yerim. ama bitmesin diye sapitmadan yerim. gene de bir gece yedi yildizli otelde kalirim. sonra donerim memlekete. havuzlu mavuzlu bir ev alirim terasi deniz goren. sonra derim ki ese dosta; biz slovenyada cok calistik kazandik. o kazandigimizla da aha bunu aldik. cunku hesapladim, her ahbapa 1 milyar versem bana kalmiyor ki kimse de begenmez bir milyari, arkamdan laf ederler.
    sonra dukkan acarim bir tane de. cok luks bir dukkan bile olsa onune iki tabure bir sehpa atar aksama kadar tavla oynarim. bir de zirve duzenlerim; suserlerin havyara doydugu an diye. 30 kilo kalamar pisiririm ya da pisirttiririm. kafamizdan asagi deniz borulcesi dokturturum. raki selalesi yaptiririm. havuza absolut doldurttururum. sonra bir bakarim sakin olamamisim. bosver derim, haydan gelmisti huya gitti. oturur yeniden cv hazirlarim.

  • sokak köpeklerinden kaçarken kamyonun altında kalan mahra melin pınar, kaldırıldığı hastanede 23 gün yaşam mücadelesi vermiş, maalesef kurtarılamamıştı.

    babası dün yaptığı açıklamada kızının davasının kedi eros kadar konuşulmadığından dem vurmuş.

    "kedi eros davası gündem oldu, 23 gün acı çeken kızım bu kadar konuşulmadı."

    ilgili video

  • 500t'nin de bir canı olduğunu gösteren gelişmedir. sen kalk istanbul'un en çilekeş güzergahında milyonlarca yolcu taşı, haftalık izninde bir ankara kaçamağını çok görsünler.