hesabın var mı? giriş yap

  • bende bir gün torpili evin salonunda yakıp, fitilini filmlerdeki gibi söndürürüm sanmıştım.

    ev ahali patlamanın şokunu atlatır atlatmaz öyle güzel dövdü ki, hala unutamam.

  • matruşka gibi kendi içinde açılan, açıldıkça çeşitlenerek yine kendi üstüne kapanan sadık hidayet romanı.

    başlangıçta poe öykülerini andırır biçimde esrarengiz tasvirlerin gerisinde kafkaesk bir tekinsizliğin pusuda beklediğini görüyoruz. düş ve gerçek adeta patolojik bir beynin süzgecinden geçerek belirsiz bir çizgide yan yana geliyorlar. başından geçenleri anlatan başkarakter sınırlı çevresinde benzerlerini icat ederek şiddeti, rüyaların dilini, kör sokakları, travmatik maziyi, bir tür femme fatale'i anıştıran karısını, babasını ve amcasını, bir hurdacıyı, koyunları boğazlayan bir kasabı anlatarak aslında kendi yaşamını dile getiriyor. her bir kahraman aslında onun çeşitli bedenlerde zuhur eden yansımaları haline geliyor.

    bulantı ve bunalımın dile gelişi sartre'ı, absürt dünya görüşü camus'yü, tekinsizliğe olan merakı poe'yu, belirsizliğin dili kafka'yı, psikolojik atıflar zweig'ı anımsatırken, ataların inançlarına yapılan bilinçli vurgular freud'u, özellikle de totem ve tabu'yu akla getiriyor.

    son olarak kör baykuş'u lynch'in tekinsiz anlatılarıyla (özellikle de lost highway) mukayese etmek ilginç olurdu. hidayet'in hayal gücü, edebi yönelimleri ve tasvir gücü böyle bir mukayeseyi zaruri kılıyor gibi görünüyor. şahsen çok etkilendim.

  • asil dehsete dusuren kendi aralarinda gulup eglenmeleri. bir manyagin başının altindan cikan birsey olsa ruh hastasi deyip gecersin. fakat oradaki grup bunu normallestirmis. el kadar bebek olmasina ragmen. simdi cocugunuzun bunlarla ayni otobuse binip ayni markete girdigini, ayni asansorde tek basina kaldigini dusunun. aklima tek birsey geliyor. hepsini tek tek yok etmek. başka cikar yolu yok cunku. kanunlarimiz bizi korumuyor artik.

  • friend zone'a atılmak istemiyorsanız;

    1) dokunmatik olun.
    eline, koluna, omzuna, bacağına dokunun karşınızdaki kişinin. sapık bir şekilde değil elbette. konuşurken, yürürken vs... rahatsızlık vermeden yani ama kendinizi de belli ederek. sizin kendisine dokunmak istediğinizin farkında olmalı. bu ufak temaslardan rahatsız oluyorsa boşuna vakit kaybetmeyin. ısrarcı da olmayın. uzaklaşın.

    2) gözünüzde büyütmeyin, büyüttüğünüzü hissettirmeyin.
    hani "olsa da olur olmasa da olur" dediğiniz tipler var ya, 2/10'luk, 3/10'luk tipler, onlardan biriymiş gibi davranın. "gideri var" diyorsunuz diye düşünsün kendisi için. ideali zaten öyle düşünüyor olmanız da, çok abartıyorsanız eğer, bunu ona çaktırmayın demek istiyorum. çünkü elde etme, tanışma aşamasındaki "abartı" sonra çok kötü şekillerde patlıyor. zaten de sahte bir abartı o. "tam bana göre" diyerek ne kendinizi kandırın, ne de karşı tarafın bir tarafını kaldırın.

    3) iyi çocuk/iyi kız olmayın.
    derdini dinleyen, halini hatırını soran, üzerine titreyen, her aradığında ulaşabildiği, "canııımm, çok tatlı" diye bahsedilecek kişi olmayın. sizi kaybetmek istemeyeceği kadar "iyi" olursanız, dehşet çekici de gelmediyseniz eğer, arkadaşı olarak kalmanız daha işine gelebilir. çünkü bir partnerlik durumunda işlerin boka sarıp birbirinizden nefret eder hale gelmeniz olası. bunu istemeyeceği kadar "iyi" olmayın. zaten ne gerek var "elin kızına/oğluna" melek rolü yapmanıza? partneriniz olduğunda titrersiniz üzerine, karakterinizde varsa o da.

  • bi sakatlık yaşamamasını umduğum atlama. ki kendi dediğine göre " yoğk "

    toprakta yavaşlatıp, ters perendeler atarak durdu ehheh. ben en çok adam dan dun giderken " la yavaş oğlum nidiğon lağn " diyen kişiye güldüm. lan ne etmesi mi var, adam düşüyo işte patates çuvalı gibi.

  • doktor değilim ama madem doktor maaşında bu kadar gözünüz var, o zaman siz de doktor olun. maaşı hak etmediğinizi düşünürseniz de artık kızılay'a bağışlarsınız..

    tanım:
    miktarı insanlara dert olmuş ücret

  • hakiki ruh hastasi bir adamdir bunu twitterda sabri reyiz ile yaptigi kavgada da gorebiliriz iste boyle adamlari bastaci ediyor millet ozellikle de kizlar.

    edit:bizi kendisini kıskanmakla itham etmiş twitterda.şöyle bir düşünüyorum da bu adamın heralde diğer erkekler tarafından kıskanılcak tek yanı o karakterine rağmen yanında dolaşan kızlardır ki o kızların da kalitesi bu adamdan belli, kaldı ki şahsım adına açıklama yaparsam ben kadınım seni niye kıskanıyım şimdi?hani erkek olsam belki herife bak bir de yanındaki kızlara bak felan derdim.ayrıca 30 küsür yaşında olmasına rağmen ergenlikten çıkamamış bir adamın insanlar neyine özenir allahaşkına,özenilip kıskanılcak arkasından bok atılcak tek bir tane özelliği olmayan bir adamsın.

    aman allahım hayatımda galiba ilk defa ekşi sözlük linç ekibine katıldım hiç sevmem ama bu adam haketti.

  • deniz kenarında tatil yapma, deniz manzarasına bakma veya denize bakıp huzur bulma fikrinin son birkaç yüzyılda çıkmış olması.

    edit: birileri deniz-nehir farkını bilmeden kendince ayar vermeye çalışmış. bu yazıda nehirlerden değil denizden bahsediyor. nehirler tarih boyunca tarımsal sulamada kullanıldığı ve içme suyu sağladığı için için zaten kutsal bir yere sahipti. denizlerle nehirler aynı şey değil. daha en basit coğrafya bilmeden ve okuduğunuzu anlamadan başkalarına ayar vermeye çalışmayın.

    100-150 yıl öncesine kadar yazılmış neredeyse hiçbir eserde ve anlatılmış hiçbir hikayede denizden "huzur veren" bir şey olarak bahsedilmez ve deniz manzarası neredeyse hiç övülmez. genelde insanlar için deniz 2 anlam ifade etmiştir. ya ticaret ürünlerinin ve su ürünü yiyeceklerin geldiği bir kaynak ya da düşman askerlerin, işgalcilerin, korsanların, sellerin ve tsunamilerin geldiği felaketler kaynağı.

    tarih boyunca insanlar denizi iyilik veya kötülüklerin geldiği tanrısal bir kaynak olarak görmüşler ama hiçbir zaman huzur veren bir manzara veya tatil yapılacak bir şey olarak görmemişler. aynı zamanda deniz kenarındaki araziler tuzlu olduğu için fazla verim vermediğinden köylüler deniz kenarında yaşamayı tercih etmemişler. tarih boyunca krallar ve padişahlar sevmedikleri şahısları ceza olarak hep deniz kenarlarına veya adalara sürgün etmişler.

    mesela robinson crusoe ıssız adaya düştüğünde hikaye boyunca hiç deniz manzarasına hayranlıkla bakıp huzur bulmaz. 2 yıl okul tatili kitabında çocuklar hiçbir zaman deniz manzarasının güzelliğinden bahsetmez. ıssız adalarda geçen hikayelerde bile deniz ya felaket kaynağı ya da kurtuluşun geldiği yerdir ama hiçbir zaman manzarasına bakılıp da huzur duyulan bir şey değildir. eski mısır yazıtlarında nil nehrinden bir bereket kaynağı olarak bahsedilir ama akdeniz'den hiç övgüyle bahsedilmez. antik yunan yazılarında dağlar taşlar bile övülür ama denizin verdiği huzurdan hiç bahsedilmez. eski şiirlerde, ilahilerde ve kutsal metinlerde hiç denizin huzur verdiğinden bahsedilmez.

    1800'lerden sonra avrupa ve amerika'da zengin kesim deniz kenarlarında arazi satın alıp buralara yazlık villalar ve tatil köyleri kurmaya başlayınca deniz manzaraları kıymete binmeye başlamış. eğlence için plaja gitme kavramı da bundan sonra başlayan bir şey.

    kaynak soran olmus.

    https://www.smithsonianmag.com/…al-place-180959538/

    https://www.washingtonpost.com/…going-to-the-beach/

    https://dailyhistory.org/…ory_of_going_to_the_beach

    https://www.theatlantic.com/…r-of-the-beach/279175/

  • emperyalizmin bireysel modeli olduklarindan cok da zor degil gecinmeleri.

    -anneaa para var mi?
    -bir sigara versene kanka
    -cay soyle de icelim haci
    -amcaoglu ne yiyorsun ne guzel koktu yaa
    -mudur beni bir eve at ya
    -muhittin abi su enseyi bir topla
    -karakaçan bugun cok guzelsin
    -rifki abi o mezar bos mu?