hesabın var mı? giriş yap

  • bilim sorgulamaların sonucunda var oldu. sorgulanamaz otorite diye bir şey yoktur. sorgulanamayan ve sorgulamanın yasak olduğu alanlardan kaynaklı enformasyonu zaten bilimsel alan içerisine dahil edemeyiz. bu nedenle bilimsel bilgi doğrulanabilir/yanlışlanabilir ve en güvenilir başvuru kaynağıdır. "bilimi sorgulanamaz otorite kabul etmek" gibi bir saptamayı ise ancak bilimsel yöntemin ne olduğunu bilmeyen biri yapabilir.

    edit: yatmadan önce fikrimi yazayım dedim ve ertesi gün bir sürü mesaj geldiğini fark ettim. herkese cevap yazmaya üşendim. bilimsel alanı kendi çıkarları için manipüle eden kişiler varsa bu durum bilimsel yöntemin dogmatik olmasından kaynaklı değildir. tam tersine bu tarz manipülasyonlar ancak bilimsel yöntemle ortadan kaldırılabilir.

    bir yazarımızın önerisi ile "yanlışlanabilir" kelimesi eklendi.

  • çok imrendiğim insan.

    yaşım inşallah doğacak çocuklarımın büyüdüklerini görmeye yeterse mutlu bir şekilde, huzurlu yuvamda yapmayı o kadar çok istiyorum ki anlatamam.

    düşünsenize... bodrum'da sıcak bir yaz akşamı, denizden gelinmiş hafif yorgunluk var hanımla bahçede koltukta keyifli keyifli oturuyoruz. çocuklardan oğlan olan mangalı almış eline yakmış ızgarayı, kız olan sofranın son rötuşlarını yapıyor. sonrasında oğlanla kız ''yemekler hazır hadi gelin'' demişler. şahane bir deniz manzarası var, rakılar konulmuş, sohbet gani. yaşlılığın da vermiş olduğu ağırlıkla 2. dubleden sonra hafiften kafalar güzelleşmiş bizim çocuklarla hayatı konuşuyoruz. bir insan başka ne ister ki?

    tek sıkıntılı tarafı, çocuklar yemeğin sonlarına doğru kalkacaklarını hissettirecekler o çok can sıkacak. malum bodrum gecelerine akacaklar. inşallah öyle güzel anlaşırım ki onlarla, bu tarz muhabbetlerde hep evde kalmayı yeğlerler.

    yaşlandık ulan, daha çocuklar doğmadan yaşlandık!

  • kaç gündür aş eriyormuş gibi canım ıspanak istiyor. genellikle dondurulmuşunu alıp yapıyorum fakat günlerdir ona bile enerjim yok öylesine çalısıyorum . dün aksam saat 20:30da işten eve dönüyorum kollarım artık tutmuyor, yol üstünde ev yemekleri satan bir yere sorayım dedim ıspanak var mı. var abla dedi dolapta sabah yapmıs hiç satmamış . ilk sana açıyorum. neyse paketledi verdi , o kadar çok canım istiyor ki ısıtmasını bile istemedim. velhasıl fiyatını sordum sesi hafif kısılarak 30 tl abla dedi , artık söylerken utanıyoruz valla. arkadaşım sen niye utanıyorsun ki dedim başkaları adına utanacaksan yine utan da . asgari ücretle orda çalışan eleman olarak 1 tabak ıspanağın 30tl olmasından utanacak son kişi sensin . valla lanet olsun .
    edit: gelen mesajlar ve entryler üzerine editleme ihtiyacı duydum. herkes gercekten çok hamarat çok tutumlu çok zeki hepinize birer maşallah. fakat entryde açıkça o gün çok yorgun oldugumu ve yemek yapamayacak durumda olduğumu belirtmişim. zaten normalde yemegi kendim yaptığım için dışardaki fiyatların bu derece olması beni şok etti. ayrıca bence asıl bindirim bu ev yemeklerinde oluyor ya da olmuş .tabii ki en güzeli yemeginizi daha pahalıya gelecek bile olsa bildiğiniz malzemeler ile temiz temiz evde yapıp yemenizdir eğer söyleyeceginiz şey çok özel ve spesifik değilse. herkese yemek tarifleri için tesekkür ederim ama konu bu değildi.

  • 12 - 13 yaşlarındaydım. erdek'te denize giriyorum, yüzme bilmediğim halde boyumu aşan bir yere gelmişim. çırpındım ve sahilde oturan enişteme doğru çığlık attım. sonra giderek gömüldüm karanlık suya. bilincimi yitirmeden önce aklıma gelen son şey, "umarım ailem çok fazla üzülmez" oldu. aradan kaç sene geçti, işte o son saniyeleri ve ne düşündüğümü hala unutmuyorum. sonra gelip eniştem beni kurtarmış. kumların üzerinde su kusarken kendime geldiğimi hatırlıyorum. eğer ölmüş olsaydım, son anlarımı yaşarken düşündüğüm şey ailem olacaktı.

  • e5 kıyısında 5 metrekare boş alan görse orada güllerden türk bayrağı, çiçeklerden boğaz köprüsü, çakıl taşlarından büyükşehir belediyesi amblemi, irice taşlardan kız kulesi yapmaya çalışan bir fantastik insandır, zannediyorum ibb park ve bahçeler müdürlüğü bordroludur.

    ki en son kız kulesi çalışmasında iyice kendini aşmış, cam çerçeve de getirtmiş, kız kulesini yatay manada sıfırdan inşa etmiş, tebrik ediyorum. (boğaziçi köprüsü çamlıca tarafında metrobüs duraklarına gelmeden...)

    düz yeşillik, çimen de güzel biri bu adama anlatsın rica ediyorum.

  • siz hiç kalp ritm bozukluğuna 'kardiyolojik çeşitlilik' diyen bir kardiyolog duydunuz mu?

    siz hiç kanser hastalığına 'hücre üretimi farklılığı' diyen bir onkolog gördünüz mü?

    peki söz konusu zihinsel - ruhsal anomaliler / bozukluklar / hastalıklar olduğunda neden 'farklılık', 'çeşitlilik' tanımlamalarına gerek duyuyoruz?

    burada sözü edilen her bireyin standart kalıplarda bir vücuda ve beyne sahip olması gerekliliği değil. elbette her vücut, her zihin, her kişilik başka başka.

    fakat kişinin hayatının büyük kısmında veya tamamında işlevsizliğe, uyum ve davranış problemlerine, hayatını tek başına idame ettirememeye sebep olan nörogelişimsel anomalilere hastalık, bozukluk yerine 'çeşitlilik', 'farklılık' ve hatta 'zenginlik' yakıştırması yapmanın gerçekçiliği sıfırdır.

    dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu, otizm, özel öğrenme güçlüğü gibi mefhumların dereceleri vardır. herkeste aynı şekilde seyretmez. ortak özellikleri olsa da etki derecesi aynı değildir.

    evet, bazıları için otizm yüksek işlevselliği beraberinde getirir ancak çoğunluk otizmin zihinsel gelişim geriliği, öfke krizleri, saldırganlık, kendine zarar verme, öz bakım becerilerini kazanamama, dürtü kontrol bozukluğu gibi çok ağır yüzüyle yaşamak zorundadır. evet, bazıları için dehb yüksek enerjiyi verimli bir şekilde kanalize etme fırsatıyla gelir, ancak çoğunluk dehb'nin ani duygu değişimleriyle, öfke patlamalarıyla, akademik başarısızlıklarıyla, iş ve sosyal hayatta yaşattığı çalkantılarıyla mücadele etmekten dolayı krizi fırsata çeviremez. evet, leonardo da vinci de disleksiydi ancak her disleksi mucize beyinle yaşamıyor.

    peki nöroçeşitlilik kavramı nereden çıktı? engellilerin, dezavantajlı koşullara sahip insanların, hasta olanların toplumca eşit kabul edilmesi gerekliliğini tamamen yanlış yorumlayan insanların bu kavramları yumuşatmaya ihtiyaç duymasıyla ortaya çıktı. bir sorunu tüm yönleriyle tespit edip ihtiyaca uygun şekilde hareket etmek için ortada bir sorun olduğunu kabul etmek gerekir. nöroçeşitlilik ortada var olan durumu sorun olarak kategorize etmenin yaftalayıcı, kısıtlayıcı olduğu görüşünden yola çıkıyor ve ruhsal/zihinsel hastalıkları/bozuklukları olan insanlara diyor ki "hayır, siz hasta değilsiniz. farklısınız. tedavi edilmeye ihtiyacınız yok. anlaşılmaya ihtiyacınız var. bu bir bozukluk değil, farklılık. hatta zenginlik."

    nöroçeşitlilik yanlıları otizm, dehb, özel öğrenme güçlüğü, bipolar bozukluk gibi durumlar hakkında genetik araştırmaların yapılmasına dahi şiddetle karşı. bunun öjenik bir tutum olduğunu iddia edip bu 'farklılıklara' tedavi bulmaya çalışan insanları nazi olmakla suçluyorlar. aynı şekilde çocuğu için tedavi arayan ailelere çocuklarını her şeyiyle kabul etmeyi reddeden anne babalar olduklarını söyleyerek bu ebeveynlerin çocuklarına duydukları sevgiyi sorguluyorlar. hatta yetişkin olup bu sorunları için tedavi olmak istediğini belirten kişileri bile toplum baskısını içselleştirmekle, kendilerine nefret duymakla itham ediyorlar.

    nöroçeşitlilik yanlıları genelde bu hastalıkların kaymak tabakası diyebileceğimiz, aman aman sorun yaşamayan, hatta ancak 30lu yaşlardan sonra tanı alacak kadar kendi hayatını idame ettirebilen, üniversite/yüksek lisans/doktora mezunu, kariyer ve aile sahibi insanlar oluyor. evet, sosyal hayatta ve akademik anlamda onlar da sorun yaşıyor ancak bunlarla başa çıkabilecek öz kaynaklara, çevresel desteğe sahipler.

    bu avantajlarının sadece azınlık bir kesim için geçerli olduğu gerçeğini es geçen nöroçeşitlilikçiler, kendileriyle hiç ilgisi olmayan insanları sırf aynı tanıya sahip oldukları için iddia ettikleri çeşitlilikten çok uzak ifadelerle tek bir çatı altında genelleme hakkını kendilerinde bulabiliyorlar. bu topluluklarda 30 yaşındaki ağır otizmli oğlunun altına hâlâ bez bağlamak zorunda kalan ebeveynleri göremezsiniz çünkü nöroçeşitlilikçiler için ağır otizmli diye bir şey yoktur! otizm otizmdir. aspergerli de altı bezli gezen otizmli de birdir. sadece toplumdan farklılardır.

    ancak aynı olduklarını iddia ettikleri ağır otizmlileri 2 nisanlarda onların yanında göremezsiniz. belki çağırmak akıllarına gelmiyordur bilmiyorum tabii.

    şu bir gerçek ki hastalık, bozukluk kavramlarına lanetliymişçesine bir tutum sergileyenler tedavi arayanlar değil, tam tersine bu çeşitlilikçi arkadaşlar. hastalığı, bozukluğu ayıp, utanılacak bir şeymiş gibi görüp bunu yumuşatma gereği duyan maalesef kendileri. farklılığım, zenginliğim diye sahiplendikleri nöroçeşitlilikleri de maalesef bir reklam malzemesi.

    işin acı yanı 'nöroçeşitliliklerin' eziyetini her allah'ın günü yaşayan ailelerin ve bireylerin bu nöroçeşitlilikçi, yaftalama karşıtı, aşırı duyarlı güruha tek kelime bile edecek zamanı yok. bu yüzden de yine en çok bu güruhun sesi çıkıyor ve yine bu yüzden bu nöroçeşitliliklerin asıl durumu, asıl ihtiyaçları bir türlü gün yüzüne çıkamıyor.

  • yi sun shin, 1545-1598 yılları arasında yaşamış koreli bir amiral ve ulusal bir kahramandır görsel. daha önce denizcilik eğitimi almamış olmasına rağmen, amiral yi deniz savaşlarında hiç yenilmemiş ve komutasındaki tek bir gemiyi bile kaybetmemiştir.

    çocukluğu

    yi,, hanseong'da doğdu. ailesi, koreli deoksu yi klanının bir parçasıydı. büyükbabası yi baeg-nok siyasetten emekli oldu. yi sun-sin babası yi jeong, aynı şekilde siyasetçiydi. yi'nin çocukluğunun en önemli olaylarından biri, tanınmış bir bilim adamı olan ryu seong-ryong ile tanışıp arkadaş olmasıydı. çünkü savaş sırasında ryu'nun amiral yi'ye olan desteği yi'nin başarıları için kritikti.

    ayrıca yi, gençliğinde arkadaşlarıyla savaş oyunları oynamayı seven liderlik yeteneği gelişmiş biriydi. sonrasında kendi yayını yapıp kendi oklarını denedi. ordu için kendi altyapısını hazırladı.

    askeri hayatı ve turtle ship'i geliştirmesi

    1576'da askeri subay olmak için hükümet sınavlarını geçtikten sonra yi, çeşitli ordu ve donanma görevlerinde görev yaptı. kıskanç meslektaşları tarafından iftira atılarak suçlandıktan sonra iki kez ihraç edilmesine rağmen, 1591'de sol cholla eyaletindeki deniz kuvvetlerinin komutanlığına atandı. burada askerlerini eğitmeye ve kobukson(turtle ship) geliştirmeye odaklandı. kobukson'un tarihteki ilk zırhlı savaş gemisi olduğu düşünülmektedir. inşasında, üst güvertesi mürettebatını korumak için zırhlı plakalarla kaplandı ve düşmanları binişten vazgeçirmek için sivri uçlar ve bıçaklar bu plakalara tutturuldu. geminin yayında, topun ateşlenebileceği ve geminin konumunu gizlemek için duman bulutları yayabilen bir ejderha kafası vardı. top ve silahlar da geminin arka ve yan kısımlarından ateşlenebiliryordu görsel.

    japonya ile savaşlar

    yi'nin hazırlıklarının bir sonucu olarak kendi kuvvetleri, kore ordusunun aksine, japonlar 1592'de kore'yi işgal ettiğinde onlarla savaşmaya hazırdı. yi'nin güney sahilindeki zaferleri, kore'deki japon birliklerinin tedarik ve takviyelerini etkili bir şekilde kesti ve japonlara gidecek yardımları engelledi. 1593'te yi'ye tüm kore filosunun komutası verildi, ancak barış görüşmelerinin ardından 1597'de tekrar sadakatsizlikle suçlandı ve rütbesi düşürüldü. japonlar daha sonra ikinci bir işgal başlattı ve neredeyse kore donanmasının tamamını yok etmeyi başardı. yi, kalan birkaç geminin komutanı olarak görevine geri döndü ve savaşlardaki yenilmezlik rekorunu sürdürerek kısa süre sonra kore'nin denizlerini kontrol altına aldı.

    ölümü

    savaşın son seferi sırasında geri çekilen japon güçlerini kovalarken koltukaltı civarına isabet eden başıboş bir kurşunla hayatını kaybetti. ölümüne en büyük oğlu yi hoe ve yeğeni yi wan tanıklık etti. ölümünden sonra kendisine savaş ve sadakat dükü ünvanlarının yanısıra birçok ünvan layık görüldü.

    kaynaklar: en.wikipedia, britannica, antiquealive websiteleri.