hesabın var mı? giriş yap

  • ablası cheryl miller çok ünlü bir basketcidir ve şu anda da espn'de yorumculuk yapmaktadır. nba'e ilk geldiği sezon kötü bir sezon geçirince kendisiyle "ablasından daha kötü basket oynayan tek nba oyuncusu" diye dalga geçilmiştir. halbuki o zamanla rüştünü kanıtlamış, nba'de efsane denebilecek maçlar çıkartmıştır. en iyi hatırlanacak maçları 94-95 play-offlarında knicks karşısında takımı son 16.5 saniyede 105-99 geride iken üst üste 2 top çalıp 2 üçlük 2 serbest atış ile takımına 107-105 kazandırdığı maçtır. diğer efsane maçı ise 2001-2002 play-offlarında netse karşı oynadığı oyundur. ayrıca kendisinin normal sezon kariyer ortalaması 18.6 sayı iken play-offlarda bu ortalama 22.8'e çıkmaktadır. sırf bu istatistik bile onun nasıl zor maçların, zor şutların adamı olduğunu açıklamaya yeter.

  • biri bu saçmalığa artık dur desin be. yemeği verin geçin. ne bu eziyet, şov merakı.
    geçen bir mekana girdik yemekten sonra tatlı yiyeceğiz. neyse tatlı geldi garson 20 dakikada anca servis edebildi baklavayı. almış çatalı bıçağı masaya, tabağa her yere vuruyor adam tempo tutmamızı, alkış yapmamızı bekliyor. çok içinde kaldıysa baterist olsaydın kardeşim, kadıköy’de liseli gruplarla sahneye çıkardın.
    kız arkadaşım da o ara telefonu çıkarmış videoya alıyor bu garsonu vaaay, süper ya, çokiiiiiyyy, ahahaha gibi tepkiler veriyor. (büyük şehirde ortam görmüş anadolu köylüsü gibi)
    yemin ediyorum o an hem yiyeceğim tatlıdan tiksindim, hem hayatımın aşkı dediğim kadından.

  • adam mis gibi öneri sunmuş lakin tabii ki genlerine kölelik işli bu toplum sgsjsjsjnsnnsjsj tepkileri verecek. avrupalı 4gun calismaya geçiyor.italyan 1 ay ülkeyi kapatıyor vb bir sürü örnek var. sen varlığı paylaşmak istersen bu imkan var. tabii ki sermayenin işine gelmez.

    (bkz: emrah safa gürkan) in şu videosunda https://youtu.be/5jra4oncvnq bir yerlere bu konuya da dokunmuslugu var. (bkz: mavi balina hem de minik) tam yerini de yolladı. https://youtu.be/5jra4oncvnq?t=351

    edit: biraz açıklama gereği doğdu. mesaj atan merak edenlere algıladığım perspektiften verdiğim cevabı buraya iliştireyim.

    erkan baş, mavi yakadan,yapılabilecek alanlardan bahsediyor. gitsin 3 vardiya muhasebeci/yazılımcı/ofisboy vb çalıştırsin demiyor.

    tayland'da tekstil fabrikasında bizzat uygulanisina şahit oldum. 12 saat tek ekip çalışılıyordu. bunu 8 saate çekip çift vardiyaya dönüldü.üretim hat aynı çalışan (x 2) , çok daha verimli ve karlı olundu. para tayland'ın o zamanı kadar degersizken yapilabildi. türkiye şu anda bu halde. özellikle ihracat yapabilenin kazandığı paranın haddi hesabı yok. para degerlenince bunlar tartışılmaz konumda olur. şu anda yoksulluk varken solcuların anlamsız önerilerinden bir tanesi anlamlı hale geldi. safkan bir kapitalist olarak bunu uygulanabilir buluyorum.

  • olası senaryosu şöyle gerçekleşecek olay;

    (uğur tütüneker galatasaray'ın başına geçer ve gazete manşetleri)

    ilk sayfa: galatasaray özüne dönüyor!
    başkan: takımın başına evladımızı getirdik
    yorumcular: sabırlı olmak gerek

    yöneticiler: galatasaray'da alex ferguson dönemi yaşanacak
    futbolcular: florya'da adeta bir aile ortamı var
    tesis çalışanları: 20 yıldır burdayım böyle bir ortam görmedim

    (5 hafta geçmesine rağmen takım bir türlü beklenilen ivmeyi gösteremez)

    rıdvan dilmen: büyük takımın ağırlığını kaldırmak ve baskılara direnebilmek zordur.
    osman tamburacı: uğur galatasaray'ın kalibresinde bir hoca değil
    mustafa denizli: 3 takımda da çalışmış ve şampiyon yapmış biri olarak diyebilirim ki, ....

    (6. hafta fenerbahçe derbisi oynanır ve galatasaray kaybeder. limitler zorlanmaktadır.)

    başkan: hocamızın arkasındayız
    hıncal uluç: maça çıkarkaen saçını sakalını düzeltmeyen bir insan galatasaray gibi elit bir oluşumda bulunamaz.
    ahmet çakar: uğur tütüneker saha kenarında dış görünüşüyle aslanı andırıyor ama sahada kedi gibi bir takım var.

    (7. hafta fatih terim'in başarısızlığı kesinleşir ve sözleşmesinde kovulması halinde çok ağır şartlar bulunmasına karşın milli takım'dan istifa(!) ederek taraflı tarafsız herkesin takdirini kazanır)

    başkan: ben galatasaray kulübünün başkanıyım. istediğim herkesle elbette görüşürüm.
    fatih terim: galatasaray tabii ki her zaman özeldir. şartlar ne olursa olsun eğer bize ihtiyaç varsa, hayır deme lüksümüz yoktur.
    sneijder: büyük çapta başarılar için daha büyük düşünebilmemiz gerekir.

    (başa geldiği 8. haftada uğur tütüneker görevinden istifa eder ve yerine fatih terim gelir.)

    başkan: uğur galatasaray'ın evladıdır. adam gibi geldi, adam gibi de gitti. gelecekte tekrar bu takımın başına geçeceğinden adım gibi eminim.
    fatih terim: uğur kardeşimiz gerçekten takımda pozitif anlamda büyük değişikliklere imza atmış. alacağımız başarılarda onun da muhakkak payı büyük olacak. ancak tekrar söylüyorum, başarısızlıklarda tek sorumlu benim.
    yöneticiler: uğur tütüneker herhangi bir tazminat istemedi. son alacağını da görüştük anlaştık 24 ay taksite böldük. anlayışlı tavırlarıyla bu camia'nın tekrar takdirini kazanmıştır. uğur galatasaray'ın çocuğudur.

    uğur tütüneker: herkese her şey için teşekkür ederim..

  • çanakkale savaşlarının ülkemiz tarihinde farklı bir yeri var. 3 yıl sonra o topraklara müttefiklerin ayak bastığını bilsek de ww1'in gelibolu cephesini kazandığımızı biliriz, haklı ve mağrur gururunu yaşarız.

    fakat tarihimizde pek de alışık olunmadığı şekilde, hem dünyanın diğer ucundan gelen anzakları buraya getiren şeyin ingiliz emperyalizmi olduğunu bildiğimizden hem de cephe savaşında birçok kez yaşanan sıcak hadiseler sonrasında anzak milletlerine anlayış duyulmuş.

    gelibolu'da ölen anzak askerleri için atatürk'ün söylediği o ünlü sözler de bunun kanıtı. anzakların genç yaşlı demeden her sene gelip burada ayin düzenlemesi, onlara duyulan hoşgörü vs. savaştığımız diğer milletlerden farklı bir yaklaşım oluşmuş.

    erdoğan'ın bu sözleri ise bu 100 yıllık geleneği ve anlayışı, üç kuruşluk seçimlere malzeme etmek için müptezel bir katliamcıyı muhatap alıp nasıl yıkabildiğimizi gösteriyor. devlet terbiyesi ve geleneği ayrı bir şey. dikkatli bakan anlar.

  • olay aslında 30 yaş değil, yetişkin olduktan sonra bu faaliyete girişilmesi hadisesi. başlık piyano kapsamından da genişletilebilir, tüm müzik aletleri, hatta tüm hobiler bu kapsama girebilir, dil öğrenmek bile. karşı çıkacaklara saygı duymakla birlikte, öyle kursla, youtube videolarıyla falan da olacak iş değildir hiçbir hobi, bana göre. elbette bir şeyler öğrenilir ancak gerçek manada uygulama için bu yola hem madden, hem manen, bir bütün olarak girmek gerekir. bana göre hobi, karşılık beklemeksizin ve uğruna ciddi paralar harcanabilecek keyif veren aktivitelerdir. piyano çalma taahhüdü de bu kapsamda kabul edilmekte midir? önce bu büyük sorunsalın zihinde yanıtlanmış olması gerekir. çünkü tam manasıyla yetişkinken piyanoya başlamak, hayata dair büyük bir taahhüttür, ciddi bir iştir, hakiki bir yaşam felsefesidir.

    piyano çalmaya ciddi baş koymuş yetişkin insanlardan biri de benim, ama çıkıp şunu bunu çaldım diye kafa ütülemeyeceğim; bilakis kafamdaki sorunsalları nasıl aştığımı kendi bilgi birikimim çerçevesinde buraya yazacağım. ben bu sorgulamaların hepsini bu yola çıkmadan önce yaptığım için, bu başlıkta kimilerine faydası olacağını düşünüyorum, zira benim de sıklıkla uğradığım bir başlık olmuştu vaktiyle. ve bu görüşleri de kendi kıçımdan uydurmadım tabii, örneğin üniversitesinde piyano okumuş safkan alman bir yakınıma konu hakkında, piyanoya başlamadan önce danışmıştım. haricinde zaten yıllardır içimde olan bir istekti, ta gezi olaylarında otellerin hollerinde yerlerde yatarken, lobilerde çalınan piyanoların harika sesleriyle uyandığım günlere kadar, hatta daha da eskilere kadar gider bu istek.

    yukarıda bahsi geçen alman yakınıma konuyu açtığımda, bana bizzat şu cevabı vermişti: eğer her gün çalışacaksan, başla. hiç değilse, çalışamıyorsan bile günde 5 dakikanı ayır ve başına otur. bu işin kritik noktası her gün en az yarım saat, bir saat çalışmaktan geçer. öbür türlü hiçbir anlamı olmaz ve vakit kaybı olur. ama piyanoyu zoraki bir mesai olarak da görme, onu severek çaldığını da hiçbir zaman unutma. bu bir hobi ve ondan keyif almak için onu çalıyoruz. ve mutlaka iyi bir hoca tut. ben 30-35 yıldır çalıyorum, okulunu okudum, almak zorunda değilim ama halen ordinaryus profesör birinden ders alıyorum, müthiş keyifli.

    sonrasında ben de çok araştırdım. özellikle fazıl say'ın tüm röportajlarını dinledim. mesela bizzat fazıl say'ın ağzından, bir eseri konser performansında çalabilmek için 200 kere tekrar etmenin gerekebildiğini (evet, yazıyla iki yüz), piyanonun çok sesli bir orkestra olduğunu, caz için bile temelde klasik eserlerle başlanması gerektiğini dinledim. röportajların hepsi youtube'da mevcut.

    haricinde yine youtube üzerinden envai çeşit yüksek takipçili kanalların, piyanistlerin piyanoya başlayanlar için tavsiyelerini araştırdım. hiçbirinde öyle kısa yoldan bu işi öğrenmek gibi bir mevzu yok. herkes "çalışabildiğin kadar çalış" diyor özetle. bu iş, zamana yayılan bir hadise olduğu için, ne kadar erken başlanırsa da o kadar iyi. elin veledi 5 yaşında başlayıp 30 yaşına geldiğinde, 25 yıllık bir piyano geçmişi oluyor. 30 yaşında biri sıfırdan piyanoya başladığında, tecrübesi sıfır ve o açığı bir şekilde kapatmak zorunda. fakat 30 yaşında başlayan biri 50 yaşına geldiğinde de, 20 yıllık bir piyano tecrübesi olacak. bırak 20 yılı, 3-5 yılda bile, sıkı çalışmayla, piyanoyu ağlatırsın. müthiş değil mi?

    buradan da 19. yüzyılda yaşamış charles louis hanon'a geleceğim (bkz: hanon). hanon, yazmış olduğu "the virtuoso pianist" adlı eserinde, o meşhur 60 pratikten önce, aslında kitabına harika bir giriş yazısı yazmıştır (bkz: preface). ancak her nedense, birçok hanon kitabına veya pdf'ine doğrudan part 1 ile başlanır ve hanon abimizin giriş bölümündeki o güzide tavsiyelerini kimse bilmemektedir, yahut sallamamaktadır. oysa hanon, o bölümün bir kısmında şunları söyler:

    --- spoiler ---

    piyano çalmaya başlayan kişinin, her zorluktaki bir parçayı çalması için 8 ila 10 sene boyunca piyano çalışması gerekir. bugünlerde, çok az kişi bu kadar vaktini buna ayırmaktadır!

    (...) yeteri kadar pratik yapmaya vakit bulamayan öğrenciler ve hocalar, sadece bu egzersizleri birkaç saat tekrar ederek parmaklarını eski seviyesine getirebilirler

    --- spoiler ---

    1800'lerde bile insanın piyano çalmaya vakti olamayabiliyormuş demek ki. bugünkü gibi piyanoya ulaşmak da, o dönemde mümkün değildi zira. piyanonun 1600-1700'lerde harpsichord'dan bugünkü haline benzer bir hale geldiğini, sonrasında da ciddi proseslerden geçtiği düşünüldüğünde, bugünkü modern insanın piyano almaya maddi olarak çok daha fazla imkanı olduğunu söylemek mümkündür. ayrıca piyano tarihi de çok ilginçtir. benim bu konuda kendi kendime sorduğum ilk soru şu olmuştu: yani piyano nasıl bulunmuş olabilir? (bkz: bartolomeo cristofori)

    gereksiz bir anekdot daha ekleyeyim: cristofori piyanoyu icat ettiğinde, bir örneği bach'a gitmiş. bach da "bu ne lan" diyip, "şuralarına şunu ekleyin, bunu yapın" diyip salmış piyanoyu. (bkz: lol)

    her neyse, hanon'un giriş yazısının tamamı: ilk sayfa, ikinci sayfa

    *

    lafı daha fazla uzatmayıp şuraya geleceğim ve yazıyı bitireceğim:

    yetişkin bir insanın akıl sağlığı yerindeyse, iradesi vardır. o nedenle yetişkin bir insanın piyanoya başlaması hadisesi, ihtiyaridir, zoraki değildir. kişi bir tercih yapmıştır. alternatif maliyetleri olacaktır. bu maliyetler göze alınmalıdır. başlı başına piyanonun kendisi pahalı bir enstrüman olmuştur. hocası ve harcanan saatler göz önüne alındığında, piyano ciddi bir emek işidir.

    fakat çıkılan bu kutlu yolda, piyano çalmanın zorluğu fark edilince bu nadide enstrüman 1-2 ayda bırakılabilmekte. oysa işin kolay yolları var. sağ el ayrı, sol el ayrı, sonra birlikte çalışma gibi. nitekim hocayla çalışmanın önemi de burada devreye girer. bilek ağrılarını bertaraf eden yine hocanın bizatihi tecrübesi ve tavsiyesi olacaktır örneğin.

    valla bıraksalar sabaha kadar piyano hakkında yazarım ama bir noktada bitmesi gerek. o nedenle, gerek hanon'un, gerek ise diğer tüm sanatçıların, hocaların vb. dediği gibi, eğer günde en az 1 saat pratik yapma taahhüdüne girilemiyorsa, o zaman piyano hoş bir anı olarak tarihte yerini alacaktır. fakat piyano öylesine adil bir alettir ki, siz ona ne verirseniz o da size onu geri verir. kayırmacılık yoktur, herkes eşittir. ne kadar ekmek, o kadar köftedir. çok çalışan hızlı ilerler, az çalışan "zor" bahanesiyle piyanoyu bırakır. hatta ve hatta çalışmalar ilerledikçe 1 saatin dahi yetmediği görülecektir. fazıl say, bir röportajında günde 14 saati bulan çalışmaları olduğunu söylemiştir. keza günde 6 saat çalışmayı övünçle sosyal medyadan paylaşan piyanistler olduğu gibi, bu işi bizler gibi belirli yaşa gelmiş insanlar bakımından günlük 2-3 saat olarak belirlemek mümkündür. elbette motivasyon kayıpları olacaktır, elbette "yok lan benden olmaz" düşünceleri zihinde dolanacaktır. ama onların hepsi geçicidir, yılmayıp, çalışmaya devam edilmelidir. bu kapsamda youtube'da sıfırdan başlayıp 1 senede, 2 senede nereden nereye gelindiğini gösteren videolar çok faydalı olacaktır.

    2-3 aylık basit egzersizler akabinde, şöyle bir satie gnosienne no. 1 çalmak, yüzdeki o sinsi gülümsemeyi doruk noktalarına ulaştıracaktır. emin olabilirsiniz.

    yeterince uzun yazdıysam, şimdi dağılabilirim.

    yakın zaman içerisinde kuyruklu piyano hakkında da yazacağım.

    fakat şimdilik bunu önerebilirim: (bkz: dijital piyano/@dragonlady)

    yaşasın #40hoursofpractice

  • u17'deki hakemlerin bile satılmış olduğunu gösteren fauldür. o harekete nasıl sadece sarı kart veriyorsun lan sen haysiyetsiz herif!?