hesabın var mı? giriş yap

  • hayatimda gordugum halka seklinde bagaj bandi olmayan tek havalimani. bavullar kosu bandi gibi duz bir bagaj bandi uzerinde gelip sonunda bir duvara carpip oraya yigiliyorlar. fantastik.

  • "ayda 10 bin giderim var, 4 bin ne ki, zengin erkek arayan kızlar eqlesin" şeklinde şekil yapmaya çalışanları göstermiş başlıktır.

    4000 iyi paradır, istanbul'da yaşamıyorsanız.

    anadolu'nun herhangi bir kentinde 4 sen, 2-3 de eşin alsa 6-7 yapar ki;
    kötü diyeni uçan spagetti canavarı çarpar.

  • twitch streaminde yorumlari izlemesi de cok eglenceli.

    o anki haliyle guzel gorunen resme yeni bir kisim eklemek icin vurdugu ilk firca darbesinde:
    -ruined
    -ruined this time
    -ruined

    birkac dakika sonra o karalti guzel bir agaca donusunce:
    -saved
    -omg it's magic
    -saved
    -saved
    -i told u guys

    arada palette renkleri secerken birisi anliyor cikiyor bagiriyor:
    -tree incoming!!!

    resim bitene kadar bunlar bir dongu halinde devam ediyor. resim bitip de bob ross hadi gorusuruz haftaya diyince 10 bin kisi arka arkaya gg yaziyor.

    streamde ara olmadigi icin hemen arkasindan diger bolum basliyor. bob amca hi welcome diye girince yine 10 bin kisi ayni anda:
    -hi
    -hi
    -hi bob
    -hi

    bir ekranin basinda bekleyen binlerce kucuk minyon gibiler. bob ross hi diyor. dalgalanarak arkalara dogru giden bir hiiiiiii dalgasi basliyor.

  • ingiliz post-punk grubu shame'in çıkış albümü.

    kısa ve net bir albüm. 38 dakika ve 10 şarkıdan oluşuyor. şarkı listesi şu şekilde:

    1. dust on trial
    2. concrete
    3. one rizla
    4. the lick
    5. tasteless
    6. donk
    7. gold hole
    8. friction
    9. lampoon
    10. angie

    özellikle concrete, one rizla ve lampoon'un altını çizmek isterim. rock müzik severlerin günümüzde hasret kaldığı tipte bir albüm. kesinlikle 2018'in en iyi işlerinden.

  • bir onbaşının liderliğini görmek.

    adana yüreğir ile karataş arasında yolun herhalde tam ortasında doğankent diye niye var olduğunu sakinlerine sorsak mantıklı bir cevap alamayacağınız bir belde bulunur. 90'lı yılların başında doğankent jandarma karakolu da yolun karataş'a bakan yüzünde tarlalara sırtını dayamış, beyaza boyanmış alçak tuğla duvarlı ve iki üç göz odadan ibaret bir yapıydı. tam bir köy karakolu gibiydi. 20-30 er erbaş ve bir kıdemli bçvş komutanlığında dört astsb ile tesis edilmişti. o bölge çukurovanın tam da coğrafi merkezine denk geldiğinden karakolun etrafı da göz alabildiğine dümdüz bir araziydi. etrafta dağlar ormanlar gibi düşman unsurun saldırı yapmasını kolaylaştıracak bir şey olmayınca oradan da klasik askeri anlayışa göre bir olay beklemiyorsunuz. empati de kurunca lan kim doğankent karakoluna ne yapsın diyorsunuz.

    ama yaptılar. malesef.

    yanılmıyorsam 1993 yılında bir yaz gecesi, geceyarısına yakın ve geçkin saatlerde karakol bir anda çapraz ateşe alınıyor. etrafta doğal bir yükseltiyi bırak yüksek bir bina bile olmadığı için ağır silah kurmadan 10 veya daha az sayıda terörist doğu batı istikametinde ellerindeki yalnız kaleşnikoflar ve el bombaları olduğu halde saldırıya geçiyor. gecenin sükuneti sürerken birdenbire çapraz ateşe başlıyorlar. karakolda o güne kadar doğru düzgün silah ateşlemiş tek bir asker bile yok. zaten doğankentteki bütün olay tarlalarda esrar var mı diye bak - yol kes idari arama yap - "kocam beni çok dövüyor söyleyin az dövsün" diye karakol ziyaret eden hanımlardan ifade al ekseninde gerçekleştiği için bu birdenbire gelen silahlı saldırı karakolu paniğe sevkediyor.

    karakolda bir adet mg3 var onun dışında alay komutanının da deyişiyle içerde "bi bok yok". cendermeler can havliyle mg3ü iki şeridiyle beraber çatıya kuşların yuva yaptığı mevziye çıkarmaya çalışıyorlar. silahını kapan dışarı kendini atıp duvar dibine mevzi almaya çalışıyor. herkes don atlet, duvarlara kolonlara camlara habire mermi isabet ediyor ve ilk bir iki dakikada karakol buna hiçbir karşılık veremiyor.

    çapraz ateşe girmek tüm pusu senaryoları arasında kendinizi en bulmak istemeyeceğiniz, yaşama şansınızın karşılık verme / düşmandaki ağır silah sayısı / ne kadar yakın oldukları / hava şartları gece karanlığı gibi bir çok değişkene bağlı olarak en hızlı azaldığı durumdur. çapraz ateşi kırmanın tek yolu da gökten ejderhalarınız yardıma gelmiyorsa üstün ateş gücüdür. pusuya girenler pusu atanlara bunaltıcı bir volümde mermi yağdırmayı başarırlarsa kafayı kaldırıp durum değerlendirmesi yapabilir, insiyatifi ele alabilir, oradan çıkmak için manevraya girişebilir. yapamazsanız oraya yapışır kalırsınız. burnunuzu bile çıkaramazsınız. bu zayıflığı da düşmanlarınız farkederse yaklaştıkça yaklaşırlar ve birden el bombası menziline girersiniz. sonrası felaket.

    doğankent karakol komutanı astsb bçvş karakolda yattığı ve o sırada orada bulunduğu halde odasının delik deşik olması yüzünden can derdine düşüyor. silahı elde yatağının yanına çöküyor ve orada kalakalıyor. karakolu kendi haline bırakıyor. diğer astsubaylar da izinli. erleri yönlendirecek kimse yok ortalarda. böylece karakolda tam bir cehennem senaryosu hüküm sürüyor. ve teröristler bunu da çok geçmeden farkediyor. ateşi yoğunlaştırıp yaklaşmaya başlıyorlar, silah sesleri gitgide yakına geliyor.

    bu sırada en olması beklenmeyen şey vukua geliyor ve erbaş arasında bir çocuk öne çıkıyor, beyaz atleti şortu ile diğerlerinden ayıramayacağınız elinde g3'ü ile duran bir uzun dönem asker. ateş sürerken kaos esnasında kafasını parapetin üzerinden kaldırıp kendince durum değerlendirmesi yapıyor. bir onbaşı bu. 20 yaşında. kafasının üzerinde vızıldayan mermilerden bir gram çekinmiyor. atış ve yaklaşma noktalarına üstünkörü bir bakıp başlıyor emirler yağdırmaya. -"hüseyin sen şu duvara koş", -"selim sen şu noktayı tara", -"kadir sen her otuz saniyede bir aydınlatma mayını at önümüzü görelim", -"mg3 sen şu alanı tara, sırtımızı temin et" diye bağırarak duvarın ardında ayağa kalkıp bizzat kontrollü bir atışa başlıyor. bunu gören erler korkularından silkiniyorlar. o ana kadar ne yapacaklarını bilemeden titreyen er-erbaşlar birden arkadaşlarından gelen kendinden çok emin ve otoriter bir edayla verilen bu emirleri hiç sorgulamadan hemen harfiyen uygulamaya başlıyor ve hayatında 3 mermiden fazlasını atmamış olan başlarında komutanları olmayan bu çocuklar bir anda inanılmaz bir savunma duvarı oluşturuyorlar. kendi başlarına... askerliğin pratiğine dair fikirleri olmayan askerler korkunç bir ateş volümü yakalıyorlar. onbaşı o kadar doğal bir liderlik sergiliyor ki çatışma on oniki dakikayı geçince atış yoğunluğunun azalmaması için koruma ateşi desteğinde malzemeliğe iki arkadaşını gönderip mermi ikmali falan da yaptırıyor. ateş altında kendine komando binbaşı diyenlere taş çıkartırcasına karar veriyor, uyguluyor, sevk ediyor. savaş alanını domine ediyor herif. teröristler de bakıyorlar ki işin rengi değişmeye başlıyor, komando unsurlarının karakolda olduğunu falan düşünüp, aynı zamanda mermileri de azaldığı için çatışarak çekilip kaçıyorlar. sakızlı hacıali istikametinden tarsus tarafına doğru fıyıyorlar. daha bildik bir tabirle "gece karanlığından faydalanarak" gidiyorlar. ama öğlen güneşi altında kaçsalar da kovalayacak kimse yok zaten.

    sonra ertesi gün oluyor.

    raporda doğankent bütün gece çatışmış ölü yaralı yok diyorlar. başçavuş silah sesleri kesilince odasından çıkıp telsizle yardım istemiş. yardım gelince de erlerin ifadeleri doğrultusunda hemen göz altına alınıyor. bilahare bir buçuk yıl kadar süren bir mahkeme süresince "korktum" diye kendini savunuyor. askeri hakim heyeti de korkmanın insani bir duygu olduğu yönünde emsal bir karar alıyor. bçvş ceza almıyor ama meslekten de ilişiğini kesiyorlar.

    il j. alay komutanı karakoldaki kurşun deliklerine bakıyor. yaklaşık 1000-1200 mermi isabeti var. karakolun her yeri isviçre peyniri gibi olmuş. 45 dakika bir saat boyunca erlerin neler yaptıklarını dinliyor. tüm erler tek bir onbaşıyı işaret ediyorlar. bizi o sevk ve idare etti komutanım diyorlar.

    jandarma albay onbaşıyı karşısına alıyor. hikayeyi bir de ondan dinliyor. zira o onbaşı olmasaydı bir ihtimal o gün gazeteler 30 şehit haberi yazacaklardı. şans. albay da biliyor ki o gün herkes şansa kurtuldu karakolda. ve oraya zorunlu askerlikle getirilmiş, aslında o işi kariyeri olarak yapmayan, yapmak istemeyen bir güruh içinde tam da ihtiyaç anında bir doğal lider çıkması ne büyük bir şans.

    - nerelisin sen onbaşı?
    - izmirliyim komutanım.
    - ne iş yapıyorsun?
    - kunduracı kalfasıyım komutanım.
    - karakolu bütün gece savunmuşsunuz evladım, bizzat sevk ve idare etmişsin. hiç korkmadın mı?
    - korktum komutanım.
    - ee? nasıl başladın ya emir vermeye?
    - kendimi sorumlu hissettim komutanım. en rütbeli bendim.

    onbaşı teröristlerin nerelerden geldiklerini, ne tip silahları olduğunu, malzemeliğin kapısını nasıl kırmak zorunda kaldıklarını anlatır. o anlattıkça zabitan heyeti dinler. adana'nın ne kadar rütbelisi varsa bu kunduracı onbaşının sözünü kesmez. karşısında da oturmazlar. lider yetiştirilenlerin lider doğana bir yerde saygılı olması da böyle insanın içine çok işleyen bir manzaradır. sanki bütün o üniformaların, maskelerin ardında askerliğin daha antik koduna şahit olmak gibidir bu. nihayetinde askerlik kahramanlık mesleğidir. arada gerçek kahraman da görürsünüz. bu onbaşı gibi.

    bilahare doğankent karakolu hemen tadilata girer, dört makineli tüfek bir zırhlı araç ile takviye edilir. astsb yerine bir de üsteğmen atanır ve kahraman onbaşı önünde kalan 90 günlük askerliğini yapmaz. hemen o gün terhise hak kazanır. kendisine verildiğini çok nadir gördüğüm kırmızı tezkere yazılır ve bunu 6. kolordu komutanı korgeneral bizzat eliyle takdirnamesiyle beraber imzalar.

    bu onbaşıların çoğunlukta olduğu bir ordu yaratmak yerine onları kırmızı tezkerelerle eve erken gönderip yola katırlarla devam etmek de sanırsam bize has bir ironidir.

  • asıl yanlış olan "özel sektör çalışanlarının cumartesi de calışması"dır.

    ben çalışıyorum memur da çalışsın diyecek kadar malsan, pazar da çalışsan fark etmez zaten.

    edit: 06:58'de ofise girdim. evet cumartesi.

  • malum twitlerini görünce üşenmedim ve önce keepass'ı açıp, tee nezmandır giriş yapmadığım imdb şifreme baktım, ardından log in olup yeni filmini arattım ve büyük bir keyifle oyladım. (bkz: 1)

    komedyendir.

  • elazığ'da yaşıyorum. dışarıda kalan, korkan, bir ihtiyacı olan varsa veya bir yakını olan varsa bir mesaj uzağınızdayız.

    arkadaşlar şunu düzelteyim, ben ve kardeşim fiziksel engelliyiz. bu nedenle gidip yardımcı olma imkanımız yok. ama misafir edebiliriz. bu nedenle yazdım.

  • burnun duzenli olarak temizlenmesi.

    tanimlamasi kolay olsa da, cogu kisi tarafindan onemsenmeyen hatta yok sayilan bir kisisel bakim turu. nasil yapilacagina gecmeden once kendi tecrubelerimden bahsetmek istiyorum.

    kendimi bildim bileli solunum yollarimda problem var; burun kemigi egriligi, geniz akintisi, alerji, sinuzit ve kisin gecmek bilmeyen nezle. bu sorunlarla karsilan herkes gibi ben de antibiyotikler, kremler, burun spreyleri ve oksuruk suruplari kullandim. hicbiri gercek anlamda sorunlarimi cozemedi; farial, otrivine ve flixonase gibi ilaclar ise yariyordu ama surekli kullanilamadiklari icin sagladiklari cozum gecici oluyordu. antibiyotikler burundaki enfeksyonu temizliyor fakat sonrasindaki oksuruk krizlerine care olamiyordu. bazi spreyler burun icindeki kilcal damarlari zayiflatiyor ve hic olmadik zamalarda burun kanamalarina neden oluyordu. yani ozetle kis geldiginde yasam cekilmez oluyordu.

    gecen sene, hayatimi iskenceye ceviren sorunu cozmeye karar verdim. internette gecen uzun saatler sonucunda, insanlarin tecrubelerinde ozellikle duzenli burun temizliginden bahsettiklerini farkettim. cozum gercekten bu kadar kolay olabilir miydi?

    denemeye karar verdim ve duzenli burun temizligine basladim. ilk haftalar dogru karisimi elde etme cabalariyla gecti buna ragmen nefes alisim rahatladi. iki-uc haftaya burnum tamamen acildi ve o zamandan beri hic burun tikanikligi yasamadim. kesfettigim seyi cevremdeki diger insanlara anlattigimda, yapilir mi veya ugrasilir mi gibi tepkiler aliyorum. ama inanin yapilir ve bu sorunun tek cozumu bu.

    burada tarif edilen seyleri yapmadan once lutfen doktorunuza danisin, herhangi bir ters etkilesime veya alerjiye neden olmak istemem. tahmin edebileceginiz gibi cozum kolay ve keyifli degil, hatta tam tersi zor ve aci verici. bu nedenden dolayi da yaygin bir sekilde uygulanmiyor. yillardir bilinen bir yontemi kullanacagiz: burna ilik tuzlu su cekmek.

    piyasada satilan sterimar isimli bir sprey var, ayni isi yapiyor gibi gorunse de, kendi tecrubemde bu sprey'in iki dezavantajini gordum. birincisi spreyin soguk olmasi; bu burun icinde garip bir gidiklanmaya neden oluyor ve burnun icinde katilasmis sumugu, sicak su kadar etkili yumusatamiyor. ikincisi, tam bir dezavantaj olmasa da, sprey'in tuz oraninin az olusu, ayrica burna sprey olarak sikildigi icin cok az bir miktarin kullanilmasi. karsilastirma olarak, burna cektiginiz bir avuc tuzlu su, bir kutu spreyden cok daha etkili oluyor. yine de eger kullanmadiysaniz, bahsedecegim cozumden once bu spreyi deneyebilirsiniz.

    ideal tuzlu su tarifi soyle:
    oncelikle deniz veya okyanus suyundan uretilmis, iyotsuz tuz bulmaniz gerekiyor. normal tuzdan biraz daha pahali oluyor, toz gibi degil pul biber gibi parca parca oluyor. iyotlu sofra tuzu kullanmayin, bu tuzun az bir miktari bile burnu cok feci yakar. ayrica gerekli tuz miktarini kullanamadiginiz icin burnunuzu da acamazsiniz.

    ilk defa yapacaginizi varsayarsak, su bardagina bir cay kasigi deniz tuzu koymaniz yeterli olacaktir. ekleyeceginiz suyun sicakligi onemli, elinizin disini rahatsiz etmeyecek kadar sicak/ilik olmali. yani tam olarak ilik/sicak arasi. ilik olursa burna cekince soguk gelecektir, sicak olursa da burnunuzu yakacaktir. ilk gunlerde biraz daha ilik tarafta kalin, cunku tuz burnunuzu yeterince yakacak.

    tuzu koyup, ilik suyu uzerine ekledik. simdi en zor bolum geldi, suyu burna cekmek. bardaktan bir avucu dolduracak kadar su alin ve burnunuza goturun burda ogrenmeniz gereken; suyu burnunuzun derinliklerine cektiginizde cigerlerinize degil, genzinizden gecip agziniza geldigi. tabii cok cok hizli cekerseniz cigerlere gitme ihtimali var, olay suyu spreye donusturmeden cekmek. biliyorum cok zor ama tuzlu suyu genzinize kadar cekmeniz gerekiyor, ilk denemede buyuk ihtimal yapamayacaksiniz ama zamanla uzmanlasacak ve su icmek kadar rahat bir refleksle yapabilir hale geleceksiniz.

    bir de eger ilk defa yapiyorsaniz, burnunuz buyuk ihtimal tikalidir. bu isleri biraz daha karisik hale getiriyor. suyu ilk defa cekip sumkurunce baya bir kati akinti gelmeli. bu noktada cok derine cekmenize de gerek yok, once onleri acacagiz, arkalari acmak biraz daha uzmanlik gerektiriyor.

    comezlik donemlerini atlatip, burnun on kisimlarini temizleyince daha zor olan arka taraflara ve sinuslere gececegiz. bu kanallara cekilen tuzlu su on taraflara gore cok daha fazla aci veriyor ama dayanmaniz lazim. tuzlu suyu burundan sinuslere oradan genize cekip tutmaniz gerekiyor, ben 10-20 saniye tutuyorum. bu arada icinizden butun kufurleri edebilirsiniz, ama suyu birakmamaniz gerekiyor. sonrasindaki rahatlik icin biraz dayanmalisiniz. bunu 3-4 defa yapmaniz yeterli olacaktir. sonrasinda burnunuza temiz su cekmeyin, durulama icin baska bir yontem kullanacagiz.

    tuzlu su cekme fasli bittikten sonra burnunuz kisa bir sure akacak sonrasinda ise akamadigini farkedeceksiniz, bu noktada fazladan suya ihtiyacimiz var. iste durulamayi da boyle yapacagiz, tuzlu su cektikten sonra 3-5 bardak su icmeniz gerekiyor. ilginc bir sekilde su ictikten sonra burnunuzun saril saril aktigini goreceksiniz.

    simdi gelelim isin puf noktalarina:
    - kesinlikle ama kesinlikle yatmadan once yapmayin. tuzlu su tedavisinden sonra burnunuz bir saat akacak, eger bunu yapip yatarsaniz oksurukten bogulursunuz.
    - tuzlu su cektikten sonra su icmek cok onemli, su icmezseniz burnunuz deli gibi kasinacaktir.
    - sudaki tuz orani arttikca, karisimin burnu temizleme gucu de artar. tuz miktarini fazla abartmayin ama unutmayin burnumuzun yanmasi gerekiyor. aci yoksa sonrasinda rahatlama da yok.
    - en onemlisi bunu bir aliskanlik haline getirmeniz gerekiyor. ilk zamanlar gunde iki kere yaparken sonrasinda gunde bir kereye dusurebilirsiniz. burnunuz acikken bile bu temizligi yapacaksiniz, ozellikle de kisin -en az- iki gunde bir bu temizlik yapilmali.

    bonus olarak, tuzlu su sihirli bir sekilde burun kanamasina da iyi geliyor. tedaviye basladigimdan beri hic kanama yasamadim. yine de eger burnunuz beklenmedik bir sekilde kanarsa tuzlu su cekmeyi birakin, bilmediginiz ters bir etkilesim yasiyor olabilirsiniz. mutlaka doktorunuza basvurun.

    sonucta ne oluyor; tuzlu su ile temizlenen burun, rahat bir sekilde akiyor ve icinde enfeksyon uretici maddelerin birikmesi engelleniyor. ayrica burun one dogru akabildigi icin geniz akintisi azaliyor. otomatik olarka oksuruk de kesiliyor. iste nezlesiz, geniz akintisiz ve oksuruksuz huzurlu bir yasam hepsi gunde bes dakika ayiracagimiz kucuk bir burun temizligi sayesinde.