hesabın var mı? giriş yap

  • azerbaycan-ermanistan savaşında, o yere göğe sığdıramadıpımız filistin ermanistan'a destek verirken, israil azerbaycan'a destek verdiği için olabilir.

  • chp bereketi ile geldi maşallah, eskiden baraj kururdu şimdi temmuz'da yağmur yağıyor, aynı bereket ülkenin başına gelsin.

    çok iyi oluyormuş böyle yazmak ya :d

  • memlekette çürümüşlüğün bir başka şekli. kime yaranacağınızı şaşırdınız.
    allah belanızı versin, versinde o çocuktan daha beter olun inşallah.

  • yabancı külliyatta sea peoples olarak geçen, bilinen antik dünya'nın tunç çağı (bronz çağı) döneminin ve sisteminin milattan önce 13. asırdan yavaştan başlayıp 12. asırda kati sonuçlara erişen bir dizi istila neticesinde toptan çöküşünün ana nedeni olan kavimler grubu/konfederasyonu. bu terim batılı mısırologlar tarafından yakıştırılmış ve yaygınlaştırılmış bir deyimdir. yazılı metinlerde böyle bir terimleme yoktur. ancak, denizden gelen işgalcilerin tasviri vardır.

    homeros'un ilyada ve odysseia eserleri de çağ itibariyle mitolojik unsurlar ekleyerek bu deniz kavimlerinin cirit attığı dönemi yansıtır. truva'nın yıkımı hadisesinin, oradaki ittifak halinde geçen savaşarın ve odysseia'da anlatılan seferlerin (bir mısır bahsi geçer orada da) bu deniz kavimleri savaşlarının parçası olduğu teorileri vardır. özellikle odysseia'da çeşitli yörelere (mısır, girit vs.) çeşitli saldırıların anlatımları bulunur. mitolojik anlatıma tam anlamıyla itibar etmek mümkün olmasa da, homeros'un birkaç asır ileriden o dönemi duyum üzerinden yazıya döküp anlatmış olması gibi bir vaziyet mevcuttur.

    velhasıl, bu kavimler, iklim mecburiyetlerinden kaynaklı bir tür yağma konfederasyonu kurarak, bilinen antik dünya'da bilinen ne kadar medeniyet, yönetim, monarşi vs. var ise asur, fenike ve mısır istisnalarıyla bir bütün halinde yok etmiş, ortadan kaldırmıştır. taş üstünde taş, omuz üstünde baş kalmamış, geriye kalan yanmış, yağmalanmış ve yıkılmış, asırlar sonra kazılıp ortaya çıkarılacak şehir kalıntıları olmuştur.

    ki, bu yok olanlar arasında hititler gibi dönemin büyük güçleri de vardır. muhtemelen bu istila ve yıkım o denli hızlı olmuştur ki, hititler gibi yazılı kültür sahibi medeniyetler dahi arkalarında bu olanlara dair hiçbir yazılı metin dahi bırakma fırsatları olmaksızın, adeta tarihten sırra kadem basmışlardır. asurlar kendi ana bölgelerine (kuzey ırak) kadar çekilmişler ve bu surette total yıkımdan kurtulmuşlardır. mısır savaşmış ve zar zor ayakta kalmıştır. doğrudan doğruya hedef bölgelerin civarında kalan fenikeliler'in ne şekilde kurtulduğu bugün dahi anlaşılmamıştır. miken (mycenaean) medeniyetinin savaşçı kralları bir bir yok olmuştur. ugarit, alalah, karkamış, kıbrıs (alasiya), arzawa (ortabatı anadolu'ya tekabül eder günümüzde) da diğer kurbanlar arasındadır (girit'te minoa medeniyetinin sonunun kesin nedeni netlikle bilinmemekle beraber, deniz kavimlerine yakın bir dönemde benzer bir istila ile sonlandığına dair emareler bunun da deniz kavimleri işi olduğuna delalet olabilir). mısır ve asur ise tamamen yok olmasalar da, ciddi ölçüde zayıflamışlardır (ki mısır'ın yeni krallığı 100 sene sonra ortadan kalkacaktır). sadece doğrudan hedefler değil, dolaylı olarak başka medeniyetler de deniz kavmi istilalarının dolaylı sonuçlarına kurban gitmiştir; gücünü akdeniz havzasıyla ticaretten alan (afganistan'dan gelen kalay madeni babil üzerinden akdeniz havzasına dağılırdı) koca babil, çevresinin yok olması ile gücünü kaybetmiş ve 12. asırda o da elamlar'ca yakılıp yenik düşmüştür. dönemin güçleri genelde birbirleriyle diplomatik ilişkilere sahip, pek çoğu artlarında yazılı bir kültür ve ciddi arkeolojik mimari bırakmış medeniyetlerdir.

    demirden kılıç ve kargılarıyla gelişkin gemilerinden inen onbinlerce savaşçı, bronz mızraklı ve at arabalı (chariot) savaşçılara sahip medeniyetleri tek tek indirmiştir (bu bağlamdadır bronz/tunç çağının bitip "demir çağı"nın başlangıcı). silahları da gemileri de üstündür; demir kılıçları bilinen dünyanın tunç mızraklarına göre üstün bir silahtır. akdeniz'de uzun yolculuklar yapabilecek seviyede hıza, manevraya ve dayanıklılığa sahip bir gemi teknolojisine (galley - kadırga tipi kürekli gemiler) sahiptir bir de bu kavimler..

    hareketlerinin nedeni olarak belirtilen unsur ise genellikle kuraklıktır..tüm akdeniz havzasında dönem itibariyle açlığın ve kuraklığın izleri sürülür. bu kavimleri harekete geçiren unsurun da, bölgede yaşanan o vakte dek eşi benzeri görülmemiş kuraklık ve dolayısıyla oluşan açlık (su olmadan tarım da olmuyor zira) neticesinde yaşanan kendini doyurma ve kurtarma arayışı (ve bu nedenle de harekete geçmeleri) olduğu düşünülür.

    deniz kavimleri haklarındaki ve hikayeleri ile ilgili asli yazılı bilgiler mısır yazıtlarından elde edilmiştir. bilhassa da medinet habu yazıtları epey bir detay verir. ama bu detaylar tam olarak bu kavimlerin kimliği ve orijinleri konusundaki gizem tabakasını tam olarak ortadan kaldırmaz. hatta "deniz" ve "ada" bağlantıları bu kavimlerin tamamı değil, bir kısmı için kullanılır ana temel teşkil eden mısır yazıtlarında. ancak istilacı kavimlerin tamamı genelde bu "deniz kavimleri" çatı isminde torba halinde toplanır.

    mısır yazıtları genelde kendi medeniyeti üzerine yapılan atakları, kendi üzerlerine olan etkileriyle inceler. diğer medeniyetlerin yaşadıklarını detaylı anlatmaz. ancak diğer medeniyetlerin yaşadıkları yok oluşu dört bir yandaki arkeolojik kalıntılar gösterir. örneğin hitit başkenti, bugünkü çorum sınırlarındaki hattuşaş kenti, suriye'de ugarit, günümüz yunanistan'ındaki eski miken şehirleri, bir ihtimal truva en önemli yaşayan arkeolojik kanıtlarından birkaçıdır bütün bu yıkıntının..

    bir diğer kaynak da ugarit mektuplarıdır. günümüz suriye sınırlarında yer alan ugarit medeniyetinden elde edilen yanmış, bir kısmı daha fırınlarının içinde tespit edilmiş ve hiçbiri muhtemelen muhataplarına/hedefine hiç ulaşmamış çivi yazısından kil mektuplardır deniz kavimlerinin tehlikesini ve istilasını anlatan metinler. ugarit ordusu ve donanması dışarıda seferdeyken aniden gelen kalabalık ve korkunç bir istila ve bu istilanın karşısındaki yardım çığlıklarını tasvir eder bu mektuplar.

    tarihi ve arkeolojik verilerden bu istilaların doruk noktasının mö 1180-1170 civarına tekabül ettiği düşünülür.

    bu kavimlerin yakıştırıldığı karşılıklar vardır; ancak bir çoğu kesinlik arz etmez. bu teorilerin bir bölümü, etimolojik yakınlıklar üzerinden yapılır (aşağıda anlatacağım, sakin)..bir de bu kavimlerin başka metinlerde de yer yer geçtiği görülür. örneğin bu kavimlerin bazılarının mensuplarının paralı asker olarak kadeş savaşı'nda yer aldıklarına yönelik kitabeler bulunur (kadeş yazıtları). ancak belki 2 tanesi hariç tutularak, hiçbirinin tam kökenleri hakkında kesin bir bulgu yoktur. hatta müteakip olarak işgale uğrayan bölgelerde ortaya çıkan diğer kavimler (örn. frigler) ile bile bağlantılandırılmalı veri kısıtlılığı nedeniyle pek mümkün değildir. etimolojik çıkarımların bir bölümü, mısır'ın hiyeroglif alfabesine latin alfabe sistematiğine çevirmekteki ikilemler nedeniyle iyice güvensiz hale gelir.

    deniz kavimlerini oluşturduğu bilinen kavimler:

    denyen -- mısır kitabelerinde (medinet habu'da da, harris papirüsünde de) bu kavmin bir ada halkı olduğu yönünde ifadeler mevcuttur. nerden geldikleri konusunun tam net olmaması bir yana, kim olduklarına dair teoremler de doğrudan doğruya isim benzerlikleri üzerinden yapılır. israiloğulları'nın dan kavmi, güney italya bölgesi kavmi daunlar, danaoi (akalar), günümüz yunanistan'ını vaktinde işgal eden dorlar gibi hipotezler hep "denyen" ismine benzerlik üzerinden çıkmadır.

    ekwesh - yine antik yunan akalar'ın diyarı için hititçe tabir olan ahhiyawa üzerinden kurulan isim benzerliğinden akalar'ı imlediği savları vardır. ancak kim olduğu en belirsiz gruplardandır. mısır yazıtları bunların libya üzerinden yapılan saldırılarda libya ordusunda paralı asker olarak yer aldıklarından tut da bunların sünnetli olduğunu dahi yazmıştır da tam nereden kökenlendiklerini yazmamıştır.

    lukka - antik dünya'da yaygın olarak bu şekilde isimlendirilmelerinden yola çıkılarak (hititler de bu şekilde isimlendiriyor), bu kavmin likyalılar'ı temsil ettiğine yönelik az muhalefet gören bir görüş birliği var. ikinci ramses'in kadeş yazıtlarında da lukka kavmi, hitit safında savaşanlar arasında geçiyor. muhtemelen de doğru bu hipotez..

    peleset - bölgeye isimlerini de veren, deniz kavimleri istilası neticesinde bölgeye yerleşen antik "filistinliler" (philistines) kavmi olduğu konusunda neredeyse bir ittifak mevcuttur.

    shekelesh - etimolojiden yola çıkarak, sicilyalılar olduğu teorize edilir. mısır yazıtlarında bu deniz kavimleri detayının yanında libyalılar (meshwesh) ile birlikte mısır'a merneptah dönemi saldırdıkları da anlatılır. mısır anıtlarında yuvarlak kalkanlı mızraklı askerler olarak göğüslerinde madalyonlar, kafalarında başlıklar ile tasvir edilirler. ugarit mektuplarında da isimleri geçer; denizlerde çok rahatlıkla hareket ettikleri anlatılır.

    sherden - kuvvetle muhtemel sardinyalılar (başlığında ayrıca yazmıştım, oraya bakınız --- (bkz: sherden/@turcopolis))

    teresh - tirenliler veya truvalılar olduğu hipotezleri vardır. bu da etimoloji bazlıdır. ancak başka da bir bilgi yoktur haklarında..

    tjeker - bunların kökenleri de varsayımsaldır. medinet habu'da istilacı kavimler arasında geçmesinin yanında, wenamun namlı gezginin mısır'da papirüslerde keşfedilen ve bugün puşkin müzesi'nde sergilenen hikaye yazımında geçer (bu "seyahatname"nin fiction olduğuna inanılmaktadır artık günümüzde). wenamun'un hikayesinde, kenan'daki dor limanının (israil'de hayfa civarı antik bir yerleşim) beder unvanlı bir tjeker prensince yönetildiği belirtilir. ancak bu muhtemelen, tjeker'li arkadaşların büyük deniz kavmi istilasından sonra bölgeye yerleştiğine emaredir, zira wenamun'un hikayesi, medinet habu'ya göre daha geç bir döneme aittir.

    weshesh - belki de hakkında en az bilgi olan kavim. sırf fonoloji ve etimoloji benzerliklerinden bazı hipotezler vardır haklarında - akalar'ın parçası olduğu, antik karya'nın wassos kentinin (bugünkü güllük bölgesi) halkı olduğuna, güney italya'da oscia bölgesinden geldikleri gibi - hiçbiri de net bir belirtme imlemez.

  • çok basit. bantın altında bir çalışan var. ürün geldikçe alttan çekiyor makarayı. bazen kasiyer size "bant çalışmıyor, ürünleri iter misiniz" diyor ya, o sırada sigara molasında oluyor o arkadaş.

  • auroville, 1940'ların ünlü gurusu sri aurobindo ve annesi olan "görücü anne" tarafından düşünülmüş ve temelleri atılmış kentütopi.

    25 se­ne ön­ce ü­to­pik bir fi­kir ger­çek­leş­ti­ril­me­ye baş­ladı. 124 ül­ke­den ge­len konukların katılımıyla hin­dis­tan’ın gü­ne­yin­de "a­u­ro­vil­le" ku­rul­du, yani "ge­le­cek­de­ki in­san­la­rın u­lus­la­ra­ra­sı şeh­ri". bu zi­hin­sel bir de­ne­yim­di. bü­tün i­yi­ ni­yet­li in­san­la­rın bir a­ra­da ya­şa­ya­cak­la­rı ve sa­de­ce en bü­yük ger­çeği din­le­ye­cek­le­ri bir yer. büyük usta yo­gi sri a­u­ro­bin­do ve görücü an­ne böy­le is­te­miş­ti. kısacası auroville, ba­rış ve hu­zur rü­ya­sı­nı ger­çek­leş­tir­me­ yolunda atılan bir adım. a­u­ro­vil­le bir ta­til cen­ne­ti de­ğil­dir, ilk ba­kış­ta öy­le gö­rün­se de. a­u­ro­vil­le’nin ger­cek­ten ne ol­du­ğu çok zor i­fa­de e­di­lir. res­mi a­dı "top­lum pro­je­si" o­lan a­u­ro­vil­le’deki yaklaşık 700 sa­ki­n o­rayı zi­hin­sel bir de­ne­yim o­la­rak gör­mek­te­ler. bu insanlar, yo­gi ve fi­lo­zof o­lan sri a­u­ro­bin­do’nun ve an­ne'nin fi­kir­le­ri­ni ger­cek­leş­tir­me­ye ça­lış­mak­ta­dır­lar.

    28 şu­bat 1968'de, an­ne 90 ya­şında ku­ru­lu­şu ger­çek­leş­tir­me­ye a­dı­mı­nı at­mak­tay­dı; pondy­cherry’nin bir kaç ki­lo­met­re ku­ze­yin­de (ben­gal körgezi ya­kın­la­rın­da) 124 ül­ke­den ge­len da­vet­li­ler­le bir­lik­te a­u­ro­vil­le’nin, ya­ni "ge­le­cek­te­ki in­san­la­rın u­lus­la­ra­ra­sı şeh­ri­nin" a­çı­lı­şı ya­pıl­dı. an­ne, i­ler­le­mek ve da­ha i­yi bir ye­re gel­mek is­te­yen­le­ri da­vet et­mişti. aslında, a­u­ro­vil­le bir de­ne­y yeriydi ve ha­ber tüm dün­ya ba­sı­nın­da yer al­mış­tı. bu yüzden çok ilgi çekti ama son noktaya hiç de kolay ulaşılmamıştı. yet­miş­li yıl­la­rda 20 ki­lo­met­re­ka­re­lik böl­ge, pe­ri­şan bir gö­rün­tü­dey­di; vic­dan­sız, yakıcı bir gü­ne­şin al­tın­da o­lan ku­rak ve kaskatı bir top­rak. sa­de­ce bir kaç ta­ne man­go, ban­yan, kasc­hu ve palm­yra a­ğaç­la­rı var­dı. 50.000 ki­şi­lik bir şe­hir plan­lan­dı, o­ra­da in­san­lı­ğın bü­tün­lü­ğü gös­te­ri­le­cek ve bu­ra­sı "sü­pe­r in­sa­n" ın do­ğum­ ye­ri o­la­cak­tı. işe çok bü­yük bir u­mut, heyecan ve hevesle baş­la­dı;ilk gelen­ler çok ça­lış­kan­dı­lar, a­ğaç­lar di­kip, in­şa­at­ları sürdürüp, a­u­ro­vil­le’nin mer­ke­zi i­çin te­meli oluşturdular. mer­kez i­na­nıl­maz bü­yük­lük­de­ki "mat­ri­man­dir"di, yani yu­var­lak bir şe­kil­de o­lan "tan­rı­nın tapınağı". on­dan son­ra her­şey bir­den du­rak­la­ma­ya baş­la­dı: 1973'de her­şe­yi yö­ne­ten ve a­u­ro­vil­le ü­ze­rin­deki bü­tün o­to­ri­teye sa­hip o­lan an­ne öl­dü. yet­miş­li yıl­lar­da hin­dis­tan’a akın akın gelen hip­pi­ler a­u­ro­vil­le’e de git­me­ye baş­la­dı­lar ve o­ra­da ya­şa­yan nor­mal in­san­la­rı gö­rü­nüm­le­riy­le ve dav­ra­nış­la­rıy­la kor­kut­tu­lar. ge­nel­de ba­tı­dan ve fran­sa’dan gel­miş o­lan 400 auroville sa­kini pon­dic­herry’de­ki "sri a­u­ro­bin­do derneği" den pek mem­nun de­ğil­di­ler. ve bu ku­ru­luş a­u­ro­vil­le’nin yö­ne­ti­miy­le ve ba­ğış top­lan­ma­sıy­la gö­rev­len­di­ril­di, da­ha doğ­ru­su bu gö­re­vi zor­la al­dı. (bu biraz da ba­kış a­çı­sı­na bağ­lıdır.) kö­tü bir yö­ne­tim, ana fikre uzak ve yetersiz bir bağ ve de pa­ra da­ğı­tı­mın­da kolay ye­ri­ne ge­ti­ri­le­mi­ye­cek kurallar, kısacası maddi yardımlar istenildiği gibi ulaştırılamıyordu. bun­la­rın hep­si hin­dis­tan­lı or­ga­ni­za­tör­le­rin is­ten­me­me­le­ri­nin ne­den­le­ri oldular.

    bu o­lay­lar­dan son­ra a­u­ro­vil­le’li­ler ken­di a­ra­la­rın­da i­ki gru­ba ay­rıl­dı­lar. bü­yük bir grup ana dernekle i­liş­ki­si­ne ta­ma­men kes­mek is­te­mek­tey­di di­ğer­le­ri ise, ilişki­le­ri de­vam et­tir­mek­de id­di­a­lıydılar. 80’li yıl­lar­da za­ tar­tış­ma­la­r sürüyordu. ve inanılmaz ama ge­nel­de ka­ba kuv­vet­den ya­rar­la­nı­yor­lar­dı, hat­ta ba­zen pro­fes­yo­nel dö­vüş­cü­ler bi­le tutuluyordu. ziyaretçilere pa­sa­por­tlarını ve pa­ra­larını ya­nlarında gö­tür­me­leri tav­si­ye e­diliyordu, çün­kü e­ve dön­üldüğünde o­ra­sı­nı soyulmuş olarak bu­la­bi­lir­ler­di. a­u­ro­vil­le’in o dönemde hu­zur ve ba­rış­la pek bir il­gi­si yok­tu. tek konuşulan şey, mad­di ve po­li­tik nok­ta­la­rın ö­nem­li ol­du­ğuy­du. iz­le­nim olarak auroville sı­ra­dandı. a­u­ro­vil­le’li­ler so­nun­da mah­ke­me­ye baş­vur­du­lar ve ço­ğun­luk ne pa­ha­sı­na o­lur­sa ol­sun a­u­ro­bin­do derneği'ni is­te­me­yerek çok çid­di bir a­dım at­tıktan sonra hin­dis­tan hü­kü­me­ti'n­den a­u­ro­vil­le’yi ü­ze­ri­ne al­ma­sı­nı is­te­di­ler. ve bu istek o­lay 1988’de ger­çek­leş­ti­ril­di ve işte o za­man­dan sonra or­tam bi­raz sa­kin­leş­ti. devle­tin a­ra­ya gir­me­siy­le bir­lik­te ba­zı sıkıntıların or­ta­ya çık­ması ih­ti­ma­lin­den kor­kul­mak­taydı a­ma a­van­taj­la­rın da­ha faz­la o­la­cağı u­mut e­diliyordu. a­ma herşeyden önce artık i­yim­ser­lik ön plan­daydı ve ye­ni bir dö­ne­min baş­la­dı­ğı açıkça gö­rül­üyordu. mat­ri­man­di­r'in gö­be­ğin­de bu­lu­nan me­di­tas­yon o­da­sı­ ni­ha­yet bit­mişti, oysa 20 yıldan beri an­ne'ye gö­re "a­u­ro­vil­le’nin ru­hu" o­lan bu o­da­nın bi­ti­mi i­çin ça­lı­şıl­mak­taydı. an­ne o­rayı bir viz­yon­da gör­dü­ğü­nü söy­lü­yor­du ve bu­na göre ver­di­ği e­mir­ler, tüm kopukluklara rağmen son ay­rın­tı­sı­na ka­dar ye­ri­ne ge­ti­ril­di; mat­ri­man­di­r'de be­yaz renkli,12 kö­şe­li,12 ta­ne sü­tu­nu var, or­ta­sın­da al­man­ya’da ya­pı­lan, 70 san­tim ça­pında bir kris­tal­ kü­re bu­lun­uyor. üze­ri­ne bil­gi­sa­yar­la ku­man­da e­di­len bir ay­na yerleştirildi, bu ayna gü­neş ı­şın­la­rı­nı yan­sıt­ırken bu o­da­da­ki tek ı­şık kay­na­ğını oluşturmakta. an­ne ölmeden önce, gü­cü­nü bu o­da­ya a­kı­ta­ca­ğı­na söz ver­mişti. şim­di insan­lar bu­nu ha­tır­lıyorlar ve oda­yı bi­linç sü­reç­le­ri­ni baş­la­ta­cak bir yer o­la­rak gör­mek­te­ler.

  • kimsenin oy vermediği ak parti iktidar, kimsenin seyretmediği recep ivedik gişe rekortmeni, kimsenin dinlemediği serdar ortaç ise albümü en çok satan şarkıcı. bırakın bu işleri... milletce lisedeki "ben calismadan 100 aldim" triplerindeyiz...