hesabın var mı? giriş yap

  • 10 aralık 2014 ahmet davutoğlu bütçe konuşmasında büyük strateji uzmanı ahmet davutoğlu tarafından bilgilendiğimiz yolsuzluktur.

    meğer kemal kılıçdaroğlu zamanında 14 ve 19 yaşlarındaki iki çocuğunu bir şirkette işe giriş-çıkış yaptırmış, böylece emeklilik yaşının erken gelmesini sağlamış, ve çocukları 65 yaşında değil de 60 yaşında emekli maaşı almaya başlayabilecekmiş.

    duyduğum anda kan beynime sıçradı, böyle bir yolsuzluğu yaptığı için kemal kılıçdaroğlu' nu sırtımı dönerek protesto ettim. 12 yıl önce beni de aynı şekilde işe giriş çıkış yaptıran babamı da ilk fırsatta babalıktan reddedeceğim. böyle yolsuzluğa batmış biri benim babam olamaz zira. bunun buyuk bir yolsuzluk olduğunu geç de olsa öğrenmiş oldum.

    teşekkürler başbakanım, teşekkürler ak parti.

  • ne yazık ki apo'nun nevruzda okunacak mektubu kadar önem arz etmeyecektir. başkanın konuşması zoruna giden trt, apo'nun mektubunu günlerce tekrar tekrar yayınlayacaktır.

  • bir ögrencim yaklaşık 20 gün önce trafik kazasında babasını kaybetti.
    henuz 4 yaşinda..
    baba sevgisine en çok ihtiyaç duyduğü yaşta..
    şu sıralar olayın pek farkinda değil fakat yıllar gectikçe babasının eksikliğini derinden hissedeceğini bilmek beni çok üzüyor..
    üniversiteden mezuniyetinde kep atarken babasını aramayacak gözleri.
    dügününde babası ile karşilikli oynayamayacak.
    allah babasız herkese sabır versin..
    ve eşini kaybeden herkese..
    bir şairin de dediği gibi; insan babası ölünce büyüyor.
    ama ben 4 yaşindaki öğencimin büyümesini hiç istemiyorum..

  • olmayan abartmadır.

    manchester united, manchester united’dır. bu takımı ingiltere’de yenmek her daim abartılmayı hak edecek ve tarihe yazılacak bir harekettir.

    not : fb

  • bu mektupları sağda solda okuduğum alıntılar nedeniyle okumayı çok istiyordum fakat üstünkörü vikipedi' den milena ve franz'ın hayatlarını - ilişkilerini okuyupta ikisinin de bu mektupların yakılmasını istediğini öğrenince okumaktan vazgeçmiştim. onların okumamızı istemediği şeyleri, özellerini okumak etik gelmemişti.

    merak ettiğim bir şey vardı ama. bu aşk gerçekten karşılıklı mıydı? karşılıklı olmasına rağmen mi sürmüştü onca zaman franz kafka'nın büyük aşkı. ve şayet öyleyse neden kavuşamamışlardı?

    bir gün başka bir kitap alırken ilişki gözüme, sinirim de tepemdeydi ve dayanamayıp aldım, okudum. yazmamın nedeni, yukarıda yazdığım soruların cevabını benim gibi merak edenler varsa, bir kadın gözüyle (milena'nın gözüyle) mektuplar ışığında kendimce yorumlamak. zira "çok büyük bir aşk" olarak tanımlanıyor bu ilişki ve öyle olmadığını düşünüyorum ben. hatta buna eminim. en azından bu milena jesenka için öyle değildi. franz içinse, büyük olsa da gerçek değildi. biri bana bu soruların cevabını verseydi, sanırım merakıma yenik düşmez ve bu mektupları okumazdım.

    evet, neden böyle düşündüğüme gelince;

    milena, franz ile buluşup birkaç günü beraber geçirdikten sonra; mektuplaşmalar tüm hızıyla devam ederken, aşkın görünürde doruk noktada olduğu bir aşamada franz'ın en yakın arkadaşı max bord ile mektuplaşıyor. o aşamada zaten hükmünü vermiş bu ilişki için franz hakkında. ama öncesinde de franz'ın doktorundan sağlık durumunun hiç de iyi olmadığı bilgisini alıyor. ikinci, yani son buluşmadan sonra; franz'ın yazdıklarından, milena'nın bu ilişki hakkındaki fikirlerinin olumlu ise bile değiştiğini görmek hiç zor değil. fakat franz'ın hastalığının ciddi olduğunu bilmek muhtemelen kendisinde psikolojik bir baskı oluşturuyor ve yazışmalar birkaç ay daha bu yüzden devam ediyor; ta ki franz kendisinden yazmamasını isteyene kadar. sonrasında da çok uzun aralıklarla çok resmi yazışmalar var, ilişki boyutunda değil.

    milena'nın max'a yazdığı birkaç satırdan alıntı yapacağım. bu yazışmalar ilk buluşmadan sonra, son buluşmadan önce, arada birkaç hafta var zaten ikisinin arasında.

    --- spoiler ---

    "çalıştığı yerde en ufak sorunlar bile onun gözünde devleşirdi, hatırlıyor musun? bir iş adamı gördüğünde telaşlanır, tıpkı bir çocuğun lokomotif karşısında duyduğu hayranlık gibi karışık duygular yaşardı"
    --- spoiler ---

    *************
    milena güçlü karakteri olan bir kadındı, korkusuzdu. yazdıkları yüzünden nazi kampına alınan ve orada can veren bir kadın. franz aksine korkak, duygusal ve çekingen bir adam. franz'ın bu çekingenliği ve korkaklığı kendisini rahatsız etmiş çünkü karakteri güçlü kadınlar, aynı şekide hayatlarındaki adamın da öyle olmasını isterler ve öyle adamlara aşık olurlar.
    *************

    --- spoiler ---

    "bir ara çok kötü günler geçiriyordum. telgraf çekmiş, telefon etmiş, mektuplarımda yalvarmıştım. ondan gelmesini istemiş, ve "kalk gel" demiştim. "tanrı hakkı için, hiç değilse bir günlüğüne gel" demiştim. ona ne kadar çok yalvardığımı anlatamam. gelseydi benim için ne kadar iyi olurdu ama gelmedi. ona o sıralar çok ihtiyacım vardı. aklıma gelen her kötü sözü söyledim, sıvadım, yalvardım. bu nedenle günlerce uyumadığını biliyorum. üzüldü, kıvrandı, sayfalar dolusu mektup yazdı ama gelmedi, gelmedi, gelmedi... nedenini biliyor musun? çalıştığı yerden izin isteyemezmiş de ondan! müdürün karşısına çıkıp, bana geleceğini söyleyemezmiş! "
    --- spoiler ---

    *************
    burada kopmuş işte her şey. milena gibi bir kadın, aynı zamanda evli bir kadın; franz'a yalvarıp yakarmış, ona çok ihtiyaç duyduğunu söylemiş fakat aşkından ölen franz'ın önceliği olmamış. onun için müdüründen izin istemeyi göze alamamış, bir çocuk gibi korkmuş. aşkı için ölümü göze alan adam izin almayı göze alamamış. (ki ben milena'nın yazılarından, kolay kolay birine ihtiyaç duyup yalvaracak bir kadın olmadığını anlıyorum) böyle bir kadının yalvarışlarını geri çevirerek zaten baştan kaybetmiş.
    *************

    --- spoiler ---

    "ona ilk nişanlısına niçin aşık olduğunu sorarsanız, "çok çalışkan ve başarılı bir kızdı" şeklinde bir cevap alırsınız. çalışkan ve başarılı olmak onun için her zaman önemlidir. kocamın beni yılda yüz kez aldattığını, beni ve başka kadınları avucunun içine alıp oynattığını ona anlattığımda bile, yüzü hayranlık duyguları içinde parlıyordu. müdürünün daktiloda hızlı yazmasına hayran olduğu gibi, onu bu yüzden kusursuz bulduğu gibi; kocamın da çapkın biri oluşuna hayran olmuştu! franz yaşayamaz ama niye biliyor musunuz? yaşamak için mücadele edecek gücü olmadığından yaşayamaz. bu nedenle iyileşmesi çok zordur. franz bu şekilde çok yaşayamaz ve ölür. öyle olduğunu göreceksiniz."
    --- spoiler ---

    *************
    son nefesine kadar ideolojisi için yaşayan ve toplama kamplarında can veren bir kadını etkileyecek bir karekter değil franz göründüğü gibi. milena adete bir öğretmen bu ilişkide. kendi gücünü onda bulamıyor, yalnızca kocasında göremediği sadakati franz'da gördüğü için duygusal açlığını doyurmaya çalışıyor. franz da aynı şekilde, milena'nın güçlü karekterinden ve duruşundan etkileniyor. yani ikisi de kendilerinde olmayanın açlığı ile birbirlerine tutunuyorlar. birbirlerini sadece "o" oldukları için seviyor değiller.
    *************

    --- spoiler ---

    "bizim kendimizi koruyabileceğimiz bir olayda o kendini koruyamaz ve boş yere hırpalanır. sıkı sıkıya giyinmiş, zırhlar kuşanmış bu kadar insan arasında çırılçıplak dolaşan biri gibidir"
    --- spoiler ---

    bu kadar yeter sanıyorum milena'yı anlamak için. başta da söylediğim gibi bu satırlardan kısa bir süre sonra son bir buluşma var, ve sonrasında milena sadece vicdan ve merhamet duyguları ile yazışmaya devam ediyor bir süre daha franz ile. milena'nın kafka'ya yazdığı mektuplarını okumak mümkün olmasa da, duygularını anlamak mümkün max'a yazdığı mektuplardan. zira franz ölmeden birkaç ay önce milena aynı şekilde max'a gönderdiği bir mektupta "ayrılamazdım kocamdan, belki de kadın olmam bunu engelliyordu, belki de ölünceye kadar bir manastır rahibesi gibi yaşamaya korkuyordum. o günlerde ben de bütün öteki kadınlar gibi kadın olmak, kadınca yaşamak istedim" demiş. yani aşk olmadığı gibi tutku da yok bu ilişkide.

    ve son olarak franz hakkında bende nefret uyandıran bir detay var bu kitapta. onu da söyleyip bitireceğim.

    franz milena ile tanıştığında nişanlıymış ve milena'ya olan duyguları yüzünden kızı terketmiş. "kız" dedim evet çünkü franz milena'ya mektuplarında defalarca kez bu kızdan bahsetmesine rağmen bir kez olsun adı ile hitap etmemiş. hep "o kız" diye bahsetmiş. terketmesi yetmezmiş gibi, ayrılık acısı çeken kıza milena'nın adresini vermiş, ona yazması için. üstüne üstlük sonrasında milena'ya "sana yazarsa lütfen tatlı sert yaz, tatlıdan çok sert olsun" gibi bir cümle kullanmış mektupların birinde. ve bu da yetmezmiş gibi; kızın kendisine yazdığı üzüntü dolu mektubu milena'ya göndermiş, ve ona verdiği cevabın ne kadar sert olduğundan bahsetmiş. iğrenç.

    o kız, yani julie wohryzek asla böyle bir saygısızlığı hak etmiyordu. kimse hak etmez bunu. hiçbir kadın, hiçbir adam. ki julie şöyle bir cümle kullanan bir kadın franz'a. "seni bırakamam ama eğer beni gönderen sen olursan, o zaman gitmek zorunda kalırım. beni gönderecek misin?" yazık. böyle bir muamele görmek ne acı. kendisi milena ile kafka'nın aralarına girmeye çalışan bir kadın değildi ki, onun nişanlısıydı. evet franz kendisine aşık değildi ve ayrılması doğru bir hareketti belki fakat o kız yine de en azından adı ile hitap edilmesini hak ediyordu. ve mahremiyetinin saklanmasını... yazdığı üzüntü dolu mektupları milena'ya göndermek ne demektir?

    franz mektuplarının yakılmasını istemekte haklıymış zira kendisinden bu terbiyesiz hareketinden ötürü nefret ediyorum. okumamış olsaydım saygı duymaya devam edecektim edebi kişiliğine. kendisi başkalarının acılarının üzerine mutluluk kurulmayacağını öğrenememiş. en azından başkalarının acılarına saygı duymayı bilmeliydi. o yüzden milena'ya olan aşkının hiçbir değeri yok benim gözümde.

    uzun oldu sanırım. evet uzun olmuş, kimse okumaz bunu. ben ne ara yazdım bu kadar şeyi, onu da anlamadım, can sıkıntısı işte. başkalarının ilişkilerine kafa yorunca kendimi düşünmek zorunda kalmıyorum çünkü sanırım. sinirlenmiştim okurken, rahatladım yazınca, iyi oldu.

    üzülerek söylüyorum ki; ortada gerçek bir aşk falan yok. milena ezik bir sekreter olsaydı şayet julie wohryzek gibi, franz kendisine aşık olmayacaktı. bu ilişki sadece ulaşılmazlığın verdiği bir saplantı franz için. o süslü aşk cümlelerinin nedeni tamamen bu. ve gerçek aşk bu değil.

    haddim olmayarak; gerçekten yaşanmış içeriği olan bir kitabı yorumlamak, kurgulanmış bir hikayeyi yorumlamaktan daha eğlenceli.

    tamam tamam bitti.

    çok uzun zaman sonra gelen edit: evet, ben "kimse okumaz bunu" dedim ama, bu entry kadar mesaj aldığım başka bir entry daha olmadı. doğrusuyla - yanlışıyla emek vererek yazılmış çok değerli yorumlar okudum, okuyorum. teşekkür ediyorum güzel mesajlarınız için, vakit ayırıp sabırla okuduğunuz için.

  • tespit gibi tespit.
    gece hep kötülükler, hep mutsuzluklar, hep umutsuzluklar.. neyse ki sabah oluyor da, yeniden gün ayıyor, yepyeni bir gün başlıyor. mecburuz, ılık bir duş alıp, gece tüm düşünülenleri temizlemeye; tertemiz bir güne başlamaya. gün yeni, gün aydın.

  • trabzonlu ali sait yılmaz, yaklaşık 20 yıldır yenimahalle incirlik camii yaşatma derneği başkanlığı yapıyor.

    her milli bayramda camiye türk bayrağı astıklarını söyleyen yılmaz, 29 ağustos akşamı zafer bayramı için cami duvarına atatürk posteri de astı. ama 30 ağustos sabahı yılmaz'a müftülükten “o resmi kaldırın” telefonu geldi.

    iki kez arandığını anlatan yılmaz, “indirmiyorum” dedi, 30 ağustos boyunca bayrak ve atatürk posteri cami duvarında asılı kaldı. yılmaz, olayı şöyle aktardı:

    “atatürk bayrağımız bugüne kadar yoktu. bir arkadaşımdan 30 ağustos için ödünç aldım. 30 ağustos'ta önce cami imamını aramışlar. sonra ben il müftülüğü'nün telefonundan arandım. müdür olduğunu söyleyen kişi ‘o resmi kaldır' dedi. ‘hangi resmi?' diye sordum. atatürk denilmedi, ismini dahi söylemediler. ben de ‘kaldırmam' dedim. saat 19.00 gibi trabzon müftü yardımcısı olduğunu söyleyen bir kişi, özel cep telefonundan aradı. ‘o resmi kaldırın. bayrak dursun orada. yola asın o resmi de' dedi. ‘neden?' diye sordum. ‘bayrak bizim simgemiz' dedi. ‘atatürk bizim kurtarıcımız, cumhuriyet'in kurtarıcısı' dedim. bana ‘terbiyesizlik yapma' dedi.”

    kaynak~

  • "kadinlar beni begeniyor" diyor.
    sen o deniz kumu ile yaptigin insaatlarindan birinde amele ol bakalim yuzune kim bakiyor?

  • izlanda neden böyle bir şey yapmış anlamış değilim fakat bizim onlara karşı daha fazlasını yapmamız lazım olan olay. maç izmir'de oynanacaksa erzurum havalimanında insinler, otobüsle gelsinler.