hesabın var mı? giriş yap

  • 'son olarak mutfak bölümüne giren imamoğlu, çalışanlara, "yemekte ne vardı" diye sordu. "musakka var. sizin için de antrikot" yanıtını üzerine imamoğlu, "olmaz, yanlış. birine musakka, birine antrikot olmaz. bir dahakine aynısı olacak" talimatını verdi'

    eko başkan'ın ilk icraati

    başkan yeter artık göz pınarlarımız kurudu...

  • sivas valisi salih ayhan: "pozitif olduğu halde evinde bulunamayan ve toplum sağlığını tehdit eden kişiler, kyk yurtlarına alınarak karantina sürelerinin tamamlanması sağlanacaktır.

    yurtlarda kalma süreleri boyunca oluşacak olan konaklama, yemek vb. masraflar da kendilerinden tahsil edilecektir."

    gerçekten tüm türkiye'de uygulanması gereken örnek karardır hatta masraflarıda iki kat yazarak devletin ekonomik yükü azaltılsın ;)

    kaynak

    edit: çankırı,afyonkarahisar ve mardin valilikleri de aynı kararı almış bulunmakta

    edit: tüm türkiye geneli artık (bkz: 11 eylül 2020 içişleri bakanlığı kararı)

  • kısa süre sonra gerçekleştireceğimdir.

    dokuz yıl önce dünyanın en güzel gözlerini gördüğümde, çocuk aklımla, ilk düşündüğüm şuydu: camından güneşin girdiği güzel bir yatak odasında -hiç tanımadığım bir kız ile ikimize ait olacak olan yatak odasında- bu gözler sabah mahmurluğuyla yine güzel görünür mü bana?

    akşam eve döndüğümde, bir kızı ilk görüşümde onunla evlenmek istememin ne kadar çılgınca olduğunu düşündüm. ertesi gün biyoloji sınavım vardı ve bana sınavların ne kadar saçma olduğunu düşündüren şey de aşktı sanırım. yalan olmasın, ilk gün anlamamıştım aşık olduğumu.

    hiç çalışmadığım halde biyoloji sınavımın çok iyi geçmesi hayatıma yeni bir felsefenin hakim olmaya başlamasının ilk adımıydı. heyecanlı, umutlu ve neşeli isem işler hep yolunda gidiyordu. sonradan anladım, aşk alana bedavaydı bu duygular.

    teklif etmek diye bir şey vardı o aralar. hala vardır belki bilemiyorum, ilk teklifim kabul edilince ilgilenmedim sonra bununla. benim dalga geçtiğim bir sözdü bu; "tamam oğlum teklif edecen de, ne teklif edecen? onu da söyle!" diye dalga geçerdim arkadaşlarımla. kızlardan çok bilgisayarlarla ilgilendiğim için arkadaşlarımın heyecanını çözemezdim. fifa 98'de rakipsiz oluşumu açıklayan da buydu sanırım o günlerde.

    fifa 98'den kesildiğim hafta aklımdan çıkmayan tek şey, ne kadar saçma olduğu hiç umrumda olmayan, 'teklif etmek'ti. bir an önce gidip teklif etmeliydim. ne teklif edeceğimi ben biliyordum aslında ama ilk günden söyleyip de ürkütmek istemedim; arkadaşlık teklif ettim. aklımdaki 'hayatlarımızı birleştirmek' olsa da.

    arkadaşlık teklifimi kabul eden güzel bir kızla yürürken ne konuşulacağını bilmediğim için o meşhur salaklığın kurbanı oldum ben de; saklayacak değilim, teşekkür ettim. sonradan salakça gelse de o an nazikçe bir davranıştı bana göre.

    kızın cep telefonu olsa süper olacaktı çünkü yazılı anlatımıma daha çok güveniyordum. teklifimi kabul etmiş olabilirdi ama bu yetmezdi. bana aşık olmalıydı. onda cep telefonu olmamasına rağmen ben kendi numaramı verdim. işte kimilerince mucizelere inanmak olarak tanımlanan 'aşık olunan ilk kişi ile evlenmek' bizim için de mucizelerle mümkün olmuştu galiba. akşam bir mesaj geldi: "nasılsın? ya inanılmaz ama babam cep telefonu almış. ben de ilk mesajımı sana atayım dedim." (bkz: #2746780)

    aradan bol mesajlı, bol faturalı güzel günler geçti. artık şu lanet olası süreç hızlanmalıydı. hergün gördüğüm şu eli artık tutmalıydım ama doğal da olmalıydı bu; öyle zorlama bir romantizm istemiyordum. zaten çocuktuk daha, en büyük romantizmimiz okul çıkışı birlikte yürüyüp dondurma yemekti. bir ilişkide şans olacak, ilk el ele tutuşmamız tam istediğim gibi olmuştu. (bkz: yapılmış en güzel sürpriz/@terk edemeyen oglan)

    artık daha güzeldi her şey, daha yakındık. el ele tutuşmak gerçekten önemliymiş bir ilişki için. sokaklarda el ele tutuşarak yürüyebilmek için tenha yerler bulmalıydık. el ele tutuşmayı çok sevdiğimiz, yaşadığımız şehrin postacılarının bile bilmediği dar sokakları bizim ezbere bilmemizden belliydi.

    yaklaşık üç sene öpüşmek gibi bir düşüncemiz olmadı. benim vardı aslında ama, korkuyordum. kaybetmekten korkuyordum. ne kadar yanlış düşündüğümü şehrimize geç de olsa gelen pearl harborı izlemeye gittiğimizde anladım. saçma sapan bir köşeden seçtiğim koltuk için hiç mırın kırın etmemiş, kuzu kuzu gelmiş oturmuştu. o gün anladım ki, doğru filmi seçmiştik ilk öpücük için. tüm iştahıma rağmen "film de hemen bitti!" gibi bir şikayetim olmadı. yalnızca bir ara gözlerimi açıp perdeye baktığımda kocaman bir bombanın bir geminin tam ortasına doğru düşmekte olduğunu görünce "bu ne lan?" dediğimi hatırlıyorum. tabii ki içimden dedim bunu, yoksa ilk öpücük son öpücük olurdu.

    o günden sonra biz artık birbirinin bağımlısı iki insan olmuştuk. hayatımıza hep ilişkimize uygun yönler belirledik. üniversitelerimiz, bölümlerimiz, birlikte yaşadığımız şehir, birlikte yaptığımız yolculuklar, birlikte çalıştığımız tiyatrolar, birlikte üzüldüğümüz trafik kazaları, birlikte korktuğumuz ameliyatlar, birlikte hastaneye yatırdığımız anne babalarımız, birbirine karışan göz yaşlarımız, birlikte uyandığımız sabahlar, birlikte uçurduğumuz uçurtmalar... koskoca şehrin tüm elektriklerini kestiğimiz bile oldu birlikte. (bkz: yükseldikçe küçülen uçurtma olmak/@terk edemeyen oglan)

    ailelerimizi tanıştırdığımızda neler olacak diye korkuyorduk hep. gördük ki birbirimizi ne kadar çok sevdiğimiz dışardan da çok belli oluyormuş. bizden istekli çıktı onlar da. piknik oraganizasyonları, sarma partileri, kısır günleri, çeyiz sohbetleri gibi alaturka olsa da konular, onlar da kaynaştı birbirleriyle.

    aradan dokuz sene geçti ve o gözler gittikçe daha da güzel oldu. hep bana baktı ve kendisine hayranlıkla bakan bir çift göz gördü; o kadar güzel olmasa da bir ışık vardı benim gözlerimde de.

    evlenme teklif etmemiş olmama kırılmıyordur umarım. hep olduğu gibi doğal oldu bu karar da ama yine de içimde doldurulmamış bir ukte kalmasın diye güzel bir evlilik teklifi bulmam lazım. (hayır, sözlükten olmaz.)

    şimdi de geldi ve "ne yazıyorsun?" dedi. öptüm, "bitince oku" dedim. "tamam" dedi.

    (bkz: hatice/@terk edemeyen oglan)

    edit: ha bir de; (bkz: sevgilinin adını vücuda dövme yaptırmak/@terk edemeyen oglan)

    evlilik sonrası edit: 18.07.09'da yazmışım bunu, 06.03.10'da evlendik. 'kısa süre'ye bak! (bir de evlilik teklif edemeden öylece evlendik sap gibi ya!)

  • özet: kanzuk, artık ne ara yaptıysa, bir de eskiden uçurulmuş yazarların nick'lerini yeniden kullanıma açmış. sözlüğün ilk yıllarında kullanıldığı için alamadığınız, özendiğiniz nickler varsa, yeni hesap oluşturup almayı deneyin. bakarsınız clairvoyant, author, onkaimeon, gibi kült yazar nick'lerine siz de sahip olabilirsiniz!

    ~

    ön not: malum şahıs muhteşem bir hamleyle entry silmeyi de yavaşlattığı ve otomatizasyonunu zorlaştırdığı için, 5774 entry'min tümünü silebilmek için, her çalıştırıldığında 100 entry'yi 50 dakikada silebilen script'i tam 58 kere manuel olarak başlatmam gerekiyor. günde 5-6 defa yapsam, 10 güne tüm entry'lerimi silmiş olurum diye düşünüyorum. şimdiye kadar 800 kadarı silindi ancak. (niye teker teker siliyorsun, hesabı kapa diyenler olursa, biraz aşağıyı okuyun. nick'imin başkaları tarafından tekrar kullanılmasını istemediğim için hesabı entry'siz şekilde açık tutacağım)

    ~

    ekşi sözlüğü birakma konusunda bir süredir çekincelerim vardı, ancak şu iki nokta kararımı kesinleştirdi:

    1) saniyede binlerce request'i process edebilen sözlüğün server'larını, sırf tepkilerini ortaya koyan yazarlar entry silmekte zorlansın, belki de bundan vazgeçsinler diye dakikada 2 entry silme limiti koyması. digiturk'ü iptal ettirmek için fax dayatmasından en ufak farkı yok bunun. (server yükü diyerek de aptal yerine koymasın bizi. an itibariyle türkiye'nin en çok ziyaret edilen 5. sitesinde yüzlerce yazarın birkaç saat içinde binlerce entry'sini silmesi bile, server yükününde ciddi artışa neden olmaz. kaldı ki saniyede sadece 1-2 entry siliyordu bu aralar hepimizin kullandığı entry silici script. abuse eden bir yanı da yoktu sözlügün serverlarını)

    daha da önemlisi:

    2) 2004 yılında emanon nick'iyle kaydolduğum 6. nesil yazar hesabım, formata uymamam (ilk entry'de tanım yapmama, başlıktaki entry'lere fiziksel referans içerme) gibi nedenlerle uçurulmuştu. hoş gerçi şimdi format da kalmadı, tanımsız entry'ler, @2'ler her başlıkta karşımıza çıkıyor, neyse bu konumuz değil.

    neyse, 2006 yılında tekrar hesap açmak istediğimde, emanon nick'i daha önce kullanıldığı (ve uçurulduğu) için aynı nick'i tekrar almama izin verilmemişti. o sırada komik bir gazete haberinde çıkan kafam kadar gülşah karakterinden esinlenip yeni nick'imi almıştım. bu 2. yazarlığım süresince arada bir nostalji yapıp modlog'a bakardım, eski nick'imin kayıtlarına, o zaman yaptığım format hatalarına.

    birkaç ay önce baktığımda ise, uçurulmuş (yeni adıyla leyla) eski nick'imin benden bağımsız çaylağın birine verildiğini gördüm. bu konuda ne söyleyim bilemiyorum. eski nick'lerin geri dönüşüme uğraması, aynı mahlasların yeniden farkli kişiler tarafından kullanılması nasıl bir işbilmezliktir? hadi benim yazarlığımı değersiz bulabilirsiniz, ama mesela, popüler kültür'e kezban terimini kazandıran author'un anısının üzerine, yarın bir gün feminist bir author'u mu yazar yapacaksınız? (edit: gerçekten de author'dan alakasız birisi bu nick'le çaylak hesabı açıp entry'ler girmiş iki yıl önce) ekşi sözlük'ün temeline, tarihine, nostaljiye, mahlasların kullanım amacına, her şeye ters düşen bir durum bu!

    bravo kanzuk! entry sansürleme, tema dayatma, kullanım koşullarını habersiz düzenleme, entry'leri düzenleyip kar amaçlı kullanma, bunlar güzel fikirlerdi, ama kullanılmış nick'leri başka kişilerin eline vermek özellikle muhteşem bir fikir olmuş. tebrik ediyorum.

  • bu hafta boomcu onur'un yardırdığı dizidir.

    --- spoiler ---

    "evlencem ben para lazım. kızı istemeye gittik verdiler.biz verirler diye düşünmüyorduk, bütün planlar altüst oldu. biz oraya ayağımız alışsın diye gittik, ailecek şaşkınız."

    --- spoiler ---

    açıp açıp izliyorum sahneyi.

  • an itibariyle yandaş cnn turk ekranlarında "help turkey" paylaşımları tuzak mı diye utanmadan yayın yapıyorlar.

    efendim neymiş böyle paylaşımda bulunarak türkiye cumhuriyeti devletini aciz gösteriyormuşuz. devletimizin gücü yeterliymiş.

    ulan adi herifler, kaç gündür ülke alev alev yanıyor, söndürebildiniz mi?

    edit: dün yetmedi, bugün de tartışıyorlar....

    bunların inadına herkesi daha fazla "help turkey" paylaşımı yapmaya davet ediyorum. bunların bu yangınları söndüreceği yok...memleket yanıyor adamlar hala prestij peşinde, turizm peşinde...