hesabın var mı? giriş yap

  • bazen gerçekten taşı gediğine koyar.
    olay tekirdağ'da geçmektedir.
    3 aylık ilayda gecenin bir yarısı etinden et koparılmış gibi bağırmaya başlayınca acile gidilir. nöbetçi doktor muayene eder ve farklı bir şey yedirip yedirmediğimizi sorar. azıcık -ama gerçekten azıcık- kavun emdirildiği söylenir. doktorun cevabı:
    - yanında beyaz peynir ve rakı vermezseniz bağırır tabi.
    mekan tekirdağ olunca bir şey diyemedik. adam haklı.

  • pandemi sonrası 2022 yılı sinema için bereketli bir yıl oldu. birbirinden güzel filmler özellikle de yılın son aylarında ardı ardına gösterime girdi. daha pek çok iyi film de önümüzdeki haftalarda ya da ocak ayının ilk haftalarında hem ülkemizde hem de dünyada vizyona girecek.

    bu sene o kadar çok film izledim ki listeyi oluştururken hangi filmleri seçeceğim konusunda baya zorlandım. o yüzden, 20 filmlik geniş bir liste yapmaya karar verdim. fakat bu listede benim beğenmediğim; ancak genel olarak beğenilen bazı filmlere yer vermedim. örneğin park chan-wook imzalı decision to leave ve bu senenin en çok konuşulan işlerinden biri olan everything everywhere all at once filmleri listede yer almadı. her iki filmin de iyi filmler olduğu zaten hem seyircilerden hem de eleştirmenlerden aldıkları geri dönüşlerden az çok anlaşılıyor. fakat ben her iki filmin de gereğinden çok abartıldığını düşünen taraftayım.

    öyle ya da böyle bir yılın daha sonuna geldik. umarım her yıl bu şekilde sinema açısından verimli ve sevimli geçer.

    20) prey (yön. dan trachtenberg) 7/10
    aksiyon türünde artık bir klasik kabul edilen predator (1987) filminin ardından pek çok devam filmi izledik( gerçi "prey" bir sequel değil, öncesini anlatan bir prequel). predator (1987) filminden sonra izlediklerim arasında benim en beğendiğim ise danny glover'ın başrolünde yer aldığı predator 2 (1990) filmi. diğer filmleri beğendiğimi söyleyemeyeceğim. hele ki "alien"larla çekilen iki filmden bahsetmek bile istemiyorum. bu anlamda, predator cephesinde artık yeni bir şey yok derken trachtenberg imdadımıza yetişti ve eli yüzü düzgün bir "predator" filmi çekmeyi başardı.

    19) triangle of sadness (yön. ruben östlund) 7/10
    ruben östlund'un son üç filminde neredeyse aynı kuralları uygulayıp jüriden yine aynı sonuçları alması nereden bakarsanız bakın büyük bir şans gerçekten. bu filmiyle cannes film festivalinde büyük ödüle uzanması ise gerçekten şaşırtıcı. filmi bu kadar yerdikten sonra neden en iyiler listesine aldın o zaman diyeceksiniz. filmi listeye aldım; çünkü "triangle of sadness", özellikle ikinci bölümündeki komedisiyle oldukça kaliteli bir film. ancak büyük ödülü alacak kadar iyi mi orası kesinlikle tartışmalı.

    18) sr. (yön. chris smith) 7,5/10
    robert downey jr.'nin babası robert downey sr.'nin zamanında birbirinden ilginç filmlere imza atan bir sinema sevdalısı olduğunu biliyor muydunuz? hatta çektiği filmlerin birinde annesiyle evlenen genç bir adamı anlatmış. bu filminden sonra annesi ile arası bir süreliğine bozulmuş. ancak jr.'nin yalnızca sinema sevdasını değil babasından bazı kötü huylarını da devraldığını bu hüzünlü ve eğlenceli belgesel filmde öğrenmiş oluyoruz.

    17) apollo 10 1/2 a space age childhood (yön. richard linklater) 7,5/10
    zamanımızın en renkli ve yetenekli yönetmenlerinden biri olan richard linklater, bu filmiyle 60'lar amerika'sına muhteşem göndermelerde bulunuyor. ay'a gerçekleştirilecek olan yolculuğu arka planına alan film, nasa'nın etrafında muhteşem bir çocuk olma hikayesi de anlatıyor. linklater'ın vazgeçilmez oyuncularından biri olan jack black'in de sesiyle renk kattığı film, tam bir "boomer" filmi. fakat o dönemi merak edenlerin de bu filmden fazlasıyla zevk alacağına eminim.

    16) rrr (yön. s. s. rajamouli) 7,5/10
    normalde hindistan yapımı filmlerin imdb puanlarına pek güven olmuyor. çektikleri pek çok film aldıkları puan değerlendirildiğinde neredeyse başyapıt düzeyinde. ancak çektikleri her filmin bu denli iyi olması elbette ki mümkün değil. bu yıl izlediğimiz "rrr" ise kesinlikle aldığı puanı sonuna kadar hak eden epik bir film. konu itibarıyla oldukça klişe olan "rrr", aksiyon sahneleri ve sinematografisiyle gerçek anlamda göz dolduruyor.

    15) thirteen lives (yön. ron howard) 7,5/10
    2018 yazına damgasını vuran haber tayland'dan gelmişti. 12 çocuğun yanlarında koçlarıyla birlikte aniden bastıran yağmur sonucu girdikleri bir mağarada mahsur kaldığı haberi tüm dünyada gündemi bir anda işgal etmişti. o zamanlar askerde olduğum için detaylara pek hakim değildim ve nasıl olur da böylesi bir zamanda bu çocuklara günlerdir ulaşılamıyor pek anlam verememiştim. detaylarını sonradan öğrenmiş olsam da kurtarma operasyonunun nasıl gerçekleştiğini tam anlamıyla öğrenmek bu filme nasipmiş. ron howard, bir belgeselci havasında doksanlarda küçükken izlemekten hoşlandığım türden müthiş bir kahramanlık hikayesi anlatmış.

    14) bullet train (yön. david leitch) 7,5/10
    brad pitt, yaşlandıkça oyunculuğuna değer katan aktörlerden biri. son zamanlarda yer aldığı her bir filme (başrolde olsun ya da olmasın) farklı tiplemeleriyle müthiş katkıda bulunuyor. "bullet train" filminin başarısında onun payı çok fazla. filmin düşmek bilmeyen temposu, başta brad pitt olmak üzere filmde kısa da olsa yer alan her bir oyuncunun komediden kaçınmayan güçlü performanslarına çok şey borçlu. "bullet train" kesinlikle bu senenin en iyi aksiyon komedi filmi.

    13) hustle (yön. jeremiah zagar) 7,5/10
    bu tarz filmleri özlemişiz. olabildiğince klişe ama işin içinde basketbol ve adam sandler da olunca bu filmi beğenmemek mümkün değil. zaten adam sandler istediği zaman sahip olduğu enerjisiyle yer aldığı filmi bir üst seviyeye çıkarabilen bir oyuncu. sahip olduğu yeteneğini yıllarca kalitesiz komedilerle harcamış olması ise çok üzücü. filmde gerçek basketbol efsanelerine yer verilmesi de filmin bir diğer artısı olmuş. özellikle boban marjanovic üzerinden yapılan espriler tek kelimeyle harikaydı.

    12) avatar the way of water (yön. james cameron) 7,5/10
    bu yılın en çok beklenen filmini tam 13 sene sonra izleyebildik. çok şükür ki korkulan olmadı ve james cameron yine harikulade bir filmle karşımıza çıktı. fakat ben ikinci filmin, bir miktar ilk filmin gerisinde kaldığını düşünüyorum. ikinci filmde de yine muhteşem bir görsellik (özellikle tulkun'ların avlandığı sahne) önümüze sunulmuş; ancak filmin villian (kötü karakter) seçimi bence yanlış olmuş ve filmi tekrara düşürmüş. kendine has motivasyonları olan yeni bir baş kötü karakter filme eklenebilir ve bu basit hamle ile film bambaşka bir yere ulaşabilirdi.

    11) the batman (yön. matt reeves) 7,5/10
    robert pattinson'dan batman olmaz dediler, oldu. christopher nolan'ın batman üçlemesinin ardından iyi bir batman filmi çekilemez dediler, matt reeves bu önyargıyı da yıktı. elbette ki bu yıl izlediğimiz "the batman" filmi, the dark knight (2008) gibi bir filmle kıyaslanamaz ancak kara filmleri (film-noir) andıran karanlık atmosferi ve polisiye hikayelerden esinlenen kurgusu ile bu yılın en iyi filmlerinden bir olabildi. hatta bu haliyle devam filmlerinin nasıl olacağı konusunda da izleyicilerde büyük bir merak ve heyecan uyandırmayı başardı.

    10) the northman (yön. robert eggers) 8/10
    robert eggers, the witch (2015) ve the lighthouse (2019) gibi kalburüstü iki filmin ardından bu sefer 10. yüzyıldan bir viking hikayesi anlatıyor. film, hamlet (zaten baş karakteri ismi de amleth) benzeri bir intikam hikayesi gibi başlayıp sonlara doğru oidipus kompleksine göz kırpıyor. özellikle, intikam için yollara düşen prens amleth'in annesi ile karşılaştığı sahnede robert eggers, bildiğimiz tüm klişeleri tek bir sahnede silip atmaya çalışıyor. gerçi film klişelere bağlı kalsa bile tek başına sinematografisi ile bu yılın en iyilerinden biri olmayı hak ediyor.

    9) tar (yön. todd field) 8/10
    todd field uzun bir aranın ardından üçüncü filmiyle tekrar yönetmenlik koltuğuna oturdu. bu filmle birlikte çektiği üç film arasında benim için hala en iyisi in the bedroom (2001) filmi olsa da "tar" filminin de uzun süresi ve düşük temposuna rağmen oldukça gösterişli bir film olduğunu söylemek zorundayım. özellikle cate blanchett'in olağanüstü performansıyla filmi tek kişilik bir şova dönüştürdüğünü de söylemem gerek. bu performansın ardından blanchett'in üçüncü oscar'ına da uzanması hiç şaşırtıcı olmaz.

    8) licorice pizza (yön. paul thomas anderson) 8/10
    "licorice pizza"nın imdb sayfasında 2021 yılı yazması sizi yanıltmasın. film, 2021 yılının son haftasında amerika ve ingiltere başta olmak üzere birkaç ülkede vizyona girmiş olmasına rağmen ülkemizde ve diğer pek çok ülkede 2022 yılının ilk haftalarında vizyona girmişti. bu yüzden filmin bu yılki listelerde yer almasında bence bir sakınca yok. 1970'lerin amerika'sına hoş ve eğlenceli bir yolculuğa çıkan "licorice pizza", aşka olan naif bakış açısıyla bu yılın en güzel "kendini iyi hisset" filmlerinden biri olmayı başardı.

    7) the fabelmans (yön. steven spielberg) 8/10
    ne çekerse çeksin onu harika bir noktaya taşıyabilen bir yönetmen varsa o da steven spielberg'tür. kendisi müzikal de çekse izletebilir sıkıcı olabileceğini düşündüğünüz kendi hayat hikayesini de beyaz perdeye aktarsa yine hayranlık uyandırabilir. uzun zamandır aklında olduğunu bildiğimiz ama ailesini incitmemek adına çekmeyi ertelediği otobiyografik unsurlar içeren "the fabelmans" filmini bu sene nihayet izleyebildik. başlarda sıkıcı olabileceğini düşündüğüm ama ufak bir dokunuşla heyecan verici bir noktaya taşınan film, sonundaki john ford (david lynch tarafından canlandırılmıştır) sahnesiyle de muhteşem bir final yapıyor.

    6) the banshees of inisherin (yön. martin mcdonagh) 8/10
    yazar kimliği ile bilinen martin mcdonagh'ın sinemaya girişi muhteşem bir filmle olmuştu. in bruges (2008) filmiyle harika bir kara komediye imza atan mcdonagh, ardından çektiği seven psychopaths (2012) filmiyle bir miktar hayal kırıklığı yaratsa da three billboards outside ebbing, missouri (2017) ile modern zaman şaheserlerinden birine imza atacaktı. bu filmin ardından çekeceği filmini de büyük bir merakla bekliyorduk. colin farrell ve brendan gleeson ikilisinin tekrar bir araya geldiği bu yeni filmde mcdonagh, irlanda iç savaşını da arka planına alıp hatta bazı metaforlarla da doğrudan iç savaşa göndermelerde bulunarak yine harika bir kara komediye imza atmış. yazarlığının da verdiği yetenekle orijinal karakterler yaratmak konusunda eline su dökülmeyen mcdonagh, bu filminde de colin farrell'ın ustalıkla canlandırdığı pádraic isminde harikulade bir film karakteri yaratmayı başarmış.

    5) im westen nichts neues (yön. edward berger) 8/10
    erich maria remarque'ın 1929 tarihli ve edebiyat dünyasında bir başyapıt olarak kabul edilen aynı adlı romanından uyarlanan "batı cephesinde yeni bir şey yok" filmi, sanırım ilk defa almanlar tarafından sinemaya aktarıldı. daha önce ilki 1930 ikincisi de 1979 olmak üzere iki defa amerikalılar (ikincisinde ingilizlerin de desteği var) tarafından sinemaya ve televizyona uyarlanan bu roman, bence oldukça geç kalınmış bir şekilde nihayet almanlar tarafından da sinemaya uyarlandı. ancak çok ilginçtir ki en azından dramatik anlamda bu film 1930 yılında çekilen klasiğin yanına yaklaşamamış. sanırım o filme tamamen benzememek için farklı bir yol izlemek istemişler ve kitapta da yer alan pek çok muhteşem sahne bu filmde kendine yer bulamamış. yine de "im westen nichts neues", savaşın korkunçluğunu ve anlamsızlığını paul ismindeki bir gencin gözlerinden duygusal bir dille anlatmayı başarıyor.

    4) guillermo del toro's pinocchio (yön. guillermo del toro ve mark gustafson) 8/10
    guillermo del toro'yu az çok tanıyanlar onun tam bir sinema aşığı olduğunu bilirler. onun röportajlarını izlediğinizde sinemadan bahsederken ki heyecanı gerçekten görülmeye değerdir. pinokyo'yu tekrardan beyaz perdeye aktaracağını duyduğumda muhteşem bir film izleyeceğimi biliyordum. the devil's backbone (2001) gibi eski filmlerinden esinlenerek yarattığı bu yeni pinokyo, hem hüzünlü hem de eğlenceli olmayı başarıyor. bir kalbi olmamasına rağmen pinokyo'nun o boşlukta taşıdığı ve beslediği duygular, etrafındaki herkese yetecek kadar derin ve değerli.

    3) kurak günler (yön. emin alper) 8,5/10
    listede bir türk filminin de yer almasını çok istiyordum. neyse ki bu sene oldukça iyi bir türk filmi izleyebildik. nuri bilge ceylan tarzından uzak (özellikle genç türk yönetmenler ne yazık ki bu tarza son zamanlarda çok takılı kaldılar) kendine ait harika filmler üretebilen usta bir senarist ve yönetmen olan emin alper, kurak günler filmiyle bizi anadolu'nun obruk misali açılıp kapanmayan yaralarını görmeye davet ediyor. yankılar kasabasına atanan genç savcı emre, kendisini içinden çıkılması zor bir siyasi çekişmenin ve zorbalığın içinde bulacaktır. keşke bu tarz daha çok türk filmi izleyebilsek. halbuki bu topraklarda o kadar çok anlatılmayı bekleyen hikaye var ki.

    2) aftersun (yön. charlotte wells) 8,5/10
    her sene olduğu gibi bu sene de pek çok festival filmi (art house) izleme imkanı bulduk. içlerinden, ünlü iranlı yönetmen cafer penahi'nin oğlu panah panahi'nin ilk uzun metraj filmi olan hit the road ve audrey diwan'ın 1960'lar fransa'sında genç bir kadının kürtaj yasağı yüzünden başına gelenlerin anlatıldığı happening filmleri bence övüldükleri kadar başarılı değillerdi. ancak charlotte wells'ın ilk uzun metraj işi olan "aftersun" filmi, baba-kız hikayesi üzerinden belki de oldukça kişisel bir konuyu estetik ve hüzünlü bir dille anlatarak bu yılın en iyi filmlerinden bir olmayı başarıyor.

    1) top gun maverick (yön. joseph kosinski) 8,5/10
    aksiyon sineması uzun zamandır büyük bir dar boğaza girmiş durumda. 80'li ve 90'lı yıllarda özellikle de uzak doğu sinemasının da katkıları ile altın yıllarını yaşayan aksiyon sineması, günümüzde artık birbirinin aynısı konuların arasında sıkışmış bir halde. ancak bir isim var ki aksiyon sinemasını neredeyse tek başına sırtlamayı başarıyor. bu isim hepinizin bildiği üzere tom cruise'dan başkası değil. aksiyon sahnelerinde dublör kullanmaması, her filminde aksiyon sınırlarını daha da zorlayışı ve bitmek bilmeyen enerjisi ile tom cruise eski zamanlardan kalma tam bir film yıldızı. "top gun maverick" filmi de "artık böyle filmler yapmıyorlar" diyebileceğimiz türden muhteşem bir aksiyon fırtınası. sinema salonlarında izlemekten gurur duyacağınız türden ve sinemanın o eski şaşalı günlerini hatırlatan harika bir film.

  • oğuz adında yeni tanıştığım bir arkadaşımla galatasaray-fenerbahçe derbisini izlemek üzere maçı yayınlayan bir mekana gitmiştik. maç başlamadan bir fotoğraf çekip, derbiyi unutmadığımızı facebook'ta ilan edelim dedik.

    neyse çektim fotoğrafı yükleyeceğim, oğuz "ne yazacaksın?" dedi, ben de şöyle bir etrafa baktım, kimse bağırmıyor etmiyor diye, "bağırmayan taraftar gelsin" yazdım yükledim.

    akabinde maç başladı, 10-15 dakika geçti.

    oğuz; abi bir arkadaşın yorum yaptı galiba.
    ben; yapsın?
    oğuz; pek hoşuma gitmedi ama.
    ben; ne yazmış?
    oğuz; ben söylemeyeyim sen bak. ben pek sevmem bu tarz konuşanları.

    dipnot arası; yorum yapan annem. gurbetteyiz falan diye annemin facebook profil fotoğrafında, benim şimdiki halime hiç benzemeyen eski bir fotoğrafım var. arkadaşımda fotoğrafa bakıp, ismi okumadığı için gördüğü erkeği* benim arkadaşlarımdan biri sanıyor.

    gelelim annemin kısa süreli bir gerilim yaşatan yorumuna;

    "annen de gelsin mi?"

  • --- spoiler ---

    hepimiz öleceğiz unutmayın
    --- spoiler ---

    şeklinde devam eden rte cümlesi.

    ay olabilir mi öyle bir şey ? lütfen olsun çünkü

    tanım: evladım olsa cebine eroin paketi koyup polise ihbar edeceğim bir vatandaşın cümlesi.

  • "sözlükte format var mı yok mu lan" şeklinde histeri krizine girmiş yazar sorusu. garip garip başlıklar, eskiden olsa direk uçurulmaya sebep olacak entryler falan. anlamıyorum ben. hayır ben mağaradayken bir şey oldu da ben mi kaçırdım. neyse.

  • çeşitli açılardan ele alınabilecek bir konu.

    ön not: bütün entry boyunca çelik yazdım ama siz onları genel olarak “metal” anlamında okuyabilirsiniz. çoğu yerde genel olarak kayış diyip geçtiğim yerlerde yazdıklarım deri, silikon ve nato kordonların tamamı için geçerlidir.

    saat türü açısından:

    önceki entry’lerde zaten bahsedilmiş, saatinizin türüne göre değişir. dress watch denilen takım elbise ile kullanmalık, resmi, zarif tasarımlı saatlerde deri kayış kullanmak bir görgü kuralı gibidir. siz düğününüzde damatlıkla birlikte çelik bilezikli bir saat taktıysanız kaynatanız sizi ayıplamaz; ama meraklısı dikkat eder bakar. çelik bilezik daha spor modellerde tercih edilir.

    etrafta o kadar dikkat edildiğini görmediğim ama benim gıcık olduğum bir konu da dalgıç saatlerine deri kayış takmaktır. pahalı olan dana derisi kayışlar suya dayanıklı olmakla birlikte, dalgıç saatine deri kayış takmak bana çok saatin tasarım amacına aykırı gelmiştir.

    saat koleksiyonculuğu / saat meraklısı olanlar açısından:

    deri, silikon ve kumaş kayışlar zaman içinde yıpranır, solar, değiştirilmeleri gerekir. değiştirildikleri zaman da saatin orijinal kayışını tekrar bulmak, almak uğraştırıcı ve masraflı olabilir. bazıları buna değmeyeceğini düşünerek ölçüsü uygun başka bir kayış takıp geçer.

    eğer saatin orijinalliği bozulmasın ve kayış değiştirme derdi olmasın istiyorsanız, en baştan saati alırken biraz daha fazla para ödemeyi göze alıp varsa o modelin çelik bilezikli versiyonunu tercih etmelisiniz. eğer saati satmayı düşünüyorsanız, çelik bilezikli olan ikinci elde daha iyi fiyata satılacaktır.

    eğer saatinizin kayış genişliği ölçüsü 20 mm, 22 mm gibi yan sanayi kayışlarda kolay bulunan bir ölçü değilse ve fabrika çıkışı çelik bilezik seçeneğiniz varsa direkt çelik bileziği tercih etmek akıllıca olacaktır. çünkü orijinal olmayan bir kayış takmaya razı bile olsanız, 19 mm, 21 mm, 23 mm gibi ölçüleri bulmak zor olacaktır.

    eğer saatiniz tissot prx gibi “integrated bracelet” denilen, çelik bilezik ve saat kasasının bütünleştiği bir tasarıma sahip olacaksa, o tasarımın hatırına çelik bilezik tercih edin.

    kalite açısından:

    ucuz saatin çelik bileziği kalitesiz olur. kalitesiz bileziğin alamet-i farikaları şunlardır:

    - parçaları arasındaki montaj boşlukları fazladır,
    sallanınca cıgıl cıgıl ses çıkarır. baklaların arasına kol kıllarınız sıkışabilir.

    - bileziği açıp kapatan klips civarına bakın. parçalar frezede işlenmiş değil, preslenmiş sac parçalardır.

    - bileğinize göre ayarlamak için bakla ekleyip çıkarmak dışında pek bir seçenek yoktur. ince ayar yapıp tam ölçüsüne getirmeniz için ek sistemler konmamıştır.

    - baklaları birbirine tutturan pimler vidalı değil, geçmelidir. saatçinin bunları çıkarmak için tık tık vurması gerekir.

    - bileziği saatin ana kasasına bağlayan ve “end link” denilen, en başta ve en sonda yer alan iki adet bakla içi dolu malzemeden işlenmiş değildir, sacdan bükülerek yapılmışlardır.

    - eğer bilezik aşırı kalitesiz bir bilezik ise, baklaların işlemesi düzgün yapılmamış, kenarları doğru düzgün yuvarlatılmamıştır. taktığınızda keskin kenarlı baklalar kolunuzu rahatsız eder, baklalar birbirine sürtünüp çizikler oluşturur.

    eğer ucuz bir saat alacaksanız, o saatin ikinci el piyasası pek yoksa, çelik bileziği bu özelliklere sahip örneğin bir vostok amphibia’nınki gibi kullanışsız, rezalet bir bilezik ise o zaman kayış kullanmak tercih edilebilir. fabrika çıkışı kayışlı olan bir model varsa onu almak da, çelik bilezikli bir model alıp üzerindeki bileziği kayışla değiştirmek de düşünülebilir.

  • gerçekten inanılmaz zeki bir hayvan. bu arkadaşlardan biri her sabah benim balkona gelir uyanmamı bekler. alarm çalar. kalkarım. içeriden biraz peynir getirir balkona bırakırım. bu aralar tatilde olduğum için haliyle alarm kapalı ve geç uyanıyorum. tabi bizim arkadaş yine geliyor her sabah ve bekliyor. bugun çok acıkmış olacakki baktım benim alarmın tonlamasıyla ötüyor. bildiğin alarmı taklit ediyor kadkskksksks önceki hayatında kayserili tüccar mıydın olm bu nasıl adam kandırma yöntemi lan ajdjjdjdkdks

    edit: şu durumun aynısı ahahahha gerçekten efsane hayvanlar bunlar https://www.instagram.com/p/czrler5liqp/