hesabın var mı? giriş yap

  • cerseinin elinde şarabıyla cemaatin inlerine girip havaya uçurduğu sahneyi tek geçerim. o kadeh tutuş, o bakış, o yarım gülüş. karizma aktı be.

  • öğretmen bir gün ders anlatırken aniden beni çağırdı. lan dedim nooluyo, neyse gittim kulağını yaklaştır hareketi yaptı, yaklaştırdım, dedi ki eliyle ağzını kapatarak. pipinle oynama. eliyle tamam git yaptı gittim oturdum. tenefüste geldi bütün millet, işte ne dedi sana ne söyledi falan, demiştim ki: senin parmak kaldırmana gerek yok dedi.

  • “hakkari’ye özerklik getireceğim.” dememiş.

    “hakkari’de, “(avrupa) yerel yönetim(ler) özerklik şartını getireceğiz” dedim” demiş.

    avrupa yerel yönetimler özerklik şartı, sanıldığı gibi federatif bir yapı önermiyor.

    ülkenin anayasasında yerel yönetimlerin özerkliği adına ne varsa onu garanti altına alıyor. keyfi davranışları kısıtlıyor. (örneğin türkiye’de belediye başkanlarının seçimle gelmesi, belediye meclisleri, belediyelerin topladıkları ayrı vergiler gibi özerklik öğeleri var)

    türkiye’de yerel yönetimler zaten özerktir ve türkiye bu anlaşmayı bazı maddeleri tercih ederek daha 1989 yılında zaten onaylamıştır.

    ancak anlaşmanın tümünü bile tercih etseniz yerel yönetimlere daha fazla özerklik vermeniz gerekmez. sadece belediye seçimlerini, meclisini ve bütçesini daha güçlü güvence altına almış olursunuz. (ki kılıçdaroğlu sanırım bunu vaat ediyor.)

  • insanı, hayvanlardan ayıran en önemli özelliği, kısa belleğinin oluşudur. bu kısa belleği sayesinde insan, düşünce süreçlerini izleyebilir. insan düşünce süreçlerini izlediğinde, özgürlük problemi ile karşılaşır.

    insan, dış belirlenmişliğe karşı kendisi olmayı arayan, özgürlüğünü arayan bir varlıktır. işte ahlak felsefesinin de başlangıç noktası budur: insanın kendisi olmayı gerçekleştirmesi.

    ‘’ben’’ diye bildiğimiz kişi, asıl ‘’ben’’ değildir, dışarıdan toplumdan yansıyan ‘’ben’’dir. işte bu ‘’ben’’, buz dağının görülen kısmıdır; kültürün, kişinin içinden geldiği toplumun oluşturduğu ‘’ben’’dir. ahlak felsefesinin amacı da, tam olarak kişiyi, gerçek ‘’ben’’ e ulaştırmaktır; insanın kendi olma problemidir.

    insan, toplumsal ahlakın oluşturduğu ‘’ben’’ den çıkıp, insanın içinde kendi ‘’ben’’ini oluşturacağı bir zemin arar. buna bir örnek verecek olursak :

    bir kaza hadisesine tanık olmuş biri olarak, olay anını anlatmamız için mahkemeye çağrılmış olalım. kazayı yapıp insanı öldüren ali, bize gelip, mahkemede yalan söylememiz halinde hastanede yatan, paramız olmadığı için ameliyatını gerçekleştiremediğimiz annemizin tüm masraflarını üstlenmesini söylesin. kazada ölen kişi ise, kaza anından otuz dakika önce banka soyup üç masum insanı öldürmüş biri olmuş olsun.

    mahkemede soruşturma esnasında hakime, yalan söyleyip, ali’nin suçsuz olduğunu söylememek için hiçbir mantıklı gerekçe yoktur. yalan söylediğimiz takdirde annemiz kurtulmuş olacaktır. ölen kişi ise zaten kötü bir insandır, onun ölmesi kimseyi üzmemiştir. belki ali o katili öldürmeseydi, o katil başka masum insanların ölümüne sebep olacaktı.

    böyle düşüncelerle kendimizi ikna etmiş olalım. fakat tam soruşturma esnasında içimizi kemiren bir düşünce, bir ses vardır : ‘’ hakime kaza olayını dosdoğru anlat, yalan söyleme ‘’. ve bu ses bize özel değildir; herkes bu vicdan sesine sahiptir.

    bu örnekten anlaşılacağı üzere kültürün, toplumun inşa ettiği düşüncelerden bağımsız olarak, insanın kendi ‘’ben’’ düşüncesini oluşturduğu bir akıl zemininin olduğunu görürüz. bu akıl zemininin olduğu söyleyen evrensel ahlak yasasını kabul edenler ve aklımızın boş bir zeminde hareket ettiğini söyleyen, evrensel ahlak yasasının olmadığını söyleyen akımlar vardır.

    evrensel ahlak yasasını reddeden teoriler: hazcılık (hedonizm), bencillik ahlakı (egoizm), anarşizm, güç ahlakı, egzistansiyanizm.

    evrensel ahlak yasasının varlığını kabul eden teoriler: erdem etiği, hak ve ödev ahlakı (deontoloji), yararcılık (sonuççuluk).