hesabın var mı? giriş yap

  • oteki kadinin asil ben senin kocanla eglendim, bundan bisey olmayacagini anlayinca sana iteledim demis olma ihtimali beni helecanlandiriyor

  • "ispanya. bize yakın bir kültür. sıcakkanlılar. yolda adres dahi sorsanız, sizinle ilgilenir, yardım ederler. bunu diğer avrupa ülkelerinde bulamayabilirsiniz. ispanya’da kendinizi, evinizdeki gibi güvende hissedersiniz. "

    bu abla burda adres sorsun, ben de o tarafa gidiyorum yürüyelim dersen kezban gibi trip atar ama elin ispanyol'u yapınca kendini evinde gibi hisseder.

  • elbette yayaya çarpmak.. ki seneler önce yaşadım.. sanırım sene 1997 idi. kör bir virajı döndüm, hızım 60-65 km/s falandı. 70 yaşlarında bir teyze yola yeni adım atmıştı. beni görünce duracağına koşmaya başladı,fren mren derken muhtemelen 20 km/s civarı bir hızla kadıncağıza çarptım. önce kaputun üstüne sonra yere düştü.. hemen indim,yanımdaki kız arkadaşıma ambulans çağırmasını söyledim. etraftan koşan esnaf kadını çekiştirmeye çalıştı, oynatmayın vs dedim. neyse,kadın hastaneye ben karakola.. sadece bacağında bir morluk oluştu ama gel de bana sor.. vicdan azabı vs eşi emekli bir diş hekimiymiş ve olayı balkondan görmüş. polise "çocuğun suçu yok, bizim hanım resmen koşup arabaya çarptı" demiş ve şikayetçi olmamışlar. ertesi gün çiçek vs yaptırıp utana sıkıla evlerine ziyarete gitmiştim.. o zamandan beri yayaya çarparım diye altıma sıçıyorum..

  • bugün kafeye biri kız biri erkek iki tane ilkokul çocuğu geldi en fazla 3. sınıfa gittikleri belli, hiç istiflerini bozmadan kasaya doğru geldiler yanıma erkek olan abi bu kadar param var dondurma gelir mi dedi. baktım paraya 1 buçuk lira. normalde 3 liranın altında vermiyoruz dondurmayı çok az oluyor boş külahtan hallice. gelin bakalım dedim açtım dolabı seç dedim. kakao çilek olsun dedi, yanındaki kız da bakıyor öyle ona. ardından kıza dönüp sen seç şimdi dedim erkek olan da onun parası yok abi dedi. kıza seç seç hadi dedim o da kakao çilek istedi. dondurmayı uzattım kıza verdim birbirlerine bakıp güldüler. onlar gülünce ben de gülümsedim kendi kendime.

    debe editi: birbirinden güzel onlarca mesaj aldım, çocukların mutluluğuna ortak olanlara, hepinize güzel dilekleriniz ve kalpleriniz için teşekkür ediyorum.

  • kadınlar için viagra üretilmiş. iyi de, zaten bunu lidyalılar bulmamış mıydı yüzyıllar evvel?

  • halkın parasıyla araplara ziyafet çekilmiş. haram olsun.

    edit: dışardan adana mı söylesinler diyenler var özelden. ülkenin menfaatlerini hiçe sayıp, nice tavizler verdikten sonra hiç bişey olmamış gibi poz kesen herkese yazıklar olsun. tavuk döner bile fazla bu insanlara.
    kim bilir ne tavizler verildi, ne anlaşmalar yapıldı senin benim zararıma.

  • sinemaya hastalık derecesinde aşık olan efsane yönetmen.

    1993 yılında new york times'ta, federico fellini'yi ve diğer bazı yabancı filmleri "zorlayıcı" olmakla eleştiren bir makale yayımlanır. martin scorsese de buna yanıt olarak kendilerine sağlam bir cevap mektubu gönderir.
    aşağıda mektubun orijinali ile beraber, tarafımdan türkçeye "çevrilmeye çalışılmış" halini de bulabilirsiniz.

    ny times'taki yazı
    scorsese'nin cevabı
    mektubu gördüğüm kaynak

    orijinali:

    "new york,
    19 nov 1993

    to the editor:

    'excuse me; ı must have missed part of the movie' (the week in review, 7 november) cites federico fellini as an example of a filmmaker whose style gets in the way of his storytelling and whose films, as a result, are not easily accessible to audiences. broadening that argument, it includes other artists: ıngmar bergman, james joyce, thomas pynchon, bernardo bertolucci, john cage, alain resnais and andy warhol.

    ıt’s not the opinion ı find distressing, but the underlying attitude toward artistic expression that is different, difficult or demanding. was it necessary to publish this article only a few days after fellini’s death? ı feel it’s a dangerous attitude, limiting, intolerant. ıf this is the attitude toward fellini, one of the old masters, and the most accessible at that, imagine what chance new foreign films and filmmakers have in this country.

    ıt reminds me of a beer commercial that ran a while back. the commercial opened with a black and white parody of a foreign film—obviously a combination of fellini and bergman. two young men are watching it, puzzled, in a video store, while a female companion seems more interested. a title comes up: 'why do foreign films have to be so foreign?' the solution is to ignore the foreign film and rent an action-adventure tape, filled with explosions, much to the chagrin of the woman.
    ıt seems the commercial equates 'negative' associations between women and foreign films: weakness, complexity, tedium. ı like action-adventure films too. ı also like movies that tell a story, but is the american way the only way of telling stories?

    the issue here is not 'film theory' but cultural diversity and openness. diversity guarantees our cultural survival. when the world is fragmenting into groups of intolerance, ignorance and hatred, film is a powerful tool to knowledge and understanding. to our shame, your article was cited at length by the european press.

    the attitude that ı’ve been describing celebrates ignorance. ıt also unfortunately confirms the worst fears of european filmmakers.

    ıs this closed-mindedness something we want to pass along to future generations?

    ıf you accept the answer in the commercial, why not take it to its natural progression:

    why don’t they make movies like ours?
    why don’t they tell stories as we do?
    why don’t they dress as we do?
    why don’t they eat as we do?
    why don’t they talk as we do?
    why don’t they think as we do?
    why don’t they worship as we do?
    why don’t they look like us?

    ultimately, who will decide who 'we' are?

    —martin scorsese"

    -----------------------------------------------------------------------------------------------------------------
    -----------------------------------------------------------------------------------------------------------------

    türkçesi:

    "new york,
    19 kasım 1993

    editöre:

    'affedersiniz; filmin bir kısmını kaçırmış olmalıyım' (inceleme haftası, 7 kasım) makalesinde tarzı, hikaye anlatıcılığının önüne geçen ve bunun sonucunda filmlerine izleyiciler tarafından kolayca erişilemeyen bir yönetmen olarak federico fellini örnek gösteriliyor. daha sonra bu argüman genişletilerek diğer sanatçılar da bu kapsama dahil ediliyor: ıngmar bergman, james joyce, thomas pynchon, bernardo bertolucci, john kafes, alain resnais ve andy warhol.

    rahatsız edici bulduğum şey görüş değil. bu görüşün altında yatan; farklı, zor veya talepkar olan sanatsal ifadeye yönelik tutumdur. fellini'nin ölümünden sadece birkaç gün sonra bu makaleyi yayınlamak gerekli miydi? burada tehlikeli, sınırlayıcı ve hoşgörüsüz bir tavır olduğunu hissediyorum. eğer bu konuda en erişilebilir olan eski duayenlerden fellini'ye karşı takınılan tavır buysa, yeni yabancı filmlerin ve sinemacıların bu ülkede ne gibi bir şanslarının olduğunu bir düşünün.

    bu bana bir süre önce yayınlanmış olan bir bira reklamını hatırlatıyor. reklam, - açık bir şekilde fellini ve bergman'ın bir karışımı olan - yabancı bir filmin siyah beyaz bir parodisi ile açılıyor. iki genç adam bu filmi bir video dükkanında kafaları karışmış bir şekilde izliyorlar; bir kadın arkadaşları ise filme daha çok ilgi gösteriyor. sonra bir yazı çıkıyor: 'yabancı filmler neden bu kadar yabancı olmak zorunda?' cevap olarak, yabancı film görmezden geliniyor ve patlamalarla dolu bir aksiyon-macera filmi kiralanıyor ve kadın da buna üzülüyor.
    görünüşe göre reklam, kadınlar ve yabancı filmler arasındaki 'olumsuz' çağrışımları eşleştiriyor: zayıflık, karmaşıklık, bıkkınlık. aksiyon-macera filmlerini ben de severim. aynı zamanda bir hikaye anlatan filmleri de severim. ancak hikaye anlatmanın tek tarzı, amerikan tarzı mıdır?

    buradaki mesele 'film teorisi' değil, kültürel çeşitlilik ve açık fikirliliktir. çeşitlilik, kültürel varlığımızın hayatta kalmasını güvence altına alır. dünya hoşgörüsüzlük, cehalet ve nefret gruplarına bölünürken film, bilgi ve anlayış için güçlü bir araçtır. bizim ayıbımıza ki makaleniz avrupa basınında uzun uzun alıntılandı.

    tasvir ettiğim tavır, cehaleti yüceltiyor ve ne yazık ki aynı zamanda avrupalı sinemacıların en büyük korkularını da doğruluyor.

    bu dar fikirlilik gelecek nesillere aktarmak istediğimiz bir şey mi?

    eğer reklamdaki cevabı kabul ediyorsanız, bu bakış açısının doğal olarak geleceği noktayı da neden kabul etmeyesiniz:

    neden bizim gibi filmler yapmıyorlar?
    neden bizim gibi hikayeler anlatmıyorlar?
    neden bizim gibi giyinmiyorlar?
    neden bizim gibi yemiyorlar?
    neden bizim gibi konuşmuyorlar?
    neden bizim gibi düşünmüyorlar?
    neden bizim gibi ibadet etmiyorlar?
    neden bizim gibi görünmüyorlar?

    en nihayetinde, 'bizim' kim olduğumuza kim karar verecek?

    —martin scorsese"

  • ahmet davutoğlu'nun iğrenç bir şekilde çıkar sağlamaya çalıştığı olay.

    "davutoğlu, "işte dava adamı budur. nasıl kızı, ailesi hastanedeyken buraya mitinge gelmişse, bu nöbeti terk etmemişse bu batmanlı kahramandan örnek alacaksınız, sandıklara gidip terk etmeyeceksiniz" ifadesini kullanmıştı."

  • - merhaba hüsam bey..
    - merabe doktor.. benim so
    - sorununuz panik atak..
    - ha.. evet.. gece
    - geceleri çarpıntı oluyo..
    - evet.. ka
    - karınız sizi aldatıyo..
    - ha
    - hasan bey'le aldatıyo..
    - ana
    - anama küfretme skerim sülaleni..
    - ib
    - babandır..

  • kendi deyimi ile ''tanrı'nın eli'' ni iki kere kullanmı$tır aslinda..

    1986 senesinde oynanan ingiltere macı sonrası maradona bu mac icin ''bu bir takımı yenmek degil bir ülkeyi yenmek demi$ti.''

    bu macın 51. dakikası icinde maradona topu orta saha civarından almı$, hoddle'i gectikten sonra valdano ile duvar pasına girmi$ havalanan topu shilton'un rahatca alması beklenirken maradona kendisinden beklenmeyecek kadar yükselmi$ ve kafasını sol yumruguna siper ederek shilton'un önünden topu elle aglara yollamı$tı. zaten herkes bu golü ezberlemi$ti, tarihte yerini almı$tı bu gol.

    mactan sonra basın toplantısında maradona tarihe gececek olan ''un poco con la cabeza de maradona y otro poco con la mano de dios" cümlesini kurmu$tu.. yani biraz maradona'nın kafası biraz tanrı'nın eli.

    **

    1990 dünya kupasında acılı$ macını milano'da 1-0 kaybederek ba$lar arjantin. ikinci mac sovyetler birligi iledir. arjantin'in maradona dahil cok fazla sakat futbolcusu vardı ve istenen oyun oynanamıyordu.

    14 haziran günü sovyetler macına cıktı arjantin ve belki de turnuva'nın arjantin icin ilk kader anı ya$andı. 10. dakika icerisinde nery pumpido kendi defans oyuncusu jorge olarticoechea ile ceza sahasında carpı$tı ve ayagi kırıldı.. kaleye sergio goycoechea gecti.. troglio ile 27. dakika da 1-0'da öne gecti arjantin, ama sovyetler inanılmaz bir baskı kurmaya ba$ladı arjantin kalesinde.. üst üste ataklar icin artık maradona bile kendi kale diregi önünden ayrılamaz olmu$tu ki tanrı'nın eli ikinci kez sahneye cıktı.

    artık sovyetler baskısının dayanılmaz durumda oldugu anlardan birinde kullanılan korner atı$ına ceza sahası icerisinde oleg kuznetsov muhte$em bir kafa vuru$u yapar. o sıra ön direk önünde bekleyen maradona top kaleye girmek üzereyken topu bu sefer sag eliyle durdurur ve topu ileri firlatir. herkes $a$ırmı$tır, maradona dı$ında. aynı 1986'da ki gibi yan gözle hakeme bakar maradona.. hakemin olayı aynı 4 sene önce oldugu gibi fark etmedigini görünce de sol ayagı ile topu havaya diker.. isvecli hakem oyunu devam ettirir, bir süre sonra da arjantin 2. golü bulur ve sovyetler birligi'ni 2-0 ile turnuva dı$ına yollar.. eger o top gol olsa ilk macını kaybeden, ücüncü macında beraber kalan arjantin grubu sovyetler birligi'nin arkasında sonuncu olarak tamamlayacaktı.

    nası baglanır ki bu 24 saat uyumayan bir insan icin?. maradona güzel birisidir i$te.