hesabın var mı? giriş yap

  • benim neslim o kadar uzunca bir süre orijinal oyun alamamanın sorunlarıyla boğuştu ki şu anda gerek olsun olmasın, oyunu sevsin sevmesin steam indirim dönemlerinde varını yoğunu koyuyor ortaya.

    crack denilen o allahsız kitapsız dünyanın kahrını hayatımda bir tek sefer daha çekecek tahammülüm yok güzel insanlar. oynamayacak da olsam alırım, exe dosyasına bakar bakar eğlenirim.

    yapanın edenin yedi sülalesine dua ediyorum. büyük karanlıklardan kurtardılar insanlığı. hele son senelerde o cracklerin geldiği hali düşündükçe hepten aklım almıyor. dosyayı kopyala, interneti kopar, kod yaz, bilgisayarın saatini değiştir, balkon penceresini aç, tütsü yak.

    oyun mu oynayacağız, banka mı soyuyoruz.

    beni ve tüm sevdiklerimi bu beladan kurtardı ya yumurta satsın steam üzerinden alırım. kimse korsan ürün kullanmaz aslında şu sistemi her medya için yaygınlaştırsalar. güncel ürünü istediğin fiyattan sat, zaman geçtikçe fiyatı indir, paket yap, kampanya sun, arşiv hizmeti sağla vur gitsin.

    hırsız değiliz lan biz, sadece paramızın karşılığını istiyoruz.

  • millet anlamadan saydırıyor, başlığı açan da mal topluluğuna laf anlatmaya çalışırsan böyle olur diyor. arkadaşlar 100 liralık mala %200 enflasyonla 300 lira oldu diyelim, daha sonra 300 liraya 200 lira daha enflasyon olursa ne olur %66 oldu eee ne olmuş oldu enflasyon %200 den %66 ya geriledi heyoooo ama sonuç ne, 100 lira olan mal 500 liraya yükseldi.

  • her şeyin yeri ve zamanı var.

    köpeğin vapurda işi yok bunu anlayın.

    yolculuk esnasında sizi ısırsa görevlilerden şikayetçi olursunuz.

    ilk şikayetçi olacak kişiler de bu olayı savunanlar olur genelde.

  • 10 negatif kişilik özelliği ve 10 kitap tavsiyesi

    değer verdiğiniz bir arkadaşınızın* hiç tasvip etmediğiniz bir özelliği olabilir ve siz ona bu özelliğini değiştirmesi* için ne kadar dil dökerseniz dökün sözleriniz onun bir kulağından girip ötekinden çıkabilir ama bilmenizi isterim ki bazı kitaplar size bu konuda destek verebilir.

    aşağıya karaladığım listede 10 negatif kişilik özelliğini ve o özelliklere sahip kişilere hediye edilebilecek kitapları sıraladım.

    1) siyasi bir lidere tapan / itaatsizlik üzerine* (erich fromm)
    şimdiye kadar tarihin büyük bir bölümünde, bir azınlık çoğunluğa hükmetmiştir. bu hâkimiyeti gerekli kılan, hayatın güzelliklerinin sadece azınlığa yetecek kadar olup, çoğunluğa kırıntıların kalmasıdır. eğer bu azınlık güzelliklerin tadını çıkarmak ve bunun da ötesinde çoğunluğun kendine hizmet etmesini, kendisi için çalışmasını istemişse gerekli şart şuydu: çoğunluk itaat etmeyi öğrenmeliydi. oysaki neden ahmet'in, mehmet'in ya da ayşe'nin faydalandıklarından ali, fatma ya da zeynep faydalanmasın? neden birileri tanrı mertebesine kadar yükseltilip, onu yükseltmiş olanlar onun kulu ve kölesi mertebesine gerilesin? "insanın özgürlüğü, kendisine yapılanlara karşı takındığı tavırda gizlidir," der sartre. eğer özgür olmak istiyorsa insan, öncelikle birilerine biat etmeyi bırakarak işe başlamalı ve otoriteye 'hayır' denmesi gereken yerde göğsünü gere gere 'hayır," diyerek yola devam etmeli. sonrası? sonrası zaten bahar bahçe.

    2) saplantılı / tünel (ernesto sabato)
    ve işte romantik saplantının umutsuz yalnızlığı hakkında yazılmış şahane bir arjantin edebiyatı örneği. sabato'nun tünel'i, biraz camus'nün yabancı'sına benzer, çünkü her ikisinin de ana karakteri yalnızca toplumlarına değil, aynı zamanda kendilerine ve insanlara anlamlı gelen pek çok şeye yabancılaşmışlardır. birbirlerinden ayrıldıkları nokta ise meursault kendi duygularına bile yabancılaşmış bir karakterken, sabato'nun kahramanı castel duygularını oldukça yoğun bir şekilde yaşar ve hepsini saplantılı bir tavırda kendisini anlayabileceğine inandığı bir kadına yansıtır. aşkın, takıntının, kuşkunun, kıskançlığın, sıkıntı ve deliliğin kol gezdiği castel’in dünyasında gerçeklik duygusu adım adım yitirilir. geride ne yaratıcı, ne de yaratı kalır. cinayet de çözümsüzdür artık ve kalıcı olan tek şey sonu gelmeyen bir kuşku döngüsüdür. takıntılı ve saplantılı bireyler için hem rahatsız edici hem de büyüleyici bir kısa roman.

    3) iyimser / candide (voltaire)
    iyimser tabiri ilk duyulduğunda her ne kadar pozitifmiş gibi bir his uyandırsa da problemin olduğu yerde sergilenen iyimser tutum, o problemin kök salmasına ve haliyle çözümünün de gittikçe imkansızlaşmasına sebep olacağından aslında pek de övgüye mazhar bir tutum değildir. alman filozof leibniz'in "yaşadığımız dünya dünyaların en iyisidir" mantığına karşı çıkarak yazılan 1759 tarihli candide, voltaire'in en önemli yapıtlarından biridir. candide adlı iyi niyetli bir genç almanya'da yaşadığı şatodan kovulduktan sonra avrupa, afrika ve asya'da büyük felaketlerin tam ortasına düşer. depremler, engizisyon tehlikesi, frengi hastalığı, cinayetler arasında oradan oraya savrulur. mümkün dünyaların en iyisinde yaşadığımızı söyleyen hocası pangloss'un öğretilerini bu maceralarda hiç aklından çıkartmayacaktır, ama dünyanın halini, insanların kötülüğünü gördükçe de umutsuzluğa kapılmadan edemez. almanya'da bir şatodan sefil bir hayata, düşler ülkesi eldorado'dan istanbul'a dek uzanan, iyimserliği alaya alan ve bu sırada hayatı, hayatın amacını sorgulayan bir başyapıt.

    4) kendine dışardan bakmayan / biri hiçbiri binlercesi (luigi pirandello)
    yüz yılı aşkın bir zaman önce kaleme alınmış 'biri, hiçbiri, binlercesi' isimli bu kitap, bir adamın kendi gözleriyle gördüğü kişiliği ile başkalarının gördüğü kişiliği arasındaki uçurumun farkına varmasıyla varoluşunu sorgulamaya başlamasını konu aldığı için kendisiyle hiç yüzleşmeyen ya da kendini hiç sorgulamayan insanlara hediye edilebilecek en güzel kitaplardan biridir diyebilirim. kitabın ana karakteri vitangelo moscarda'nın tüm hayatı, karısının bir gün kendisine sorduğu ve burnunun eğriliğinden dem vurduğu o basit soruyla altüst olur. moscarda o andan itibaren kendisinden başlayarak tüm yaşamını acımasızca sorgular ve kendini yeniden bulmak için kendini parçalara bölmeyi öğrenir. moscarda kimdir, kendi gördüğü mü yoksa başkalarının gördüğü mü? kişilik bölünmesinin acımasızca ve mizahi bir dille işlendiği eser bize şu soruyu sorar, insan bir midir, hiç midir, yoksa binlerce midir?

    5) bireyci / martin eden (jack london)
    jack london, yarattığı martin eden karakterinin akıbetine üzülüp üzülmediğiyle alakalı kendisine sorulan bir soru üzerine şunları söyler: "martin eden için neden biraz üzülmeyeyim? martin eden bendim. martin eden bir bireyci idi, bense sosyalist. işte tam da bu yüzden ben yaşamaya devam ediyorum ve işte tam da bu yüzden martin eden öldü. bu kitap bireyciliğe bir saldırıdır. martin eden başkalarının ihtiyacının farkına varmayan aşırı bir bireycidir. hayalleri kaybolduğunda uğrunda yaşayacağı hiçbir şey kalmaz."

    6) konformist / cehenneme övgü: gündelik hayatta totalitarizm (gündüz vassaf)
    kitap wilhelm reich'in şu sözleriyle başlıyor: "asıl açıklanması gereken, neden aç insanın çaldığı ya da sömürülen adamın grev yaptığı değil, neden aç insanların çoğunun çalmadığı ve sömürülenlerin çoğunun greve gitmediğidir." gündüz vassaf, kitabında yalnızca totaliter sistemi ya da onu kuranları eleştirmiyor, aynı zamanda o sistemden şikayetçi olmasına rağmen öyle ya da böyle sistemin devamlılığını sağlayan, aç olmasına rağmen çalmayan, sömürülmesine rağmen greve gitmeyen toplumu, yani kendisine dayatılan totalitarizmi sorgulamadan kabul eden konformist bireyleri de eleştiriyor. hatta bana kalırsa en çok onları eleştiriyor. totalitarizmin sadece bir rejim olmaktan çıkıp gündelik hayatlarımıza bile nasıl sızdığını gösteren ve bundan tek kurtuluşun başka bir düzene geçmekten ziyade farkında bile olmadan mevcut düzenin sürdürülmesini sağlayan insanların uyanışıyla mümkün olacağını ima eden(ben okuduklarımdan bunu çıkardım) bu kitabı konformist bir arkadaşınıza hediye etmenizi tavsiye ederim.

    7) kapitalist / demir ökçe (jack london)
    bana kalırsa, kapitalizm destekçisi birine jack london'ın külliyatını okutmak gerekir ve başlangıç olarak da demir ökçe oldukça iyi bir seçimdir. çünkü demir ökçe, distopya edebiyatının ilk örneği olarak kabul edilir; görsün beyefendi kapitalizmin nasıl bir distopyayı gerçek kılabileceğini (ya da kıldığını mı demeliydim?) günümüzden yüz yılı aşkın bir zaman önce kaleme aldığı eserinde london, hiç eskimeyen bir hikâyeyi konu edinir: ezen ve ezilen mücadelesi. amerika birleşik devletleri'ni pençesine almış olan oligarşi, namı diğer demir ökçe, tüm şiddeti ve gaddarlığıyla emekçilerin üzerine yürümektedir. tröstler, ekonomik ve siyasi ilişkiler, faşist devlet yapılanması sanki daha o zamandan yirminci yüzyılda insanlığın yaşayacağı acı olayların habercisi gibidir ve ne yazık ki geçen zaman london'ın kehanetlerini doğrular niteliktedir.

    8) özfarkındalığı eksik / martı jonathan livingston (richard bach)
    özfarkındalığı eksiklere ya da görünmez duvarlar içine kendi potansiyelini hapsetmişlere verilecek en güzel hediye. 1000 tane kıçı kırık kişisel gelişim kitabının bir araya gelip de verebileceği hayat dersinden çok daha niteliklisini tek başına veren 150 sayfalık bir başyapıt. kitap, sadece yemek bulmak için oradan oraya uçmaktan sıkılan, daha hızlı ve mükemmel uçmak için tüm sınırlarını zorladığı antrenmanlar yapan, bu uğurda sürüden kovulmayı bile göze alan martı jonathan livingston'ın destansı hikâyesini anlatıyor. "cehaletimizi kırabiliriz. becerilerimizi, yeteneklerimizi ve zekâmızı kullanarak kendimizi bulabilir, kendimiz olabiliriz. en önemlisi, özgür olabiliriz! uçmayı öğrenebiliriz!"

    9) vazgeçmiş / yaşamak (yu hua)
    ilkin bu kitabı 'kumarbaz' ya da 'sorumsuz' bir arkadaşınıza hediye edebileceğinizi söyleyecektim ama sonrasında bunun oldukça yetersiz bir yaklaşım olacağını fark edip vazgeçtim. her ne kadar negatif anlamda bir domino etkisinin başlamasına sebebiyet veren tetikleyiciler ana karakterin sorumsuzluğu ve kumarbazlığı olsa bile kitabın geri kalanında anlatılan her şey bana bu kitabı çektiği dertlerin karşısında kendini mağlup hisseden ve yaşamın içerisinde aktif olarak rol almaktan vazgeçen bir arkadaşınıza hediye etmenizin daha uygun olabileceğini düşündürttü. aslında hayata bu pencereden bakmayı kesinlikle reddederim; parmağı kesilen bir insanın çektiği acı, kolu kopan insanların varlığını kendine hatırlatarak yok olmaz. fakat benzer acıları çeken insanların varlığı, yani yalnız olmadığını bilmenin/öğrenmenin hissiyatı, çekilen acıyı yok etmese bile, manevi bir güç verir kişiye. yu hua, başına gelmedik felaket kalmayan bir adamın hüzün dolu hikâyesini anlattığı bu romanında bizlere şunu hatırlatıyor aslında: "hayat her şeye rağmen devam ediyor ve işte bunun adına da 'yaşamak' deniyor."

    10) umutlu bir bekleyiş içinde yaşamayı erteleyen / tatar çölü (dino buzzati)
    şunu çok net olarak söyleyebilirim ki bugüne kadar okuduğum tüm kitaplar arasında bana en sert tokadı atan kitap tatar çölü’ydü. okuyup bitirdikten sonra günlerce kendime gelemediğimi ve sonrasında kendime gelsem bile bir daha asla eskisi gibi olamadığımı belirtmek isterim. mehmet eroğlu çok doğru demiş: "insanları ikiye ayırıyorum: tatar çölü'nü okuyanlar ve okumayanlar." kitap, genç teğmen giovanni drogo'nun hikâyesini anlatıyor. drogo, askeri okuldan mezun olduktan sonra bir sınır kalesi olan bastiani kalesi'ne atanır. beklentisi ve umudu, burada çok uzun süre kalmayacağı yönündedir. en fazla 4 ay kalacak ve daha sonra tayinini isteyip başka bir yere gidecektir. herkesten ve her şeyden izole bu kaledeki günlerini sınırın öbür tarafındaki tatar çölünden gelecek düşmanı bekleyerek geçirir. aradan 4 ay geçer, ama düşman gelmez. genç teğmen beklemeye bir süre daha devam etme kararı alır.

  • enkazı değil enkazın ardından hızla toparlanan ve geleceğe güvenle bakan, artık şehit haberi gelmeyen bir ülkeyi devraldı. aynı ülkeyi; doların rekorlar kırdığı, kimsenin (akp li yandaşlar hariç) gelecekten umudunun kalmadığı, binlerce gencimizi ve insanımızı terör sebebiyle şehit verdiğimiz, gerçek bir enkaza çevirdi. gerçek budur.

    edit: t a m a m

  • hiç aldatılmadığım için bilmiyorum ve merak ediyorum ama bi arkadaşım aldatılmıştı, onları gözlemledim. kızın sendeki en basit şeye bile tahammülü azalmışsa, başkasına tahammülü artmıştır. örneğin hapşırdığında iyi yaşa yerine, ya ödümü kopardın yavaş ya...diyorsa başkasındadır artık kalbi.

    debe edit: ilk kez debe'ye de girmiş olduk, hadi bakalım.

    eeeeey türk insanı, atana ve cumhuriyetine sahip çık, başka türkiye cumhuriyeti yok.

  • yok hamileydi, yok anneydi, yok yaşlıydı diye herkese bedava istanbulkart vermeyi durdursunlar öğrencilerle uğraşacaklarına. yüksek lisans yapan bir öğrenci neden indirimli kullanamasın. asıl sorun bedava kullananlar. yaş farketmeksizin dolu kişide görüyorum bunu.

    edit: yazım yanlışı düzeltildi.

  • bu işin matematiği şöyle:

    1 > (etkinlik1 bulaş çarpanı x etkinlik1 sayısı) + (etkinlik2 bulaş çarpanı x etkinlik2 sayısı) + ... + (etkinlikn bulaş çarpanı x etkinlikn sayısı)

    insanların bir araya geldiği her türlü etkinlikte virüs bulaşır ve sizin yapabileceğiniz şey r0'u 1'in altında tutmak ve sağlık sisteminin kapasitesini aşmamasını sağlayacak kadar aktiviteye izin vermek. gelecek oy sayısına veya para miktarına göre optimize edebilirsiniz bunu.

    akp burada bu aktiviteleri seçiyor. camiye gidenlerin sebep olduğu yayılmanın sağlık sisteminin üzerinde yarattığı etkileri azaltmak için çocuklar okula gönderilmiyor olabilir.

    uludağ'da tesisler ciro yapabilmesi için orası muaf tutulurken, bu etkinliğin yaratacağı yayılmaya karşılık istanbul'da kafeler kapalı tutuluyor olabilir çünkü ikisini birden açarlarsa yine artış trendine geçilir.

    anlayacağınız, uludağ'dakiler eğlensin ve hastalanırlarsa onlara bakacak hastane olabilsin diye bu haftasonu evde oturdunuz.

  • annemdir.

    içinde babamın isminin yazdığı ince, düz, sade bir halka ama annem için her şeyden değerli. bu alyans annem için ne kadar değerliyse babamın alyans takmayışı da o kadar dertti. babam nişanlandıktan kısa bir süre sonra ekonomik sebeplerden dolayı kendi yüzüğünü satmak zorunda kalmış. yıllarca belini doğrultamadığı için de ikinci bir alyans alamamıştı.

    anneler malum kirli çıkıdır, ellerine üç beş kuruş geçse hep biriktirirler. ne zaman kenarda köşede bir birikim yapsa babama yüzük almayı teklif ederdi, babam da çok isterdi, birçok erkeğin aksine alyans takmayı sevdiğini söylerdi, her ne kadar çok kısa bir süre takmış olsa da belki de tadını çıkaramadığı için hep içinde kalmıştı. ama yıllarca annemin birikimleri hep farklı yerlere, onlara göre bir alyanstan daha gerekli olan yerlere yani bize harcandı; kardeşim ve bana.

    nihayet yıllar sonra annem de işe girmiş çalışıyorken alyans alacak kadar parayı biriktirdiler. hiç unutmam hep beraber gittik seçmeye, bir tane beğendik içine annemin adını yazdırdık. ikisi de öyle mutluydular ki.

    bir süre taktı babam alyansını. sonra hastalandı, art arda ameliyatlar, kemoterapiler, işten ayrıldı. ekonomik sıkıntılar yine başladı derken babam yine alyansını satmak zorunda kaldı. bir alyans kaç para edebilir ki? en azından bizim aldığımız çok bir şey değildi ama hayat bazen insanı bir liraya bile muhtaç edebiliyor, işte öyle bir zamanda sattı babam alyansını. her ne kadar üzülseler de buna mecbur olduklarını farkındaydılar. yine alırız dedi babam anneme.

    yine alırız dedi ama yine alacak kadar yaşayamadı maalesef.

    annem için bu alyans babamdan sonra parmağından çıkması düşünülecek bir şey bile değildi, gözü gibi, ne bileyim eli gibi bir şeydi. insan eşi ölünce gözünü çıkarıyor mu? en fazla kalbini çıkarıyordu sanırım, bu da öyle bir şeydi.

    yine alırız demişti ya babam, o hep istediği ama almanın bir türlü kısmet olmadığı alyanstan kardeşimle ben aldık anneme, babamdan dört yıl sonra içine ikisinin adını yazdırdık. 27 yıldır hiç çıkarmadığı incecik alyansının üstüne taktı, sanki babam yıllarca parmağında taşımış da ölümünden sonra anneme emanet etmiş gibi, öyle bir bağlılıkla.

  • buz, kaya parçaları ve metallerin karışımından oluşan bu yıldızlar güneşe yaklastıklarında güneşin sıcaklığı buzların bir kısmını eritir ve bazı kayaların tozunu havada serbest bırakır, böylelikle gaz ve tozdan oluşan bir kuyruğa sahip olurlar.