hesabın var mı? giriş yap

  • öyle bir milli takım yaratmıştı ki hakikaten sorunun elimizde iyi oyuncular olmaması olduğuna inanmıştım ben.

    her şeyi affetsem sercan sararer denen odunu izlemek zorunda bırakmasını affedemem. gene iyi almanya'dan geldi diye meryem uzerli'yi oynatmamış.

  • evde tek başıma geçirdiğim günler.
    pek sevmediğim rutinler & zorunluluklar bile gözüme batmıyor.
    yeter ki yalnız olayım, yalnız kalayım.

  • o dönemde yaşayanlar için durum böyle değil tabi ama sinemacılar açısından bakarsak ortaçağ tam bir cennet. çünkü şuan bizim elimizde olan imkanların hiçbiri ortaçağda olmadığından bu dönem için nasıl bir hikaye yazarsanız yazın ortaya dramatik bir iş çıkıyor. türk halkı olarak uçan giden kurlar nedeniyle mesela dünya turu biraz hayal oldu ancak avrupalı ya da amerikalı izleyiciyi modern zamanlarda dünya turu yapan bir insanın hikayesiyle etkilemeniz biraz zor. orta asya’nın denizlerini, güney amerika’nın ormanlarını gösterip filmi ilginç hale getiremiyorsunuz artık çünkü avrupalı izleyici oraya iki yaz önce gitti zaten. bu nedenle yerel halkın ne kadar otantik olduğundan da bahsedemiyorsunuz.

    ortaçağ konseptini ise insanlar ne kadar zengin olursa olsun daha önce deneyimlemedikleri için bu alanda film yapmak (bütçe konusunu bir kenara bırakırsak) daha kolay. çünkü o dönemde bir insanın yaşadığı köyden çıkması bile zordu. ayrıca ortaçağda yaşanan savaşları eğlence endüstrisi içinde değerlendirerek tekrar anlatabiliyorsunuz. bunu atıyorum bir körfez savaşı ya da vietnam için yapmanız daha zor çünkü izleyiciler kendi hayatlarında bu olaylara şahit oldukları için kişisel görüşleri devreye giriyor. oysa ortaçağ’da ingiltere ve fransa arasındaki bir savaşı umursayan yok artık.

    geçmişte atmosferin bu nimetinden faydalanan pek çok film oldu. bu da ortaçağ filmlerine bir standart getirdi. robin hood gibi halkın yanında olup otoriteye baş kaldıran ana karakterler, şövalyeler, halka zorbalık eden soylular gibi hikayenin temel kalıbı olmuş pek çok mekanik var. ancak daha önce de konuşmuştuk tarkovsky’nin arası standartlarla pek iyi değil. eğer bir hikaye anlatacaksa bunu her zaman kendi bakış açısıyla yapmayı tercih ediyor. örneğin filmlerin giriş gelişme sonuç gibi bölümlerini muğlak tutarken, karakter tanıtımını geri plana atarak yorumu izleyiciye bırakıyor.

    şimdi üzerine konuştuğumuz andrei rublev de diğer ortaçağ filmlerinden ayrı bir yerde duruyor. ilk olarak film, ortaçağ yapımlarında öne çıkan askeri konuları geride bırakarak o dönemin sanatçılarına odaklanıyor. tabi o dönemde halk aşırı yoksul olduğu için sanatçının emeğinin karşılığını verecek durumda değil. bu nedenle sanatçılar faaliyet gösterebilecekleri tek alana yani dini sanata yöneliyorlar.

    ancak sanatın din ile birlikte yer alması zamanla üreticiler için bir problem haline geliyor. çünkü sanat aslında insanın kendisini ifade etmesi için bir araçtır. o dönemde de sanatçılar dini duygularıyla hareket ediyorlar. ancak sanatçı dini sorgulamaya gittiğinde üretimi de bundan etkileniyor. film boyunca da rublev’in düşünce dünyası ile sanatının nasıl etkileşim halinde olduğunu izliyoruz.

    örneğin filmin başında rublev, kendisine teklif edilen önemli bir işi yapmak istemiyor. çünkü ana karakterimiz dini bir sorgulama içinde. dünyanın gerçeklerini görmüş, inandığı iyiliği ve güzelliği de burada bulamamış. ilk önceleri yaşadığı bu buhran nedeniyle elindeki işi savsaklamaya başlıyor. çünkü insanları bir şeye yönlendirmek için gösterdiği çabanın aslında hiçbir karşılığı olmadığını fark ediyor. mesela filmin başındaki katedralde çalışan taş ustaları, prensin kardeşinin yanında çalışmaya gideceklerini ve oradaki taşların daha beyaz olduğunu söylediklerinde prensin adamları tarafından kör ediliyorlar. çünkü prens bütün güzellik, ihtişam kendisine kalsın istiyor.

    rublev’in inancını asıl sarsan ise prensin kardeşinin tatarlarla bir olup bulundukları şehri yağmalaması. göçebe ve savaşçı bir ulus bunu yapsa belki rublev bu kadar etkilenmeyecekti. ancak rusların kendi halkına yaptığı bu zulüm, rublev’in insanlığa inancını tümden kaybetmesine neden oluyor.

    şimdi inanç sorgulaması dedik, ortaçağ dedik burada insanın aklına ister istemez seventh seal geliyor. bu benzerliğin bir güzel yanı iki filmde de çok derin diyalogların olması. ingmar bergman zaten tiyatroyla uğraştığı için filmlerinde yer alan diyaloglar çok üst düzey. ancak bu filmde de anlam arayışı olarak diyalogların benzer tatta olduğunu söyleyebiliriz. yine de burada önemli bir fark var. bergman, yedinci mühürde max von sydow ve gunnar björnstrand gibi çok güçlü oyuncularla çalışıyor. tarkovsky’nin oyuncuları da eldeki imkanlar içinde değerlendirirsek iyiler ancak tabi ki bu bahsettiğimiz bu iki ismin gerisinde kalıyorlar.

    sonuç olarak ortaçağ konseptine farklı bir bakış açısı istiyorsanız bu filmi izleyebilirsiniz. çünkü hastalık, veba, kıtlık gibi dönemin gerçekleri ile felsefi derinliğin birleştirildiği çok önemli bir film bu. ayrıca sanatçı üretirken nelerden ilham alır, üretim süreci nasıl başlar ve gelişir, sanatçı kimdir ve dünyaya nasıl bakar görmek için de andrei rublev çok iyi bir seyirlik.

  • bunun çok garip bir sebebi var.
    sebebi cd'nin yaratıcısı japon norio ohga'nın cd'nin çapının 12 cm olmasında ısrar etmesinde saklı.
    sebebi ise müziğin hayatında önemli bir yeri olan ohga'nın beethoven’ın 9. senfonisini tek bir cd'ye sığdırabilmek istemesiydi.
    74 dakikalık bir beethoven senfonisi yani.
    bunun için tek çare 12 cm çaplı bir cd geliştirmekti.

  • unutursak ayip olur:

    "dokunma artık aileme! dokunma çocuklarıma! dokunma oğluma! dokunma gelinime! eğer onların kılına zarar gelirse ben, ömründe bir karıncayı bile incitmemis olan ben, yaşar usta, hiç düşünmeden çeker vururum seni! anlıyor musun? vururum ve dönüp arkama bakmam bile..."

    (bkz: yasar usta)

  • akit yazarı ali karahasanoğlu, adeta okuyanın aklıyla dalga geçerek bugünkü yazısında "benzin, motorlu taşıtlar vergisi, köprü, otoyol, emlak vergisi, pasaport harcına yapılan zamların, dar gelirli vatandaşın değil, bir avuç zenginin sorunu olduğunu" yazdı.

    mtv ve araç muayenesi zamları için;
    "yine araba sevdası.
    yine fakir fukaranın hayatı ile ilgisiz bir konu..
    asgari ücret ile geçinen insanların arabaları yok ki, bu gelen zamla ilgili de direkt bir dertleri olsun.."

    devamında pasaport bedeline gelen zam için;
    "affedersiniz beyler. hangi dar gelirli vatandaş, ne için yurtdışına çıkıyor ki, pasaport bedeline gelen zam sebebi ile hayatı etkilensin?"

    sigara ve içki zamları için;
    ürün mü diyelim, yoksa zehir mi?
    “sigara ve içkiye % 47 zam gelmiş!
    bence az gelmiş..
    hatta zammı da boşverin, hepten yasaklayın bile derim.
    vatandaşın sorunu, ekmek, süt, yumurta, et, ısınma derim..
    ama bunların hiçbir zaman dertleri, “vatandaş”ın derdi olmadı ki..
    onlar hep, bir avuç zenginin derdini, vatandaşın derdi gibi gösterdiler, göstermeye devam ediyorlar."

    okurken kendinizi aptal yerine koyulmayı iliklerinize kadar hissedebileceğiniz rahatsız edici bir yazı olmuş.
    aynı zamanda birisi buna neden ülkenin çoğunluğunu dar gelirli kesimin oluşturduğunu ve bu insanların neden yıllardır canla başla çalışıp en alt segmentte olan bir arabayı bile alamadığını, bırakın yurtdışını, bu insanların neden kendi ülkesinde bile doğru dürüst bir tatile çıkamadığını, neden temel ihtiyaçlarını karşılamakta dahi zorluk çektiğini sorabilir mi?

    insanların çaresizliği kanıksamasını sağlamak yerine bu ülkede bu yoksulluğun neden bu denli varolduğunu sorgulamak gibi onurlu çabalar içerisine girseniz keşke.

  • --- spoiler ---

    dünya savaşı z filminde bradd pitt ile birlikte virüsün kaynağını araştırmakla görevli olan uzmanın uçaktan inerken zombilerin korkusundan telaşlanıp, ayağının kayıp düşmesi sonucu silahının ateş alıp kendini başından vurarak ölmüş olması.

    --- spoiler ---

    ne cümle kurmuşum bee