hesabın var mı? giriş yap

  • işte o kader mahkumlarının suçları;

    1- bilinçli taksir ile öldürme.

    2- her türlü nitelikli yaralama. (sonucu ölüm de olabilir)

    3- nitelikli hırsızlık.

    4- nitelikli dolandırıcılık.

    5- nitelikli yağma / gasp.

    6- çete faaliyeti.

    7- güveni kötüye kullanma. (iç etme, hacılama)

    8- karşılıksız yararlanma.

    9- mala zarar verme.

    10- hakkı olmayan yere tecavüz.

    11- haneye tecavüz.

    12- fuhuş, pezevenklik.

    13- çocuklara müstehcen yayın verme/satma.

    14- tehdit.

    15- alıkoyma.

    16- kaçakçılık. (insan kaçakçılığı dahil)

    17- sahtecilik (ilaç, ürün sahteciliği, evrakta sahtecilik dahil)

    18- rüşvet, irtikap.

    19- firar.

  • ben küçükken, kış için, herkes bu ve benzeri hazırlıklar yapardı. aslında hepsi de çok zahmetli işlerdi ama bir çocuk için hepsi ayrı birer eğlence ve bilgi kaynağı olabiliyor.

    salça; domates ve kırmızı biberlerin yıkanıp kesileceği gün, bahçede büyük kovaların içinde hortumla bütün malzemeyi yıkar, keser hazırlardık. iş bitince üstüne yorgunluk çayı demlenirdi. salça yapmak uzun iş, kovalardan, büyük tepsilere alınıyor ilk, tabi önce süzmeniz gerekiyor, sonra daha küçük tepsilere, en son da kavanozlara giden süreç yanlış hatırlamıyorsam bir ay kadar sürüyor. her gün ilgilenmeniz gerekiyor. tepsilerdeki daha suyu çekilmemiş püreyi parmaklayıp yalanmak çok zevkli. ama anneler pek hoşlanmıyor bundan :)

    makarna; makarnanın kesileceği gün, eş dostla kararlaştırılır, öyle kafanıza göre olmuyor, çok insan gerek. herkes kendine makarna kesilecek bir gün alıyor. evdeki erkek ahalisi sabah erken evden kovuluyor. evi önce dip köşe temizlemekde gerekiyor, çünkü önce makarna hamurundan açtığımız yufkaları sereceğiz tüm eve, sonra kestiğimiz makarnaları sereceğiz kuruması için. makarna kesme işi bitince, yufkaların kenarından çıkan genelde üçgen şekilli makarnalardan çocuklara makarna pişirilir. çünkü, evdeki çocuk ahalisi keser onları :)

    bulgur; bunu ninem yapardı. bahçeye kazan kurup buğdayları kaynatırdı önce, bu aşama bir çocuk için tehlikeli olabileceği için, beni yanaştırmazdı. çok hatırlayamıyorum sanırım biraz kuruması için serip bekleniyor, sonra ilk eğlenceli aşaması değirmene (bkz: taş değirmen) gitmek geliyor. değirmende buğdaylar, bulgurluk kırılıp, çuvalların içinde sıcak sıcak mis gibi koka koka eve getiriliyor. sonra herhalde soğuyunca oluyordu, rüzgara göre uygun bir günde, eğlencenin ikinci kısmı geliyor. bulguru buğdayın kabuklarından ayırabilmek için savurmak gerek. kabuklar rüzgara kapılıp öteye uçuşurken, yer çekimine kapılan sarı bulgur tanelerinin şelale gibi yere düşüşü ve ninem, elindeki eleği rüzgara karşı sallarken, arkasından vuran güneşle kamaşan gözlerimde sadece bir siluet ama heyecanıma gülümsediğini hatırlıyorum. bildiğin national geographic karesi işte.

    tarhana; bunu annem kendi yapardı, pek beni bulaştırmazdı. tek kişi yapar bunu, çok insana gerek de yok. kuvvet isteyen bir iş bu da. hamuru, bilemiyorum belki bir on beş yirmi gün mayalamanız gerek, her gün karmalısınız. sonra kuruması için serip, en sonunda da ufalıyorsunuz. hamuru kabarır bunun, hamuru patlatıp parmaklamak ve yine yalanmak zevkli ama anneler hoşlanmıyor :)

    zeytin çizmek; buna evin erkek ahalisi de dahil edilir, akşam çay çerez eşliğinde, yere serilen sofranın etrafına oturup ailecek yapılırdı. eller kararır ve mis gibi acı acı zeytin kokar.

    sebze kurutmak (biber, patlıcan, fasülye, bamya vs çizmek); bunları bildiğin iğneyle ipliğe dizip, tabi önce kesip doğrayıp hazırlayıp, sonra asıyorsunuz kuruması için. her evin balkonlarını, teraslarını, bahçelerini bunlarla donatınca, şölen yeri gibi oluyor. kış, belki de hoş geldiğini öyle anlıyordu :)

    bibertuzu; bu biraz bizim oraya özgü bir şey sanırım, sabah kalvaltıda zeytinyağına banıp yenir. içindeki malzemelerin ana hammaddesi domates ve biber kurusu, gerisi baharat çeşitleri. ninemim mahallesinde dibek taşı vardı eskiden, erkekler orada tahtadan tokmaklarla döverdi bu karışımı, toz haline getirirdi. bunu da mahalleli anlaşıp birlikte yapardı.

    konserve; neden bilmiyorum biz yapmazdık, ama komşularımız yapardı. biz de yardıma giderdik. kazan kurulur, ateş yakılırdı. ateş olunca çocuklar uzak tutulurdu yine. sıra sıra kavanozlar, altındaki ateşin sürekli harlandığı kara kazan, sular, haşlanan sebzelerin kokusu kalmış hatıramda, fantastik film platosu gibi :)

    turşu kurmak: bunu da annem kendi yapardı. bidon bidon turşular, canlarım benim. ilk gün ev sirke kokar. sonra annemin elleri de bir süre hep sirke kokar. bayılırım turşuya ve demeden edemeyeceğim, annemin turşuları meşhurdur. kadın ustalaştı yıllar içinde, işin içine ilim kattı :)

    ben kendimi çok şanslı görüyorum, tüm bu emeği, bilgiyi, tecrübeyi, birliği, düzeni, doğallığı gördüm, yaşadım ve tabi afiyetle tattım :) her yıl o hazırlıklar yapılırken, ruhum, bedenim, aklım da mayalanmış, hazırlanmış sanki. şimdilerde, elit kesim diyemeyeceğim paralı kesim demek daha yerinde olur, çocuklarına sikimsonik isimler koydukları gibi, bir de bu beton benizli çocuklarını özellikle yaz tatillerinde doğayla, doğal olanla buluşturacağız diye tuhaf isimli aktivitelerin içine sokuyorlar. şaşkınlıkla bakıyor ve üzülüyorum kendilerine. boşuna para ve zaman harcamak gibi geliyor bana. müze veya sergi gezer gibi aktivitelerle olmaz ya o iş, neyse.

  • pet shop'ta konuyla alakasız olduğu her halinden belli olan bir adam bir akvaryumun önünde tezgahtarla konuşmaktadır.

    -şu mavi balıklar ne kadar?
    -abi o balık 20 lira.
    -kilosu mu?

    kilosu mu dedi ya ahjasjdsgdskads

  • yeni tayin olduğu alayı denetleyen albay, nizamiyedeki bankın başında nöbet tutan iki eri görüp “neden orada nöbet tuttuklarını” sormuş.
    “bilmiyoruz komutanım, eski komutanımızın emri ile sürekli bu banka nöbet yazılır” diye cevap vermiş askerler.
    merakını yenemeyen albay bir önceki alay komutanını telefonla aramış ve sormuş, “valla bilemiyorum” demiş eski komutan, “epey önceden konulmuş bu nöbet geleneğini biz de devam ettirdik.”
    ısrarla üç komutan geriye giderek bu nöbeti ilk koyan 80 yaşındaki emekli general’e ulaşılmış.
    “affedersiniz efendim, ben sizin 30 yıl önce başında olduğunuz alayın yeni komutanıyım” diye kendini tanıtmış albay, “nizamiyedeki bir bahçe bankının başında iki tane nöbetçi buldum. bu nöbeti ilk siz koydurmuşsunuz. bu bankın özelliği hakkında bilgi lütfeder misiniz?”
    emekli general “nasıl olur?” demiş, “boyası hâlâ kurumamış mı?”

  • insanlarla, yalnız kalmamak, yalnızlığın ve konuşmamanın çok bunaltıcı olmasından ötürü konuşuyor ve ilişki kuruyorum. erkek arkadaşlarımın araba ve futbol sohbetlerinden, kız arkadaşlarımın dedikodusundan vesairesinden nefret ediyorum. sadece konuşma sırası bana da gelsin diyerek onların anlattıklarını merak ediyormuş gibi yapıyorum. günlük hayatta konuşulan hiçbir şey ilgimi çekmiyor.

    insanlarla istediğim gibi konuşamadığım için, yüzde 99'unu salak, isterik veya cahil gördüğüm için, içten içe hepsini aşağılıyorum. kafamda onlarla alay ediyorum. baskıcı muhafazakar bir ailede yetişmiş olmaktan, sırf kendi çabamla bir yerlere gelmiş olmaktan, seneler önce bıraktığım inancımı; ne inançlısına ne de inançsızına gönlümce açıklayamamaktan, her şeyden bir sinir stres çıkmasından nefret ediyorum.

    yaşadığım aşkları da yalan olarak düşünüyorum. kendimi ömür boyu rol yapmak zorunda olacak lanetlenmiş bir insan olarak görüyorum. bu rol bazen o kadar içime işliyor ki, aslında ne olduğumu şaşırıyorum. hiçbir şey benim için hiçbir şey ifade etmiyor. dünyanın böyle oluşuna kızıyorum. her şeyin dilediğince konuşulabildiği, değer yargılarının olmadığı, antik yunan'ın bile ötesine geçmiş, baskısız, yönetimsiz bir toplumun hayalini kuruyorum.