hesabın var mı? giriş yap

  • urfa'nın bu durumu pek sürdürülebilir görünmüyor. bu ilde sıkıyönetim ilan edilip tüm silahlar toplanmalı ve aşiretlere sıkı kontrol getirilmeli. başka türlü düzelmeyecek.

  • (bkz: al işte kırdın)

    soruları soran abla, kağıttan okuduğu soruların sırasını değiştirse, hababam’daki meşhur şaban-müfettiş sahnesi gerçek olabilirdi...

    ayrıca sorular belli; cevapları dinlemek için oraya bu robotumsu yerine bi teyp getirilse aynı işlevi yapardı.

  • atatürk'ten sonra türkiye'nin ne kadar yanlış ellere düştüğünü gösteren savunma hattı. atatürk ölüm döşeğindeyken bu hattın yapımına karşı çıkmış ve öldükten sonra da yapılmamasını salık vermişti. bu hattın para israfından başka bir işe yaramayacağını defalarca söyledi. ne yazık ki arkadaşları ismet inönü ve fevzi çakmak onu dinlemedi. 400 bin ton çimento harcandı. inşaatlarda birçok işçi soğuktan ve hastalıktan öldü.

    1941'e gelindiğinde atatürk'ün haklılığı acı biçimde anlaşıldı. fransızların 2 milyon ton çimentoluk devasa maginot hattı, almanlar tarafından altı gün içinde çökertilmişti. bu olaydan sonra çakmak hattı üzerine olan şüpheler yoğunlaştı ve sonunda inşaat yarım kaldı.

    bir dünya para çöp oldu gitti...

  • tamamen doğal ürünler yetiştirip yiyebilmek ve bir nebze toprakla uğraşmak adına erzurum'un bir ilçesinde sahipleri tarafından boş bırakılan 200 m² büyüklüğünde bir bostan yerinde işe giriştim. ayırabileceğim zaman eşimle beraber akşam mesai sonrası 1 saat ve hafta sonları.

    tamamen deneyimsiz ve teknik bilgiden bağımsız olarak komşu bostan sahiplerinin ne yaptığına bakarak ve bazen sorarak bostanda:

    marul
    tere
    dereotu
    maydanoz ( bu şerefsiz içinde 1.000 kadar tohum olan paketten ancak 3-5 tane çimleme yaptı)
    roka ( daha yiyemeden tohuma kaçıp sap oldular vardır bir tekniği ama bilmiyoruz )
    reyhan
    soğan
    patates ( evde kızartma için soyulan patateslerin filizlenmiş kabukları kullanıldı)
    mısır
    fasulye
    kabak
    salatalık
    domates
    biber
    havuç olmak üzere çeşitli bitkileri tohum ve fide ( sadır) olarak ektim-diktim. yiyeceklerimin doğal olması adına gübre ve ilaç kullanmadım. arada çapa ve yabani ot temizliği yaptım ki bu işin en bezdirici aşaması yabani ot:)

    30 gün kadar sonra günde 2-3 marul söktüm 40 gün kadar sürdü kalanlar tohuma kaçıp sap oldu.
    taze soğanları yedik bir süre sonra kartlaştığı için kuru soğan olmaya yöneldiler.
    tere ve dereotu 15-20 gün yedik sonra tohuma kaçtılar.
    reyhanı 15 günde bir üstten biçip kurutuyoruz köke yakın daha çok budaktan gür bir şekilde yeniden çıkıyor bunu sevdim :)
    salatalık 45-50 gündür yiyoruz halada çıkıyor.
    kabak bir aydır yiyoruz hergün 3-4 tane çıkıyor taze ve dolmalık.
    mısırlar için 10-15 günümüz var yavaş yavaş taneleri doluyor.
    fasulye haftada bir kilo kadar topluyoruz toplamda 5-6 kilo topladık veo kadar daha toplarız.
    biber 5-6 kilo kadar topladık ve hala çıkıyorlar.
    domates günlük sofralık olarak koparıyoruz ve dün 15 kilo kadar topladık ve 9 kavanoz doldurduk. gidişata göre 30-40 daha yolumuz var.

    zirai ilaç ve herhangi bir hormon kullanılmadığı için gönül rahatlığı ve manavda aldığınızdan çok daha lezzetli olmasının yanı sıra kendi emeğinizin karşılığı olduğunu düşünürseniz müthiş bir keyif. yorucu iş temposundan zaman ayırabilecek ve benim gibi kendi yeri olmasa bile uğraşacak yer bulabileceklere kesinlikle tavsiye edebilirim. yetersiz geldiğiniz anlarda internete girip ilgili ürünler için yetiştirme ve sulama teknikleri öğrenilebiliyor tecrübe ise daha sonra.

    edit: takip eden hafta sonunda toplanan fasulye, biber ve domateslerle kış için 15 kavanoz daha dolduruldu. tatmak isteyen olursa karşılıksız olarak kargo bedeli de tarafımdan karşılanmak üzere mesaj atabilirsiniz.

  • socrates fc'nin 131'inci bölümünde ilhan özgen, luis figo belgeselinden bahsederken kendi değerlendirme kriterlerini şöyle sıralamıştı:

    -olayın kahramanları yeterince konuştu mu konuşmadı mı?
    -kahramanı rahatsız edecek tezatlıklar yaratılmış mı? (barcelona başkanının figo hakkında söylediği "kalleş, hain" sözlerini örnek veriyor)
    -kurgu nasıl?
    -sadece bir olaya değil o döneme ışık tutabilmiş mi?

    işte ben de fatih terim belgeseline de objektif olarak ilhan özgen'in bahsettiği kriterlerle yaklaştım ve sonuç aslında tam da benim beklediğim gibi oldu.

    -ilk kriterimi ele alarak yorumlayacak olursam fatih terim ve çevresi haricinde olayların kahramanlarının görüşlerine neredeyse hiç yer verilmediği görülüyor. galatasaray'dan ayrılış dönemlerinde keşke olayları bir de yönetimler tarafından dinleyebilseydik mesela. yahut milan döneminde inzaghi, shevchenko, pirlo gibi oyuncuların görüşlerine de yer verilseydi. hiç olmadı ünal aysal konuşsaydı da fatih terim'in ayrılığını neden tv'den öğrendiğini bilseydik. ancak bunların hiçbirini göremedik. zaten fatih terim'in çevresindeki insanların, belki de onlarca röportajda anlattıklarının ötesine gitmeyen görüşleri vardı sadece. bu yüzden, bu kriterde sınıfta kaldı belgesel.

    -ikinci kriterde ise zaten ben sanmıyorum ki bir kişi bile fatih terim'i rahatsız edecek olayların/durumların belgeselde yer alacağını zannetmiyordu. bakın ben demiyorum gidip kebapçı ile konuşsunlar ya da ne bileyim figo belgeselindeki gibi biri çıkıp hocayı sert sözlerle yerden yere vursun. sadece bir kişi de yok muydu acaba fatih terim efsanesine anti-tezler üretebilecek? en basiti, tüm kulüplerinde neden bütün yönetimlerle ters düştü sorusuna bile yer verilmiyor burada. haliyle baş kahramanı rahatsız edecek hiçbir şeyin yer almadığı yapımlar da "belgesel" olmuyorlar. çünkü belgesel dediğimiz şey biraz daha objektif bir gözle tüm tarafların söz haklarına yer vermeli zannediyorum.

    -belgeselin en zayıf yönlerinden biri de kurgusu. banu yelkovan - arda turan geçişi dışında kurguya dair elimizde çok az numara var. üstelik hiçbir beklentim olmamasına rağmen en azından belki fatih terim'in kişisel arşivinden bir şeyler görürüz diye heyecanlanıyordum ama o da yok. bu arada bodrum'daki evi gerçekten şahaneymiş. umarım ailesi ve torunlarıyla çok mutlu günler yaşarlar.

    -dönemi yansıtma kriterinde ise ne yazık ki yine sınıfta kalıyor demeliyim. 2000'lerde türkiye'nin dışa açılma politikalarını, galatasaray ve fenerbahçe'nin avrupa'da aynı dönemde çeyrek-yarı finaller yapmasını, fatih terim'in futbolculuğunda futbol sosyolojisini vs. hemen hiçbir açıdan dışarıya çevrilmiyor kameralar. hep içeride, hep fatih terim'in ekseninde. oysa fatih terim'in hayatı aslında birçok noktadan türkiye'nin geçirdiği dönüşümle de kesişiyor. buralar da es geçilmiş.

    sözün özü, terim yapımı bir belgesel olmamış. fatih terim'i yeni kuşaklara tanıtacak, ona saygı kuşağı cinsinden bir yapım olmuş. bu yönüyle sınıfı geçebilir belki ama tamamen fatih terim'in sportif kişiliğinden bağımsız olarak söylüyorum ki bir yapım olarak vasatın altında kalıyor. hele eldeki malzemeyi düşününce...

  • 10 yıl kadar önce; o zaman 80 yaşında annem. bastonuyla yürüyor her sabah. cübbeli genç bir kopil anneme yaklaşıyor.
    -namazınızı kıldınız mı?
    - (anneciğim gözleri görmüyor net, mahallenin hocası sanıyor) kıldım efendim.
    (mütedeyyindir anacım, her sabah kılar-dı)
    -neden başınızı örtmüyorsunuz?
    - (annemde şafak atıyor tabii) bana bak!!!@!@!@!
    baş örtmek ne zaman moda oldu? !?
    bastonuyla da kovalıyor adamı...
    sonradan öğreniyor o namazı soranın da genç bir delikanlı olduğunu, cübbe içinde adam sanıyor kendini gerzek...

  • rüzgar'ın etrafındaki arkadaşları ve peşinde koşan kızlar zaten onunla aynı karakterde olduğu için etkilenmeyecektir. hatta teselli bile edeceklerdir "mağdur" arkadaşlarını. çünkü bura türkiye, ne bekliyon.

  • babanın kendisi daha çocuk.
    24 yaş baba, 3 yaş çocuk, 1 yıl yapım zamanı 18-19 da evlenmiş yurdum insanı.
    anadolu bilgeliğiyle birleşince sonuç bu oluyor.

    yazar arkadaşlar uyardı 4 çocuğu varmış. benim calculus ı-ıı, econ math bunları hesaplamaya yetmez. ayrı bir seviye.

  • barbara dururken bol bol serenay'ı gösteren reklem. bir nevi karışık kuruyemişe leblebiyi basmak, dayı torpili, fetöcülük gibi bir şey.