hesabın var mı? giriş yap

  • (bkz: pi)

    ilkokul öğretmenimiz bir gün önceden sıkı sıkı tembihledi "yarın herkes yarım metre ip getirmeyi unutmasın" diye.
    neyse uzatmayalım... evet yarım metre yeterli.

    ertesi gün heyecanla bekliyoruz ne olacak bu ip şimdi diye. matematik dersinde ; daha doğrusu aritmetik dersinde öğretmen beslenme çantalarımızdan ayran bardaklarımızı çıkarmamızı istedi. 7-8 yaşında olduğumuz için konu gitttikçe ilginç gelmeye başladı.

    öğretmen herkes o ipi bardağının çevresine bir sarsın, sonrada başlangıç noktasına gelen yeri sıkı sıkı tutsun dedi. e yaptık .. şimdi de cetvelle ölçün bakalım ne kadar uzunluktaymış onu da defterinize yazın dedi.

    len 7-8 yaşında sıralı komutlu el beceresine dayalı iş yapıyoruz hacı kolay değil o kadar. cetveli çıkarmak için ipi bırak, cetveli çıkar sonra gene ipi sar, yerini kaybetmeden ölç filan bi sürü iş. neyse sardık , ölçtük, yazdık.

    öğretmen; "şimdi de bardağınızın en geniş yerini iple ölçün onu da yazın" dedi. bak çap demiyor kereta bardağınızın en geniş yeri diyor. e hadi onu da yaptık, yazdık. "şimdi o deminki sayıyı ölçtüğünüz uzunluğa bölün bakalım kaç çıkacak" diye de sordu. uzun işlemlerden sonra sınıfın her yerinden 3 ... 3.... 3... sesleri yükselmeye başladı. sanırsın ay-yıldızlı formaları ile bizim aslanlar macaristan karşısında farka gidiyor.

    öğretmen " 3 ya tabi" dedi.. "3" ...

    şaştık kaldık. arka sıralardan birisi "kesin ip var amk" dedi belli belirsiz.

    öğretmen sınıfın üstünde kurduğu tam hakimiyetten memnun sordu.

    "herkesin bardağı birbirinden fark lı mı?
    - evvveeeeeeet..
    "bölme işlemini yaparken birbirinize baktınız mı?""
    - hayyıııııırrrrr

    "işte" dedi öğretmenimiz, "hayatta yuvarlak neyin çevresini en geniş yerine bölerseniz 3 çıkar. bizde buna -pi- deriz .

    bu muazzam tespitten sonra anladım ki hayatta birşeye hayret eden adam "piiiiiiii" derse benimle aynı eğitimden geçmiştir. yok len şaka yaptım. büyüdük, geliştik, serpildik mühendis olduk hala o "pi" yi unutmam.

  • duydum ki spotify'a gelmiş, o zaman eski köprünün altına geri gidelim. bir itirafla başlayayım. ben bir her şeyi yak dumancısıydım. duman'ın adını sanını bilmezken bir gün yatakhanede her şeyi yak'ın ilk notalarını duydum ve daha o anda vuruldum. o zamanlar yeni yeni "türkçe rock mı olurmuş lan" ruh halinden "aslında oluyormuş abi" haline geçiş yapıyordum. o şarkı öyle bir kazık çaktı ki önce piyasayı takip ettim, daha sonra erkin koraylara, cem karacalara giden yollar açılmıştı hem de sezen aksu'dan başlayarak türkçe pop tarihine bir giriş yapmıştım. tabii ki "her şeyi yak dumancısı" periyodu çok kısa sürdü çünkü koşa koşa belki alışman lazım kasedini alıp, duman'ı tamamen keşfettim. grubun daha önceden bir albümü olduğu öğrendiğimde ise hemen cd'sini bulup defalarca dinledim.

    duman'ı ikinci albümü ile tanıdıktan sonra eski köprünün altında'ya baktığımda beni şaşırtan ilk şeyin daha renkli tonlar içeren albüm kapağı olduğunu hatırlıyorum. tabii ki de bu bir tesadüf değil. albüm kapağındaki renklilik duman'ın albümüne de yansımış. mesela seni kendime sakladım çıktığında "çok güzel ama tıpkı bir önceki albüm gibi" demiştim. ama aynı cümleyi hiçbir zaman "eski köprünün altında"yı kullanarak kurmadım. bu albümdeki o farklı tınılar, küçük deneyler daha sonraki albümlerde olmadı. belki duman'ın şarkıları daha gelişti, daha iç acıtıcı oldu, daha vurucu oldu ama bu renklilik bu albüme özgü. bunu bir kere kabul edelim.

    renkliliğin nedeni duman'ın kendini bulmaya çalışıyor olması diyebiliriz. hatta bu renklilik albümün hem artısı hem eskisi. albüm bazen seni bir uçtan (dönek) bir uca (istanbul) fırlatıyor. bazı denemelerde çok iyi (hayatı yaşa), bazıları özgün değil (senin gibi), bazıları da basbaya garip (dağlar bağlar). duman'ın ikinci albümü ile aşinası olduğumuz anadolu etkili müzik, halktan gelen sözler, efektsiz saf rock'n'roll, politik dokunuşlar, aşk acısı bu albümde de var ama albümün farklı farklı bölgelerine saçılmış. bir torbanın içinde konulup bir bütün olması için daha vakit olduğu bariz.

    ama müzisyenler enstrümanlarında o zamandan çok iyiler. kaan tangöze, bildiğimiz tanıdığımız vokal tarzını daha bu albümden bize sunuyor ama arada denemeler yapmayı da ihmal etmiyor. hatta daha sonraki albümlerde zaman zaman abarttığı şarkı söyleme stilini burada oldukça tadında kullanmış. her kelimesi anlaşılıyor. batuhan mutlugil'den köprüaltı ve hayatı yaşa'nın introları dışında çok da akılda kalıcı bir rif duymasak da gitaristin genel olarak performansı çok iyi. ari barokas bence bu albümde çok öne çıkmasa da kendisinin sağlam bas yürüyüşlerine dikkat vermek lazım. alen konakloğlu da görevini layıkıyla yerine getirmiş.

    albümün en büyük hiti olan köprüaltı ile açılışı yapıyoruz. başta da dediğim gibi şarkının ilk kıtasındaki enerji ve pozitiflik bundan sonraki hiçbir albümde olmayan bir seviyede. hatta ilk kıtada her mısradan sonra duyduğumuz gitar melodileri sanki üflemeli çalgılarla çalınmış gibi. o dönem duman ile aynı müzik şirketinde olan athena'dan duysak şaşırmayacağımız bir tarz. nakarattan önceki "denizler aştım geliyorum" diye başlayan kısımda ise aşina olduğumuz bir kaan tangöze performansı dinliyoruz. nakarat ise bir duman klasiği. konserlerde, evde, sokakta, her yerde bağıra bağıra söylenecek bir nakarat. benim değil ama kemancıya yetişen bir üst jenerasyonum için nostaljik anlamı ile daha bile etkileyici hale geliyordur elbette.

    bebek kıtaları ve nakaratı arasındaki uçurum ile dikkat çeken bir eser. kıtalarda yavaş yavaş çekilen bir ok gibi bas gitar ve davul ikilisi bizi geriyor. buna palm muted çalınan gitar katkıda bulunuyor. kaan tangöze de "dudakları ıslak ıslak öpmek gerek" diyerek iyiden iyiye gerginliği arttırırken, nakaratta yaydan fırlamış ok gibi bir anda "gitmee yalvarırımmm" diyerek bahsi gelen bebeğin kölesi oluyoruz. nakaratın vokal bakımından klasik türk müziğinden oldukça etkilendiği oldukça açık. böyle iki farklı hissiyatı aynı şarkıda sırıtmadan bir araya getirebilmesi duman'ın başarısı.

    albümün üçüncü şarkısı hatun duman'ın bundan sonraki albümlerinde ne yapacağını en iyi hissettiren şarkı. özlemden ve sevgiden bahseden albümün ilk iki şarkıdan sonra konuyu değiştirip "hatun sıkıldı mı salacaksın anam" moduna giren şarkı tangoze'nin vokal tarzı olsun, gitarın çalınış tarzı olsun daha yerel motiflerle süslü. fikir olarak kötü bulmasam da nakarata kadar olan bölümü biraz yavan buluyorum. kanımca yapmak istedikleri bu tarzı sonraki albümlerinde daha iyi yapmışlar. lakin nakaratta kaan tangöze'nin sesine verdiği o kirletme ve altyapı olarak daha grunge bir hale dönmesi beni cidden çok etkiliyor. nakaratı yüzünden döne döne dinleyebileceğim bir eser. grup da bunun farkında ki nakaratı bir kaç kez tekrarlayarak güzel bir bitiriş yapmışlar.

    halimiz duman duman diskografisinin ilk ballad'ı oluyor. ilk kısmı eline gitarını almış bir ozanın yüreğinden dökülenler. o kadar aşktan, sevgiden bahsettikten sonra albümün daha genel konulara değinmesi çok iyi. unutmamalı ki duman, türk müziğinde aşktan bahsetmemeyi (hem de ender olarak çok iyi bir şekilde) beceren nadir gruplardan biri. bas ve davulunun da dahil olmasıyla açık açık "sevgi aşk, hepsi yalan" diyorlar (ama bir yandan da sevgiden bahsetmeden duramayan bir gruptan bahsettiğimizi unutmamak lazım). sonlara doğru gitarın ve davulunun yaptığı numaraları çok beğeniyorum. rakılık rock işte. arabeskle dirsek teması olsa da daha çok anadolu toprağından beslenen, rock altyapı ile güçlenen bir şarkı.

    dağlar bağlar "eh, meh" diyeceğimiz bir eser. "başlık parası konusuna komik bir şekilde değinmiş" desen komik değil. "sosyal mesaj veriyor" desen o da değil. anadoludan beslenmek güzel de koçları, kuzuları, tarlayı satmak gibi konulara böyle bir şeye girecek tipi hiç olmayan üç adamın değinmesinin numarası ne bilmiyorum. barış manço da böyle konulara değinirdi ama galatasaray'da, belçika'da okumuş o adamın bu tarzı, yaptığı anadolu rocktan, giydiği kıfayetlerden, söyleme şeklinden ötürü inandırıcı geliyordu. seattle görmüş, kemancıda takılan adamlar kurttan, kuzudan bahsettiğinde ise kimya tutmuyor. müzikal olarak da pek bir albenisi yok.

    hayatı yaşaya ise dil uzatanın dilini keserim. bir kere ne kadar güzel bir introdur o yüce tanrım (kıps). kıtalarda tangöze'nin sesine verilmiş ince efekt de hoş bir deney olmuş. peki o nakarat? o ne enerjik, ne kıpır kıpır bir nakarattır yarabbim (kıps). ikinci nakarattan sonra introyu biraz daha farklı düzenleyerek çalmaları da tatlı üstüne krema gibi. şarkının kendisi acayip güzel, lafım yok. ama değinmek istediğim şey bu şarkının sözleri. good old laik days. daha sonra dinci eleştirisi yapmak için bir duaya gönderme yapan duman bol bol tartışılmıştı. gel gelelim duman o dönem çok popüler olmadığı için açık açık "inanma, öbür dünya yok, yalanlara takılma, hayatı yaşa" diye şarkı soylemesi arada kaynadı. duman popülerleştikten sonra "ya bak zamanında neler demişler" diye bir linç girişimi de hatırlamıyorum. duman'ın dediklerine katılırsın, katılmazsın ama bu konulara girme cesaretine sahip olan üç-beş gruptan biri hep duman oldu.

    özdemir asaf'ın meşhur şiirinin adına konan yalnızlık paylaşılmaz albümün iyi şarkılarından. daha önce pek değinmedim ama ari barokas'ın kıtalarda yaptığı bas numaraları başarılı. nakarattaki tadında sertlik tangöze'nin seni kendinle yüzleştiren "hiç mi yalnız kalmadın?" sorusunu daha etkileyici kalmış. şarkının tonundaki delikanlı havayı tam kararında buluyorum. "inceden hatırlarım", "aman abi bulaşılmaz", "bu mesafe bizi bozar" gibi tabirler çok kolay bir şekilde klişe ya da yapmacık gibi görülebilecekken şarkının havası sayesinde cuk oturmuş.

    albümün en tartışılan şarkısı dönek olsa gerek. duman'ın bugüne kadar yaptığı en farklı şarkı. 90'ların parıltılı pop/rock gruplarından (misal the cardigans) birinin kaydettiği bir eser gibi. türkiye'de bir örneği olduğunu sanmıyorum. gitarda kullanılan efektler, şarkı söyleme tarzı vesaire çok farklı. takdir ediyorum. sözlerine de ayrı parantez açmalı. düz yazı gibi okuduğunda oldukça iyi. 80 sonrası apolitik/batıcı diye yaftalanan gençliğin "tamam bizi eleştirin de iyi/kötü bir çizgimiz var. siz ise döneksiniz" sözlerini çok önemli buluyorum. amaaa... çok kötü bir şarkı ya. bu parıltılı rock ile bu sözlerin doğrudan ya da ironik olarak hiçbir alakası yok. o gevşek şarkı söyleme tarzı degindikleri karaktere uyuyor belki ama dinlemesi çok zor.

    dönek'ten sonra 180 dönüp kısacık, neredeyse punk diyebileceğimiz istanbul'u dinliyoruz. canavar gibi şarkı. neredeyse herkesin istanbul'a karşı duyduğu sevgi/nefret ilişkisini çok iyi anlatıyor. içip içip bizi döven, bize söven, kanımızı emen bu şehre hangimiz hala büyük bir sevgi ile bağlı değiliz ki? şarkıdaki hızlı ve daha yavaş bölümlerin de istanbul'un bu gitgelli kafasını temsil ettiğini söyleyebiliriz. nokta atışı şarkı.

    albümün kapanışını yapan senin gibi, duman gibi ama değil de gibi bir şarkı. sakin sakin ilerlemesi güzel. şarkıda bahsedilen "ilahi aşk"a da uymuş. duman gibi olmayan kısmı ise nakaratı. kaan tangöze'nin "seninleee", "hep böyleee", "senin gibiiii" tonlamaları o dönemlerde kendini duyuran yeni nesil türk rock gruplarından çok farklı değil. hatta şarkıyı hiç bilmesem ve nakaratı duysam "acaba bu şarkıyı harun tekin ya da gökhan özoğuz mu söylüyor?" derdim. sadece vokal değil, gitar solosu, davulunun çalınması, bas gitar, hepsi daha klişe bir alternatif rock grubu havasında. bu olumsuz bir eleştiri değil aslında. ama ara ara duman albümü gibi hissettirmeyen bu albüm, sanki bir konuk sanatçı ile sona ermiş gibi.

    bir ilk albüm olarak oldukça iyi bir eser. ilk denemede köprüaltı ve hayatı yaşa gibi iki şaheseri yapmak öyle her yiğidin harcı değil. halimiz duman ve yalnızlık paylaşılmaz gibi yürek delen eserleri ilk denemede yazabilmek de büyük iş. sallantıda olan şeyler de var elbet yukarıda belirttiğim gibi. ama şöyle düşünelim: eğer duman bu deneyleri yapmasaydı da belki alışman lazım gibi bir şaheseri deneylerle mahvetseydi daha mı iyi olurdu? olmazdı elbet. eski köprüaltına belki hiç gidemeyeceğim ama duman sağolsun orada kimseler görmeden buluşup, mehtaba karşı uzanmanın nasıl bir his olabileceği hakkında bir bilgim var.

    3,5/5 verdim gitti
    albümü en iyi anlatan şarkılar: köprüaltı, hatun, senin gibi

  • "-stark diye bir ırk yoktur. starklar aslında lannisterdir ve kartal yuvasına kışın kar yağınca stark skurt sesleri çıktığı için oradaki insanlar kendisini stark zannederler... onlar aslında dağ lannisterlarıdır.." *

  • speaker bölümüne alkolmetre yerleştirilmiş cep telefonu.

    belli bir promilden sonra yapmaya çalıştığın aramaları kabul etmeyecek. acil aramalar için sadece 1 numara kaydedebilirsin, artık kankanı mı yazarsın, anneni mi, ev sahibini mi orası sana kalmış.

    sarhoşken arayıp "seviyorum hulen!!" rezilliklerine son!!
    kafa uçmuşken "alo kanka naber, neeebçim seviyorum lan seni, neler yaşadık lan biz senle, neler yaşadık abi" geyikleriyle kontörün ağzına sıçmaya, faturayı sikip atmaya son!!

  • camide görevli 75 eleman, vakit namazlarında saf tutan cemaat kaç kişi oluyor acaba?

  • küreselleşme furyası arttıkça dünyadaki paritelerin, ülke içindeki alım gücüne denk düşmesi gerektiği düşüncesi merkez alınmıştır. mesela türkiyede eğer bir kot pantolon 120 liraysa ve amerikada 100 dolar ise dolar paritesi 1.20 olmalıdır-eğer böyle olmazsa bu arbitraj mekanizmasını ortaya çıkarır ve pahalı olan ülke ekonomisinde ithalat eğilimini artırır-. fakat bu parite oranlaması her üründe yapılamaz çünkü her ülkede girdilerin sabit olduğu ve dünyada her ülkeye yayılan standart bir ürün baz alınmalıdır. amerikada zeki insanın biri bunların hepsini düşünmüş ve dünyada her yerde satılan big mac menüsünü baz almış. ilk başta herkes gülmüş ona böyle birşey olabilir mi diye..zamanla ona gülenler big mac endeksinin çıkardığı oranların piyasayla birebir örtüştüğünü gördüklerinde hata yaptıklarını anladılar.. ardından the economist dergisi bu endekse sahip çıktı. ayda bir dergisinde bu endeksi yayınlayan sayfa oluşturdu. burada aslında bizler için önemli olan fikirlere sahip çıkma düşüncesidir. düşünsenize biz birşey hazırladık ve tepki aldık kesin vazgeçerdik davamızdan ama bu insan evladı düşüncesine sahip çıktı ve dünyaya rasyonel düşüncesini kabul ettirdi. tıpkı google tezlerine hocalarının c not vermesini aldırış etmeyen google milyarderleri gibi.. işte amerikayı amerika yapanda bu..

  • işte ben buna karşıyım.

    günlerce veya saatlerce konuş.
    birbirinizin hayatını az da olsa öğrenin.sonra bir yanlış anlaşılan cümlede, karşı tarafın her şeyini açığa çıkar. madem evli olduğunu öğrendin,konuşmayı kesseydin.

    tanım: kurallara uygun davranmadığı için uçurulması gereken yazar beyanı.

    edit: beni haklı bulursunuz, bulmazsınız daha önce bana da böyle bir şey oldu.tabi farklı konuda.birinin ifşa edilmesini yanlış olarak görüyorum.