hesabın var mı? giriş yap

  • jackie chan'in geniş kitlelerce fark edilmesini sağlayan ilk önemli işlerinden olan film, 110 dakikalık süresinin yaklaşık 80 dakikasına dövüş sahneleri sığdıran eşsiz bir yapım.

    aslında film bir çeşit kung-fu dersi niteliği taşıyor. çok değişik ve herhangi bir şekilde karşımıza çıkması zor olan bir takım ilginç terimler ve akımları öğretiyor film bize.

    film bunca dövüş sahnesinin arasına çok keskin komedi sahneleri de koymayı ihmal etmemiş. chan'in o zamanlardan bir aksiyon yıldızının yanında komedi oyuncusu da olacağının sinyalin vermiş.
    7,5/10

  • kablelvuku tarafından (bkz: #53466324) 3 yumurtayı 2 yumurtaya düşürmeden de ticari kazanç (ya da kayıp) sağlayabileceğini öğrenmiş bir patrona sahip firma. patron öğrendiği şey için kablelvuku'ya borçlu iken, sanırım bu entry'i sildirmeye çalışıyormuş. patron'un orada lafı geçiyorsa, kablelvuku'nun da burada lafı geçiyor. orada pozisyonun yüzünden senin nazını çeken kablelvuku iken, burada da pozisyonun itibariyla sen onun nazını çekiyorsun. demek ki neymiş;

    1- insan ilişkilerini -pozisyonun ne olursa olsun- mesafeli, saygılı yürütecekmişsin, paranın ve makamın getirdiği güç ve itibarla başkalarının onuruyla, gururuyla oyun hamuruyla oynar gibi oynamayacakmışsın, zira fernando pessoa ne demiş:

    ''kimseyle alay etme, asla kimseyi gülünç duruma düşürme, kalbinin en ücra köşesinde bile yapma bunu. insan yaşamı alaya alınmayacak kadar hüzünlü ve ciddidir.''

    2- sana para/itibar kazandıran şey sadece çalışanların değil, bizzat senin tavırların imiş. an gelir, senin tek bir mimiğin, sana çalıştırdığın x işçinden daha fazla kazandırır ya da kaybettirir.

    hayat mücadele. hayat zor.

  • açtığında yumurtalık kısmında ortadan ikiye kesilmiş limon göremeyeceğiniz buzdolabıdır.

  • 15 kasım 1957’de bir gün içinde kaydedilip, 1958 yılında prestige’den prlp 7130 koduyla yayınlanan red garland quintet albümü.

    albümün harikuladeliğini anlatmaya başlamadan önce, kaydın bir yönüyle, abd’lilerin çok sevdiği “redemption” olgusunu kısmen de olsa karşıladığından söz etmek gerek. zira piyanoda hünerlerini sergileyen grup lideri red garland’ın, tenor saksafonda john coltrane’in ve davulda art taylor’ın ortak özellikleri, aynı yıl içinde miles davis’ıin grubundan kovulmuş olmalarıydı.

    1957’nin mart’ında miles, önce uyuşturucu problemleri nedeniyle trane’i gruptan atar. 6 ay sonra art taylor, miles’in istediği gibi çalmaması nedeniyle laf sokmalarına dayanamayıp bir kulüp programının orta yerinde grubu terk eder. miles, hemen bir hafta sonra da, red garland’ın işine son verecektir.

    aynı yılın sonbaharında, trompette donald byrd ve basta george joyner ile biraraya gelen ekip, new york kulüplerinde geçirdikleri ısınma turlarından sonra soluğu bob weinstein’ın prodüktörlüğünde, 50’lerde ve 60’ların başında neredeyse bütün efsane albümlerin kaydedildiği new jersey’deki van gelder stüdyosunda alırlar.

    36 küsur dakikalık süresiyle, tarifsiz bir keyiftir “all mornin’ long”...

    red garland’ın albümle aynı adı taşıyan blues’u, bir hard-bop klasiği için ne enfes bir başlangıçtır öyle. dile kolay, parça 20 dakikanın üzerindedir. 7. dakikasında red garland beklemekten sıkılıp idareyi eline alana kadar, byrd ve trane, dinleyenlerin saksafon ve trompet sololarının nerede değiştiğini takip edemeyecekleri kadar yumuşak bir “elim sende” oynuyorlar adeta. garland dur demese, 20 dakikalık şarkıyı, kendi aralarında kotarmaları işten bile değil. ritim trio işte tam da bu dakikada şarkıyı devir, dinleyiciyi ise hipnotik bir zapturapt altına alıyor.

    garland’ın taşıdığı yerde vazifeyi, 15. dakikada basçı george joyner (müslüman olduktan sonra alacağı adıyla jamil nasser) alıyor. o, dakikalar süren enfes solosunu atarken, art taylor ve garland arkada, onun bıraktığı boşlukları öyle güzel dolduruyorlar ki, joner’ı dinlerken kendinizi bulutların üzerinde yürümenin ama yere düşmemenin şaşkınlığını yaşarken buluyorsunuz.

    (kore savaşı’na katılıp zaman kaybetmeseydi, cazın bu altın çağında eminim çok daha iyi yerlere gelecek olan joyner, kendi döneminde, genç yaşında efsane mertebesine pek çabuk ulaşmış paul chambers’ın gölgesinde kalmıştır kaçınılmaz olarak.)

    yine, gershwinler’in zamansız klasiği “they can’t take that away from me”nin leziz kayıtlarından biri de bu albümün ikinci sırasında yer alır. ekip bu defa, 10 dakikalık şarkı boyunca joyner’a aynı özgürlüğü tanımaz. fakat joyner, parça boyunca üflemelilerin bıraktığı her nefes boşluğunda başını çıkarıp dinleyiciye gülümsemekten de geri durmaz.

    albüm, bir tadd dameron bestesi olan our delight ile hızlı fakat yumuşak bir iniş yapar.

    red garland quintet’in bu leziz albümünü, (kanımca çok da hak etmesine karşın) caz tarihinin ilk 10 ya da ilk 30 listelerinde bulamazsınız. sırf bu özelliği ile bile, insana bir keşif yapmanın, ona sıkı sıkı sarılmanın hazzını yaşatır her dinleyişte.

    1. all mornin’ long (garland) – 20:21
    2. they can’t take that away from me (gershwin) – 10:28
    3. our delight (dameron) – 06:18

    red garland – piano
    john coltrane - tenor sax
    donald byrd – trumpet
    george joyner - double bass
    art taylor - drums

    not: girişte “redemption” dedik ama, sanılmasın ki bu ekip ile miles arasında bir gönül kırgınlığı vardı. albümün kaydedildiği kasım ayında garland ve coltrane, miles’dan gelen gruba yeniden katılma teklifini kabul etmişlerdi bile. zaten hemen bir ay sonra, aralık 1957’de başlayacak o birlikteliği de, (cannonball, philly jones ve paul chambers’ın eşsiz katkılarıyla elbette) ertesi sene efsanevi “milestones” albümü ile taçlandıracaklardı.

  • arçelik ve beko'nun vestel kalitesizliği ile aynı cümlede kullanılmasına şiddetle karşı çıktığım önerme.

    arçelik ve beko'nun da kendilerine göre kalitesizlikleri olabilir ama bu vestel'le aynı kulvara koymak acımasızlığını göstermek için kafi değil.

  • bana göre bu konuda en yaygın yapılan ve bizim de yaptığımız en büyük yanılma, 3 in 1 gibi travel set'lere atlamak oluyor. oooo şu özellik de varmış, bu da varmış, puset de varmış, oto koltuğu da oluyomuş normal baston da oluyo diye düşünüyorsunuz. ilk çocuksa bir de çok bir fikriniz de yok. satıcılar da bunları iteliyor.

    1. travel set iyi bir fikir değil bence, neden mi?
    her şeyi yaptığını iddia eden bir bebek arabası, hiçbir şey de iyi olamaz. yani hem puseti taşıyacak sağlamlıkta olsun, hem baston gibi hafif olsun, hem oto koltuğu parçası olsun denilince ortaya hem ağır, hem taşıması zor kötü bir tasarım çıkıyor. iyi markalar da öyle.

    puset çok kullanılmıyor, belki ilk 1, 2 ay kullanırsınız, bilmiyorum. biz hiç kullanmadık. hem de çok ağır zaten. bir yerden bir yere giderken de oto koltuğu da olan ana kucağı parçasını kullandık. ana kucağı parçası ilk 3-4 ay sonra küçük kalıyor.

    4. veya 5. aydan itibaren sadece baston kısmını kullanıyoruz. diğer tüm parçalar dolapta yatıyor. ama hepsi olsun diye travel set seçtiğimizden baston hali de ağır. demem o ki 3 in 1 travel set yerine 2 in 1 (ana kucağı ve baston) alın. o yüzden konforlu bir baston işlevi olan, yumuşak, hafif bir bebek arabası alın.

    bu travel set'ler tamamen pazarlama icadı. baston bebek arabsındaki bel desteğini yere paralel yatırıp üstüne bakın puset de takılıyor, bakın oto koltuğu da takılıyor diye fiyatı şişiriyorlar. ilk çocuğunuzda sizin tecrübesizliğinizden faydalanıp satıyorlar. açıkça diyorum bakın, iyi bir markanın travel set'ini aldık, puseti kullanmadık, belki 1 kez. ana kucağını yoğun kullandık hem evde hem doktora giderken. ana kucağı konforlu olsun. zaten 3-4 ay sürdü. 4-5 aydan sonra sadece baston işlevini kullanıyoruz. ama travel set'e atladığımız için baston haliyle de ağır bir iskeleti var aracın. travel set yerine daha hafif ve kaliteli bir model seçebilirdik. oto koltuğu olarak da kullanılıyor denilen ana kucağı yerine sadece ana kucağı işlevi olsun yeter. 1 kez olsun oto koltuğu gibi kemerle bağlamadık. zaten yanında sürekli birisi oluyor.

    2. ittirirken iki elle tutulanlardan almayın, onun yerine bir metal bar, çubuk ile tek elinizle tutabileceğiniz bir model seçin. iki el gerektirenler, eğer bir eliniz doluysa çok zorluk çıkarıyor, ki bu durumlarla karşılaşacaksınız.

    3. tekerler arası mesafe biraz geniş olsun. dar olanları her yerden geçer diye pazarlıyorlar, ancak yürürken ayağınız tekerlere çarpıyor, tekerler arası mesafe dar olduğu için, arka tekerler adım attığınızda ayağınıza denk geliyor. çarpıyorsunuz. alırken arabayı biraz sürün ve yürürken ayaklarınız arka tekerlere çarpıyor mu kesinlikle bakın. dışarıda sürerken çok rahatsız ediyor sonra.

    4. dört teker olması ve teker çapının biraz büyük olması dışarıda kullanırken çok faydalı olacak. kaldırıma çıkarken, kaldırımda, yolda işinize yarayacak.