hesabın var mı? giriş yap

  • evet, kelimenin tam anlamıyla tüyleri diken diken eden, üzen, düşündüren kliptir. evet, zor işimiz zor!

    klip

    nasıl bir döneme denk geldik, değil mi?

  • hah işte yavaş yavaş bizim 17 yıldır yaşadığımız kıvama geliyorlar, kişiye değil makama saygı göstermeyi bileceksiniz.

  • nasıl ki kendi çocukları şehit olmadığı için ekranlara çıkıp şehadet üzerinden goy goy yapıyorlar, kendi çocukları tacize uğramadığı için de mağdurlar üzerinden goy goya devam ediyorlar. empati sıfır ahlak sıfır paralar sıfır.

  • --- spoiler ---

    tanım: gündemde kalmak için mütevazı davranmak dışında kozu kalmamış ünlümsünün bir başka benzer yönde davranışı.

    --- spoiler ---

    bak seeen. haluk levent gibi bir efsane gündemde kalmak için mütevazı davranıyormuş. senin gibi bir beyinsizin dikkat çekmek için entry girmesi olmasın sakın o?

  • nasreddin hoca durur mu yapistirmis cevabi, "bakanim siz ya hic opusmemissiniz ya da sayi saymayi bilmiyorsunuz".

  • achilles ve kaplumbağanın yarışını konu alan paradokslar. (bkz: cevaplamasi zor sorular/4)'te bir tanesi ele alınmış. bu paradoksun basitleştirilmiş iki versiyonu şöyledir:
    1- amacımız a noktasından b noktasına gitmek olsun. bu yolu tamamlamak için önce yolun yarısını hele bi katedelim. geri kalan yolu yeni gorev olarak ele alalım ve aynı yaklaşımla hele bir yarısını gidelim bakalım.. bir süre bu şekilde devam edelim. sonra birden anlayalım ki, ne kadar gidersek gidelim, bu yol hiç bitmez, çünkü sonradan mutlaka gidecek bir "öteki yarı" kalır.

    2- aynı problemi ele alalım. a'dan b'ye gitmek için öncelikle mesafenin yarısını "hele bi" katetmek gerekiyor. peki bu "yarım" mesafeyi aslında katedebilmek için öncelikle onun da yarısını katetmemiz gerekmiyor mu? hayhay, edelim fakat bu "çeyrek" mesafenin de öncelikle ilk yarısını bitirmemiz gerekmiyor mu ki sonradan diğer yarısını düşünelim? aaa ilk paradoksta anlatılan "hedefe ulaşamamak" şöyle dursun, yerimizden bile kıpırdıyamıyormuşuz demek ki.

    zenon sanırım burda sapıtıyordu, lafı "hareket yoktur" demeye getiriyordu. örnek olarak da şöyle bir paradoksla çıkagelmişti.

    3- havaya bir ok attığınızı düşünün. bu ok size hareket ediyormuş gibi gelebilir, sebebi x süre içinde y kadar mesafe gitmesidir. x'i küçük aralıklara bölün, birer saniye mesela, o zaman diyebilirsiniz ki birinci saniye boyunca ok şu kadar gitti, 2. saniyede şu kadar, bunları topladım y'yi verdi. zaman aralıklarını daha da küçültelim, hatta öyle küçük olsunlar ki, bir daha bölünemesinler, buna "an" diyelim. şimdi bakalım bu ok "an" sürede ne kadar mesafe gider? hiç gitmez. (okun fotoğrafını çektiğinizi düşünün, ok fotoğrafta durmaktadır değil mi?) e her "an" 0 mesafe giden bir ok nasıl olur da hareket eder?

    zenon'un devrinde büyük ihtimalle infial yaratan bu paradokslar yıllar sonra limitin, sonsuz toplamın vesairenin devreye girmesiyle çözülüvermiştir.

  • pandemi’den kaynaklanan boşluğu fırsat bilerek ibb komple bir yenileme işine girişmiş.

    bir goygoyun daha sonuna geldik arkadaşlar. *

    otogar ilk yapıldığında bile bu kadar parlak değildir herhalde.

    ellerine sağlık herkesin.

  • twitter'da 10.000, instagram'da 350 gönderisi olan, yaklaşık 10 yıldır facebook'ta takılmış ve tumblr'ı 5 sene aktif bir şekilde kullanmış bir insan olarak sosyal medya hakkında birkaç kelam etmek istedim. aslında bu yazının başlığı şu: sosyal medyayı bırakınca neler değişiyor?

    hayatta görüp görebileceğiniz her şey, her durum, her ses, her koku, her eylem bir uyarıcıdır. gün içinde karşılaştığınız ve sizin için önem teşkil etmeyen her şeyi bilgisayarda yer kaplayan 1 kilobaytlık bir dosyaya benzetebiliriz. instagram'a girip elinizi her kaydırdığınızda karşınıza çıkan yeni bir fotoğraf, siz çok üstüne düşmeseniz bile beyninize aktarılıyor. insan beyni doğası gereği bu verileri bir süre saklıyor; en önem vermedikleriniz ile 24 saat muhafaza ediliyor. siz instagram'ı veya twitter'ı her yenilediğinizde veri toplamaya devam ediyorsunuz. 2 saatlik sosyal medya kullanımında beyninize 3.000'e yakın veri aktarılıyor ki bu şu demek: gördüğünüz her fotoğrafı, her açıklamayı, her yazıyı depoluyorsunuz ve bunlar 24 saat için bile olsa beyninizde kalıyor. bu veri akışı insan beynini feci şekilde yoruyor aslında; siz farkında olmasanız bile bin çeşit değişkenle uğraşıyorsunuz. sosyal medyayı bırakınca bu yük muazzam derecede azalıyor. sindirmesi iki saniye bile sürmeyen gönderilerin beyninizde nasıl bir ağırlık yaptığını sosyal medyayı bırakınca anlıyorsunuz. hayatınız hiçbir işinize yaramayan, size zerre etki etmeyen verilerle çevreleniyor. beyin bunlara o kadar çabuk adapte oluyor ki önemli olsun ya da olmasın uyarılara fazla tepki gösteremiyor. kullan at bilgilere fevkalade alıştığınız için sizi ilgilendiren bir konu olsa bile buna yeterli reaksiyon gösterememeye başlıyorsunuz. sokak ağzıyla söylemek gerekirse 'mala bağlıyorsunuz'. bu da sizin için önem teşkil eden sorunları ayıklama konusunda zafiyete yol açıyor ve sonucu zihinsel tembellik olan bir hastalığa doğru yelken açıyorsunuz. konsantrasyon bozukluğundan dolayı yaşananları net olarak algılayamıyorsunuz, bu açmaz giderek artan bir özgüvensizliği beraberinde getiriyor. kimse 'kendime güvenmiyorum ve yaşadığım bu kötü hayat aslında tamamen benden kaynaklanıyor' diyemediği için, suçu dış sebeplere atma eğilimi gösteriyorsunuz. tüm bunların sonucunda memnuniyetsiz, mutsuz, sinirli bir insana dönüşüyorsunuz. bu da kendisini sürekli tekrarlayan bir stres hali doğuruyor.

    mukayese, insan beynini ciddi anlamda etkiliyor. evrimsel olarak toplumda yer edinmeyi kafasına koymuş olduğumuz için olası her karşılaştırma bizi kötü anlamda etkiliyor. sosyal medya hesaplarından başkalarının gönderilerine baktığımızda mukayese bir refleks olarak gösteriyor kendisini; yaşadığımız hayatla gördüğümüz yaşamları kıyaslama 'alışkanlığı' ediniyoruz. bunun bir tür alışkanlık olması konumuzun çekirdeğini oluşturuyor. kişi kendisini diğerleriyle kıyaslamayı adet haline getiriyor. bu alışkanlığın getirisi de şu: beyin kendisinde olmayanı sürekli tekrar ediyor. şöyle örnek verelim; maddi durumu iyi olmayan kişi milyoner bir insanı takip edip onun gönderilerine baktığında fakir olduğunu sürekli hatırlıyor. er kişi sosyal medyada takıldığı süre boyunca sahip olamadığı şeylerin başkalarında var olduğu gerçeğiyle her gün yüzleşiyor. sürekli olumsuzu düşünsek ve her allahın günü acılarımızı yeniden hatırlarsak ne olur? beyin her zaman olduğu gibi burada da devreye giriyor ve insanı var olan düşünceye alıştırıyor; eksikliği her gün yüzüne vurulan insanda kabullenme başlıyor. asla mutlu olamayacağını, asla diğerleri gibi yaşayamayacağını baştan kabul ediyor. bunun bir yanılgı olduğunu, her insanın belli başlı dertlerle uğraştığını, kimse için hayatın toz pembe olmadığını bir türlü göremiyor. sonunda herkesin mükemmel yaşadığını ancak kendisinin bu treni kaçırdığını düşünüyor. sürekli sosyal medyada takıldığı için beynin bu düşünce sarmalından kurtulma imkanı kalmıyor. sosyal medyayı bırakınca, günümüzün belki de %70'ini kapsayan bu mukayese dürtüsü de kalkıyor ortadan; sürekli başkalarının hayatlarına bakmadığımız için herhangi bir karşılaştırma ihtiyacı da hissetmiyoruz. başkalarıyla çok fazla haşır neşir olan her insan eninde sonunda özgüven sorunu yaşar. toplumsallığın bir getirisidir bu. sosyal medyayı bırakınca bu durum ortadan kalkıyor.

    bir insana sürekli aynı şey verildiğinde beyin ona tolerans geliştirir. sosyal medya ortalama seviyenin çok altında bir zeka seviyesi dayatıyor bize; bayat esprileri, öfkeyle temellenmiş gönderileri, fanatikliği, kavgayı görüyoruz sosyal medyada. burası herkesin rahatça girdiği bir alan olduğu için zeka seviyesi ister istemez dibe vuruyor. siz de istemeseniz bile bunlarla karşılaşıyorsunuz sürekli. ilk başlarda 'yok artık' dediğiniz şeyler bir ritüele dönüşüyor ve bu kitlesel salaklığa alışmaya başlıyorsunuz. ona karşı geliştirdiğiniz tavır gittikçe yumuşuyor ve siz artık bunun 'olağan' olduğunu düşünmeye başlıyorsunuz. bunun adı psikozdur. insan beyni içinde olduğu şartlara uyumlanma refleksi gösterir. size hiç uymayan bir şey bile olsa eğer ona sürekli maruz kalırsanız beyin bu manzaraya uyumlanmak zorunda hissediyor kendisini. son dönemlerde sürekli önümüze çıkan tiktok videoları bunun en güzel örneğidir. sosyal medyayı bırakınca, aptallık bir kabul olmaktan çıkıyor ve beyin bunlara tolerans göstermek zorunda kalmıyor. özetle aptallaşmıyorsunuz, aptallığı kabul etmek zorunda kalmıyorsunuz, akılsızlığı 'normal' bir şey gibi görmemeye başlıyorsunuz.

    sosyal medyanın insana attığı son kazık, herkesin de dile getirdiği gibi beğenilme arzusu. like dediğimiz şey, sizin uzun uğraşlar sonucu elde etmeniz gereken şeyi hemen önünüze koyuyor. takdir görme isteğinizi sosyal medya gönderileriyle doyurmaya çalıştığınızda beyninizin ödül mekanizmasını eleğe çeviriyorsunuz. aldığınız her like o mekanizmayı harekete geçiriyor. bir süre sonra beyin buna alışıyor ve artık tatmin olmamaya başlıyor. ne yaparsanız yapın doyuramadığınız bu bölge sizden hep daha iyisini bekliyor. ancak bunu veremiyorsunuz ve olay artık tatminsizliğe dönüşüyor. ne yaparsa yapsın bir türlü tatmin olamayan er kişide stres yükseliyor. sosyal medyayı bıraktığınızda ödül mekanizması derin bir nefes alıyor. sürekli tatmin edilmediği için normale dönüyor ve siz tatminsizlik duygusuyla uğraşmıyorsunuz. sosyal hayatta karşılaştığınız bir insanın sizi övmesi muhteşem bir özgüvene sebep oluyor. sonucunda siz, normal insan olmaya biraz daha yaklaşmış oluyorsunuz.

    sosyal medyayı yıllarca çok aktif bir şekilde kullandığım için onu bırakmak bana imkansız gibi görünüyordu. iş olsun diye hesaplarımı dondurduğuma ne olursa olsun geri devam ederim diye düşünmüştüm. ancak daha sonra çok farklı bir hayatın içinde olduğumu fark ettim. en önemlisi kaotik yaşamdan sıyrıldığımı hissettim. daha itidalli, daha mutlu ve daha hafif hissediyorum kendimi. özgüvenim yerine geldi, sinir ve stres benden uzaklaştı. şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki sosyal medya alkolden ve sigaradan çok daha fazla zarar vermiş bana. bunu şimdi anlıyorum. sosyal medyayı bırakmak isteyen bir kişiyi dahi ikna edebilirsem ne mutlu bana.