hesabın var mı? giriş yap

  • sporcu kimliğinin yanında şov adamıdır. maçlarından önce ve sonraki söylemleriyle, mimikleri ve vücut dili ile muazzam şovlar yapmıştır.

    ernie terrell'ın maçtan önce kendisi ile taşşak geçip "cassius clay" demesi ve muhammed ali'nin maçta terrell'a her yumruk atışında "what's my name?" demesi unutulmazlar arasındadır.

    muhammad ali'nin, yerde yatan sonny liston'un tepesinde bütün heybeti ile durup spor tarihinin en iyi karelerinden birini vermesi.

    benim en sevdiğim şov'u ise; george w. bush'un, muhammed ali karşısında yumruklarını havaya kaldırıp "ehehehe" tribinde takılması, muhammed ali'nin bu şaklabanlığa cevabı, hastalığı nedeniyle titreyen elini şakağına kaldırıp "delirdin herhalde" der gibi oynatması.

    muhammed ali gelmiş geçmiş en iyi sporcu olmasının yanı sıra, çok iyi bir şov adamıdır.

  • şu anda ankara'dayım. az evvel kardelen çakırlar dolmuşundan indim. (kardelen çakırlar paralel bir evrende harika bir sahne ismi olabilirdi fakat ankara'da bir dolmuş hattı olarak kalacak.)
    yarım saatlik dolmuş yolculuğumda gözüme çarpan tabelalar: gimat, ostim, gimsa, oleyis sitesi, arı kovanı 3 sitesi, ılkyerleşim mahallesi, güvengirkent, detca 2 sitesi vs.
    bu ve benzeri örneklerden kolayca yapabileceğimiz bir çıkarım var ki o da ortalama bir ankaralı gün içerisinde konuşurken birkaç yüz anlamsız kelime, kısaltma ve rakam kullanıyor. çarşıda pazarda "gimat, ostim, pursaklar, bala, çinçin, oleyis dört" diyerek dolaşıyorlar.
    anladığım kadarıyla ankaralılar sürreal bir gerçeklikte yaşıyorlar ve bu yüzden ankara'yı çok seviyorlar. çünkü ankara onlara dışarıda bulamayacakları fantastik dünyayı sunuyor. mesela yarın bir taksi çevirip " çıkınçıkmazına gidiyoruz " demek istiyorum. taksicinin " mordor yolu kalabalık olur, ayrıkvadiden kavaklıdere'ye inelim abi" diyeceğinden eminim.
    eminim çünkü ankara'dayım.
    eminim çünkü bu iletiyi kuzenimin ankira 1 sitesi'ndeki evinden yazıyorum.

  • koşarak otobüse yetişmeye çalışan bir amcanın, ayağına takılan taşı* alıp kenara koyması ve bunu fark eden otobüsten başka bir amcanın, aracı onun için bekletmesi.
    türkiye'de yaşamayı böyle insanlar çekilir kılıyor.

  • fenerliler diyorsa doğrudur beyler. adamlar şikenin nasıl olduğunu bir bakışta anlıyorlar. tecrübe var sonuçta.

  • --- spoiler ---

    baba oğul karşılıklı kanepelere uzanıp ellerini başlarında kavuşturmuşlardır.

    - bana yılbaşı hediyesi bisiklet alsana baba.
    - bütün yıl uslu durdun mu bakalım?
    - evet.
    - salak mısın oğlum, paramız olmadığını biliyosun, niye uslu durdun.
    - uslu durmadıydım ki zaten
    - hehehe, bi bok olmaz bizden.
    - koyim bisiklete...

    --- spoiler ---

  • sinsi değildir. sorunun kulüpler ile değil şahıslar ile ilgili olduğunu bilecek kadar olgundur.

    beşiktaş'ın ceza almasına neden olanların hiçbiri şu an beşiktaş'ta değildir.

    oysa fenerbahçe'nin başında hâlâ aziz yıldırım bulunmaktadır.

    şenol güneş gibi düzgün insanlara bile, fanatizm yüzünden gözleri kör olmuşlar tarafından çamur atılması çok vahim...

    not: galatasaray

  • kararı annenle beraber verirsin, ama bedelini yalnız ödersin.

    ‘gidersem beni aileden silecekler’ yazmışsın ya, bu demektir ki, seni zaten silmişler dostum. çok üzgünüm ama, seni daha doğmadan silmişler ki, seni, mutlu bir çocuk ol, mutlu bir hayatın olsun diye doğurmamışlar. belki, yaşlanınca yalnız kalmamak için, belki çocuk sahibi olmak onlar için bir ‘başarı’ göstergesi olduğu için, belki de, en iyi niyetli ifadesiyle, vatana millete hayırlı evlat ol, diye, ama seni ‘sen’ olabilmen için dünyaya getirmemişler. sen bir projeydin diğer çoğu çocuk gibi. üzgünüm, ama anlattıkların, veya en azından sana hissettirdiklerinden bunu anlıyorum. senin fikirlerine saygı duymuyorlarsa, kim olduğunla, kiminle olduğunla veya verdiğin kararlarla değişen bir ‘sevgi’ eğrileri varsa, yerinde ben olsam zaten, kendim ‘silerdim’ ailemi. ha, silmekten kasıt, onlarla iletişimi koparıp arayıp sormamak değil, onlara acı çektirmek değil; tüm vicdani yükümlülüklerimi yerine getirirdim, ama bir daha onlara güvenmezdim. bir daha hiçbirine yüreğimi açmazdım, hayallerimi anlatmazdım. akıl danışmazdım. bir daha beni üzmelerine izin vermezdim.

    şimdi fark ettim ki... kendimi anlatıyorum aslında.

    müdahaleci bir annenin kızıydım. başarılı, çalışkan, iyi aile kızı... ama sanki ne yaptıysam annemi mutlu edemiyordum. hep daha iyisi olmalıydı. daha başarılı, daha iyi, daha inançlı, hatta daha ‘mutlu’ olmam bekleniyordu. ağlayamıyordum bile. duygusal bir çocukluk geçirdim ama ağladığımda annemin öfkelendiğini hatırlıyorum.
    13 yaşında antidepresan kullanmaya başladım. yaygın kaygı bozukluğu ve depresyon tanıları aldım. annem doktorumla görüşünce bir-iki hafta iyileşiyordum, sonra o özüne dönünce ben de tekrar kötüleşiyordum.
    annem mükemmeliyetçi ve enerjisi tükenmek bilmeyen çalışkan, çocuklarıyla ilgili, titiz bir ev hanımıydı. yani dışarıdan göründüğü kadarıyla süperdi. muhafazakardı, ama eğitime önem veriyordu. ama ben ne yapsam ona yetemiyordum. annem açık fikirli değildi. beni kendi dar hayat görüşünün içine sığdırmaya çalışıyordu. yurt dışına çıkmama müdahale ediyordu, bir erkekle yakın ilişki kuramıyordum, doğru düzgün arkadaş edinemiyordum. karşı cinsten herkes, bütün insanlar benim için tehlikeydi.
    25 yaşına kadar erkek arkadaşım bile olmadı.
    23 yaşında hayatımda ilk defa aşık oldum, ama maalesef denk değildik. yani aramızda ciddi bir eğitim ve kültür farkı vardı. ancak ben sağlıklı bir ilişki kurabilsem zaten belki kendim anlayacaktım bunu, ama annem bu konuda da devreye girdi, ve beraberliğimize engel oldu. işte, ‘babana söylerim’ler, vicdan yaptırmalar, ‘ben yokum’lar... aynı zamanda tıpta uzmanlık sınavına çalışmaya çalıştığım bu dönem hayatımın en kaotik dönemiydi. ben o adamdan ayrıldım, ve maalesef bu ayrılık, belki de son derece sıradan bir insanı benim gözümde kahraman yaptı. annem istemeden buna sebep oldu. bir yıl boyunca annemin gözlerinin içine baka baka ağladım. gram yumuşamadı. annedir, yüreği dayanamaz derler, ama öyle bir dayandı ki...
    ben o yaşa kadar anneme hiç yalan söylemedim, biliyor musunuz? bir gün bile, en basit konuda bile yalan söylemedim. hani vazoyu kırar, ben yapmadım, dersin ya, veya bir gün arkadaşlarınla gizli saklı bir şey yapar, annenden saklarsın. o bile olmadı. ama çok hata etmişim. hayatıma o kadar karışıyordu ki, giyeceğim kıyafeti bile anneme soruyordum. onsuz hiçbir şey yapamıyordum. o çok becerikli bir kadındı ama ben hiçbir şey yapamıyordum. daha doğrusu o yanımdayken yapamıyordum, çünkü içimden gelmiyordu. çünkü yine bir kusur bulacak nasılsa, o yapsın, diyordum. o güne kadar çok sorun etmedim, ama hayatıma ilk defa ciddi boyutta karıştığı o sene, bende ilginç bir kırılma oldu. bir anda bir günde değil, bir süre içinde oldu bu. tam olarak ne kadar süre içinde oldu bilmiyorum. artık ben de anneme yalan söylüyordum. artık kesinlikle iyi olmak için çabalamıyordum. bazen kendime zarar veriyordum, kendime zarar verdikçe sanki annemden intikam alıyordum. ama özgürleştim. acı çeksem de özgürdüm artık.

    ben özgür olabilseydim, ben kendi kararlarımı verebilseydim, ben ‘ben ölünce kurtulursun’ vicdanına mahkum bırakılmasaydım, ben toksik bir anneye maruz kalmasaydım, belki şimdi daha huzurlu, daha sağlıklı bir insan olabilirdim. ben kendi hatalarımın bedelini kendim ödemek isterdim zaten.
    ama başkalarının hatalarının bedelini ödemek istemezdim.
    benim kimsenin dokunamadığı bir yer var içimde. en yakınım, en sevdiğim bile giremiyor. o yer hep acıyor.. bazen kanıyor, bazen kabuk bağlıyor. bazen isyan ediyor, bazen sadece susuyor. onu kimse anlamıyor. kimse tam anlamıyla sevemiyor. çünkü annemin sevdiğine hiç inanmadığım yer orası. sevilmeye layık değilmiş gibi. aslında o kendini sevdirmiyor. çünkü hep yalnız, hep mutsuz, hep gitmek istiyor. annem çok sevdi beni kendince ama ben o kişi olmasaydım, yine sever miydi, ondan bir türlü emin olamadım.

    ne zamanki sevmediğim bir yöne saptım, hayatım boyunca sevmeyeceğim bir hayatı inşa etmeye başladım. insanlar onu beğeniyor diye, ailem onu onaylar diye verdiğim bütün kararların bedelini ben ödedim. depresyona ben girdim. bitmeyen acıları ben çektim. öğrenmek neden bu kadar ağırdı. bedeli neden bu kadar ağırdı bilmiyorum, ama yalnızlık, başarısızlık, ve bunun gibi bütün şeyleri bedenime işlerken hep yalnızdım. olması gereken buydu belki, bilmiyorum.. bir zamanlar umutluydum. yazdıkça rahatlıyordum. sonra yazdıkça birikti. yazdıkça yalnızlaştım.

    sonra düzeldiğimi hissettim. büyüdüm. vazgeçmenin dayanılmaz hafifliğini içimde hissettim. eğer içinizdeki ağırlık annenizse, ondan vazgeçin. ondan vazgeçmek, onu bir daha görmemek değil. onun kusursuz olmadığını kabul etmek, onun da yanlışlar yapabileceğini fark etmek ve ona sınırlar koymak...
    ilk başta zorlayacak sizi. ama alışacak.
    alışmak zorunda.

    annelik kutsal mıdır bilmiyorum, ama kutsalın kendi kurbanını yaratmasına izin vermeyin.

  • şüphesiz iman dolu gözlerin göreceği ibret verici satırlardan oluşur. bu türküyü 2000li yıllara kadar oynaya hoplaya söyleyenler için sonuç acı verici olmuştur. bakınız para bakınız gemi hem de recep var, karakol var.işte tüyleri diken diken eden o satırlar:

    gemilerde talim var
    bahriyeli yarim var
    o da gitti sefere
    ne talihsiz başım var
    hani benim recebim
    sarı lira vereceğim almazsan karakola gideceğim.

  • tam olarak benim anım değil aslında. gerçek bir anı da değil işin doğrusu. sadece bir kişi için doğru bu anı, o da umarım harika bir hayat geçiriyodur, geçirmiştir.

    90 lı yılların başı, örli doksans diye bilinir. atakule vardı ankara'da, bildin mi? keşke bilmeyeydin, neyse o zaman orası popüler allah sizi inandırsın ve kumpir diye inanılmaz bir yemek yapıyolar. yeni çıkmış sayılır. bi kumpirin içine çift sosis koyulabildiğini ve böylece king kumpir olduğunu öğrendiğimizde içimizi heyecan kaplayan yıllardı. vay be.

    neyse efenim, bastık gittik biz kumpiri yemeye. girdik dükkana, oldukça boştu. oturduk, king kumpirimizi sipariş ettik. kısa keseyim, geldi kumpirler afiyetle yedik. sonra, lakabı gödeleme olan (niye hatırlamıyorum) arkadaşımız sadece garip bir insan olduğu için kumpirin patatesini de komple yedi. niye yiyon dedik, güzel oluyo dedi. neyse bitirdi bu patatesi yemeyi ve tuvalete gitti. tam o sırada büyük ihtimalle mekanın sahibi olan lacoste tşörtlü, pantolon askısı takmış amca masamıza geldi. afiyet olsun dedi, beğendiniz mi dedi. ivit dedik, çokzeldi. o sırada amcanın gözü boş kumpir kartonuna takıldı ve sordu.

    -evladım bunun patatesi nerede?
    +abi onu yiyen arkadaş tuvalete gitti. çok fakir kendisi, annesi babası da yok. biz buraya getirdik onu kumpir yesin diye, yapma dedik ama dayanamadı hepsini yedi. kusura bakmayın amca :/

    diyiverdim. neden bilmiyorum öyle yaptığımı. bir dönemdi sanırım, ergenliğimin yanında bir de dış ergenlik falan geçiriyordum galiba. yeni tanıştığım insanlara abuk subuk yalanlar söylüyordum. hava atma falan amaçlı değil ha. nerede okuyosun diyolar, okumuyorum su satıyorum diyorum. baban ne iş yapar diyolar, muhasebeci demiyorum da beyaz eşya bayimiz vardı sattık ganyan bakıyoruz diyorum. bakkala teyzemler geldi çorum'dan diyodum lan durduk yere, töbe estafırılla. teyzem de yok, çorum'dan kimseyi de tanımam etmem.

    neyse, amca bunu duyunca dudak titretti birden. ağlıycak lan kalantor gibi adam. oturun gitmeyin, geliyorum ben dedi ve gitti. o sırada gödo geldi (gödeleme) hadi gidek falan diyo, biz de oyalıyoruz işte, kolalar bitsin az daha oturak falan diye. derken amca belirdi yanımızda elinde üç tane kumpir.

    -bunlar da genç müşterilere ikramımıııızzzz. hadi afiyet olsun. diyip kaçtı.

    gödo nooluyo la dercesine bakıyor, biz girşmişiz bile kumpire. neyse o da çok soru sormadı, yedi kumpirini. tabi yine kabuğuyla yedi allahın davarı. kalktık, kasaya gittik. hesap ödendi dedi çocuk. ısrar ettik, olmaz dedik. bari ilk yediğimiz 3 taneyi ödeyelim dedilk. olmaz dedi çocuk. biz uzatınca, patron sizden para alırsam beni buraya yatırıp sker. çıkın lan şimdi dışarı!! dedi.

    çıkmadan tuvalete gideyim dedim, koridorda amca durdurdu beni. haftaya yine gelin oğlum, arkadaşınızı da getirin. aferin üstünü başını yapmışsınız siz, tertemiz maşallah dedi.

    utancımdan daha fazla dinleyemedim amcayı, koşarak çıktım dükkandan. dolmuşa binip eve döndük, işeyemedğim için yolda çok sıkıştım. altıma ediyodum ama o ayrı hikaye. amcayı bi daha hiç görmedim, cesaret edip bi helallik alamadım.