hesabın var mı? giriş yap

  • bir japon tarafından icat edilmemesine rağmen japon adıyla bilinen, plastikten ahşaba ve metale kadar her şeyi onarmak veya birleştirmek için kullanılan süper yapıştırıcı. pazarlama tekniği olarak ülkemizde japonlara olan güvenden kaynaklı olarak bu isim verilmiş.

    bu yapıştırıcı ilk kez abd’li bilim insanı dr. harry w. coover tarafından bulundu. dr. coover, ikinci dünya savaşı sırasında eastman kodak firmasında kimyager olarak çalışıyordu. 1942 yılında çalışmaları silahlarda kullanılabilecek şeffaf plastik maddeler üzerineydi. bu araştırmalarında yoğunlaştığı madde siyanoakrilat olarak bilinen bir sentezdi. bulaştığı her yere kolayca yapışan bu madde o dönem işine yaramamıştı. bu nedenle bu ve benzeri maddeler üzerindeki çalışmalarını rafa kaldırdı.

    1951 yılındayken arkadaşlarıyla jet uçaklarında kullanılabilecek dayanıklı bir plastik malzeme üzerinde araştırmalar yapan coover’ın aklına yıllar önce sentezlediği siyanoakrilat yapılı maddeler geldi. havadaki nemin de etkisiyle temas ettiği her şeye yapışan bu madde maalesef bu iş için de uygun değildi. ancak coover, sentezlediği maddeyi bu defa bir kenara atmak yerine onun kuvvetli bir yapıştırıcı olarak kullanılabileceğini fark etti ve patentini aldı. böylece süper yapıştırıcı nihayet 1958'de eastman kodak tarafından piyasaya sürüldü ve "eastman # 910" olarak adlandırıldı. ancak daha sonra yeniden süper yapıştırıcı adını verdiler. eastman 910, kısa bir süre sonra loctite'a lisanslandı ve daha sonra onu biraz eskimeyen bir isim olan “loctite quick set 404” ile yeniden markalandırdı. bununla birlikte, daha sonra kendi versiyonlarını geliştirdiler ve buna "süper bağlayıcı" adını verdiler. 1970'lere gelindiğinde, eastman kodak, loctite ve permabond tüm süper yapıştırıcı satışlarının yaklaşık 3/4'ünü oluştururken, çok sayıda siyanoakrilat yapıştırıcı üreticisi ortaya çıktı.
    kaynak:
    https://tr.wikipedia.org/wiki/japon_yapıştırıcısı
    https://www.wisegeek.com/…is-cyanoacrylate-glue.htm

  • televole'nin televole olduğu zamanlar. yani futbolcular ön planda.

    mustafa adlı takımını,soyadını, hiçbir şeyini bilmediğim bi futbolcunun yanına gidiyorlar. amaç bir tane genel kültür sorusu sormak. şu diyalog geçiyor...

    -merhaba mustafa sana bir genel kültür sorusu sormak istiyoruz.
    -sorun abi.
    -bize, senin isminin harflerinden oluşan bir ülke söyleyebilir misin?
    -(biraz düşünür) valla bulamadım...kaç harfli?
    -3 harfli
    -hımmm... (biraz daha düşünür) baş harfi ne?
    -baş harfi "f".
    -hımmm... yok vallahi aklıma gelmiyor...
    -neyse ben sana kıyak yapıp 2. harfi de söyleyim "a"
    -hımm... faa... hımmm... yok vallahi bulamıyorum..
    -neyse mustafa. sorun değil. ülkenin adını söyleyim mi?
    -söyle abi.
    -fas.
    -hadi lan ordan fas diye ülke mi olur?

  • dua'ya inanıyorsanız dua, enerjine inanıyorsanız enerji.. neye inanıyorsanız inanın ama yeterki iyi bir niyette bulunun.. en azından insanlık bunu gerektirir ve ben hala insan ! olduğumuza inanıyorum.

    edit: düşüncelerimiz biraz değişti.

  • bir ingilizce öğretmeni olarak hakkındaki tartışmalara müdahil olmak istediğim sistemdir.

    sistem eleştirilerine geçmeden önce dil eğitimindeki durumumuz konusunda biraz bilgi vereyim. yabancı dil eğitiminde ülkemizin durumu tabi ki parlak değil ancak bunda bulunduğumuz dil ailesinin de payı büyük. "alman-fransız çocuklar şakır şakır ingilizce konuşuyorlar, bizde tık yok" demeden önce bizim ingilizce ile dahil olduğumuz dil ailesi konusunda ciddi farklar olduğunu hatırlatmakta fayda var. avrupa ülkeleri arasında cognate dediğimiz ortak kelime sayısı çok yüksek iken bizde o bu kadar fazla değil. bu da bizi avrupa ülkelerine kıyasla dezavantajlı kılıyor. ingiltere'den farklı dil ailelerine aidiyet göz önüne alındığında rakiplerimiz iran, rusya, çin gibi ülkeler kalıyor ve vakt-i zamanında okuduğum bir araştırmaya göre bu ülkelerin arasında durumumuz kötü değil.

    ama sonuç olarak 12 sene gibi uzun bir süreye bakınca ortada bir başarısızlık olduğu aşikar.
    sistemsizlikler ülkesi olan türkiye'mizin, uzak ara en kötü yönetilen kurumu olan milli eğitimin bünyesinde böyle bir sonuç çıkmasına şaşırmak bence abes.
    birkaç madde halinde durumu özetlemeye çalışayım.

    1. bir sene önce ingilizce eğitimi 2. sınıfa indirildi. ilk bakışta çok acayip bir gelişme gibi gelse de ortada şöyle bir durum var. eskiden 5., 6. sınıflarda dörder saat ingilizce eğitimi verilirken malum seçmeli derslere yer açmak için üç saate indirildiler. ikinci, üçüncü ve dördüncü sınıflarda hepi topu iki saat ingilizce dersi olduğu düşünülünce ingilizce eğitimi ikinci sınıfa kadar indirilse de öğrencilerin eğitim hayatında göreceği ingilizce dersi sayısı sadece 1 saat artmış oldu. yani meb ders sayısını arttırmadan arttırmış gibi yaptı.

    2. bir öğrenci 8. sınıftan mezun olduğunda şu zamanları etkin olarak kullanması bekleniyor.
    simple present, present continuous, will future, going to future, simple past, past continous, present perfect tense.ayrıca envai çeşit modal. in order to, so that/such that/incase vb. yapılar da cabası.ve bunları haftada 3-4 saat ile kazanmalarını bekliyorlar.

    bunun yerine öğrencilere sadece basit simple present,present continuous, will future ve simple past versek. bunlarla bol bol çeşitli cümleler kursalar, mektuplar yazsalar, bunları içeren videolara maruz kalsalar. bol kelime öğrenip bunlar hepi topu 4 zaman içerisinde ama bol bol kullansalar. (ki ben böyle yapıyorum ve öğrencilerim dil bilgisine boğulmamış oluyorlar.ayrıca haftada 4 saat ile perfect tense ne lan?) çok basit konuşmaları öğretsek ama harbi öğretsek. çoğu öğreteceğiz derken boğulmasak.

    3. öğretmenlere kızıyoruz ama öğretmenden beklenen o öğrencileri konuşturması değil ki. ben bir köy okulunda öğrencilerime ingilizlerin çektiği videoları izlettim, bol bol listening yaptım. bir gün öğrencilere sobalı köy okulunda whitney houstan'dan i will always love you şarkısını dinlettikten sonra okul müdürüm tarafından müfredatı takip etmem, dışına çıkmamam konusunda tenkit edildim. görev yaptığım bölgede başarısız öğretmen ilan edildim. bunun üzerine ben de dershane öğretmenine evrildim. ezber, test vb. yollara saptım, öğrencilerimin netleri arttı, gördüğüm saygı hayvani boyutlara ulaştı. yani beklenen test, sınav vb. iken öğrenci konuşturmaya vakit harcarsanız okul idaresi, müfettişler, milli eğitim müdürlükleri tepenize biner müfredatta geri kalındı diye.

    4. yine öğretmenlere kızıyoruz ama meb'in umrunda mı? şu anda sınıf öğretmenliğinden ingilizce branşına geçmiş, ingilizce'den bihaber sınıf öğretmenleri çoluğunuzun çocuğunuza ingilizce öğretmeye çalışacaklar.sayıları da 3 bin'in üzerinde. bir tanesi bana gelip "hocam ben tv programmslarını anlattım bugün" dedi. oradan anlayın artık.

    5.dil eğitiminin en kritik boyutu edinim. yani öğrenciyi dile maruz bırakmak. çok sıkışık müfredatlar dahilinde haftada 3-4 saat ile kime neyi edindirebilirsiniz ki?

    6.biraz klasik olacak ama meb kitapları konusunda şikayetimi de belirtmeden geçemeyeceğim. bin tane ingilizce dizi izlerim, hiçbirinde raslamadığım abuk konuşma kalıpları mevcut ama en sık rastlananları ara ki bulasın.
    bir tane dizi gösterin bana "fine thanks and you" geçen. çok mu zor selam kalıplarını çeşitlerini arttırmak. benim öğrencilerim "how are you?" dediğimde "we are great, what about you?" diye bağırırlar karşılık olarak. çok mu zor arkadaş müfredatı yaratıcı ve güncel hale getirmek. daha güncel, daha kaliteli yayınlar var ve bazı veliler de almaya hevesli ama bu sefer de karşımızda; (bkz: okullarda kaynak kitap kullanımının yasak olması)

    7. bu kadar kafanızı şişirmezdim ama akşam aldığım bir telefonun üzerine bu başlığa yazma gereği hissettim. geçen sene 8. sınıftan mezun edip iyi denebilecek bir anadolu lisesine daha yeni yerleşmiş bir öğrencim aradı beni. "hocam bugün ilk ingilizce dersimiz vardı. öğretmen "where do you live?" diye sordu, baktım kimseden ses çıkmıyor ben kalktım "i live in kahramanmaraş" dedim, öğretmen de beni"4 tane 9. sınıf grubunun içerisinde bir tek sen kalkıp cevap verdin" diye tebrik edip sizi sordu. çok teşekkür ederim, sayenizde beni çok sevdi" dedi. tabi gururum okşandı önce ama biraz düşününce halimizin nasıl bir rezillik olduğu yüzüme çarpıldı. en basit cümle be arkadaş. bundan aciziz. en basit cümleyi 9. sınıf öğrencisinden duyunca havalara uçacak kadar aciziz.
    bu kadar rezillikten ne öğrenciler ne öğretmenler tek başına sorumlu sayılamaz, tüm suç bu grupların üzerine yıkılamaz.

  • erdoğan'ın kılıçdaroğlu karşısında 35.4 alırken mansur yavaş karşısında 41.4 alması bu güne kadar yapılmış en başarısız manipülasyon denemesidir.

  • bir insan sırtını dönerek neyin işaretini yapmış olabilir ki?

    gün geçtikçe deliriyor, delirdikçe kontrolünü iyice kaybediyor. insanlar sırtlarını dönerek protesto ediyorlar diye insanları ahlaksızlık ile suçluyor.

    valla çok merak ettim kadınları. yaratıcı hakaret yöntemlerini paylaşmalarını isterim.

  • insanların inatla gündeme getirdikleri kredi kartıdır. ebru'nun çocuğu zarar görüyor diyoruz ! anlamıyor musunuz ya ???! bu nasıl bir anlayışsızlıktır ?!