hesabın var mı? giriş yap

  • al pacino'nun trafik polisine yakalandigi sahnede kör taklidi yapmanin ustune bir de kör oldugunu gizlemeye calisan bir kör taklidi yaptigi film.

  • seni hayvanat bahçesinden aldık, maymunsun aslında sen gibi bir hikayeye kardeşi inandırmaktan daha vicdanlı bir harekettir. bir de üzerine "ben seni kafeste gördüm, çok beğendim diye alıp eve getirdik" demiştim ki bana da azıcık minnet duysun. tabii bu hayvansever, vicdan sahibi abla imajım kendisi bağıra bağıra anneme gidip "anne ben maymun muyum?" diye ağlayana kadar sürmüştü.

  • doğru kişi diye bir şeyin olmadığını ve günümüzde herkesin her şeye katlandığını, evlilerin hepsinin mutsuz olduğunu fark eden insan dolayısıyla hiç evlenmeyecekmiş gibi hissediyor. kötü bir duygu değildir, evli olup mutsuz olmak mı yoksa hiç evlenmeyecekmiş gibi hissetmek mi deseler kuşkusuz hiç evlenmeyecek gibi hissetmeyi seçerim

  • a noktasından b noktasına yürüyerek gitmek mi istiyorsun. gidemezsin kardeşim bu lanet olası şehrin her sokağında köpek çıkıyor karşına. bazen 2-3 tane bazen 10-15 tane. bilmen mümkün değil saldırgan mı değil mi.

    spor olsun diye koşmak mı istiyorsun kardeşim, yakında bir yerde parka mı gideceksin koşmak için. gidemezsin kardeşim. parklar da artık köpeklerin elinde. hepsinde bir sürüsü hayatını geçiriyor. koşsan peşinden gelecek mi ne yapacak bilemezsin.

    insanların hayatlarını kısıtlayan köpeklere artık bir çözüm bulunması gerekir.

    not: istanbul

  • ben küçükken, kış için, herkes bu ve benzeri hazırlıklar yapardı. aslında hepsi de çok zahmetli işlerdi ama bir çocuk için hepsi ayrı birer eğlence ve bilgi kaynağı olabiliyor.

    salça; domates ve kırmızı biberlerin yıkanıp kesileceği gün, bahçede büyük kovaların içinde hortumla bütün malzemeyi yıkar, keser hazırlardık. iş bitince üstüne yorgunluk çayı demlenirdi. salça yapmak uzun iş, kovalardan, büyük tepsilere alınıyor ilk, tabi önce süzmeniz gerekiyor, sonra daha küçük tepsilere, en son da kavanozlara giden süreç yanlış hatırlamıyorsam bir ay kadar sürüyor. her gün ilgilenmeniz gerekiyor. tepsilerdeki daha suyu çekilmemiş püreyi parmaklayıp yalanmak çok zevkli. ama anneler pek hoşlanmıyor bundan :)

    makarna; makarnanın kesileceği gün, eş dostla kararlaştırılır, öyle kafanıza göre olmuyor, çok insan gerek. herkes kendine makarna kesilecek bir gün alıyor. evdeki erkek ahalisi sabah erken evden kovuluyor. evi önce dip köşe temizlemekde gerekiyor, çünkü önce makarna hamurundan açtığımız yufkaları sereceğiz tüm eve, sonra kestiğimiz makarnaları sereceğiz kuruması için. makarna kesme işi bitince, yufkaların kenarından çıkan genelde üçgen şekilli makarnalardan çocuklara makarna pişirilir. çünkü, evdeki çocuk ahalisi keser onları :)

    bulgur; bunu ninem yapardı. bahçeye kazan kurup buğdayları kaynatırdı önce, bu aşama bir çocuk için tehlikeli olabileceği için, beni yanaştırmazdı. çok hatırlayamıyorum sanırım biraz kuruması için serip bekleniyor, sonra ilk eğlenceli aşaması değirmene (bkz: taş değirmen) gitmek geliyor. değirmende buğdaylar, bulgurluk kırılıp, çuvalların içinde sıcak sıcak mis gibi koka koka eve getiriliyor. sonra herhalde soğuyunca oluyordu, rüzgara göre uygun bir günde, eğlencenin ikinci kısmı geliyor. bulguru buğdayın kabuklarından ayırabilmek için savurmak gerek. kabuklar rüzgara kapılıp öteye uçuşurken, yer çekimine kapılan sarı bulgur tanelerinin şelale gibi yere düşüşü ve ninem, elindeki eleği rüzgara karşı sallarken, arkasından vuran güneşle kamaşan gözlerimde sadece bir siluet ama heyecanıma gülümsediğini hatırlıyorum. bildiğin national geographic karesi işte.

    tarhana; bunu annem kendi yapardı, pek beni bulaştırmazdı. tek kişi yapar bunu, çok insana gerek de yok. kuvvet isteyen bir iş bu da. hamuru, bilemiyorum belki bir on beş yirmi gün mayalamanız gerek, her gün karmalısınız. sonra kuruması için serip, en sonunda da ufalıyorsunuz. hamuru kabarır bunun, hamuru patlatıp parmaklamak ve yine yalanmak zevkli ama anneler hoşlanmıyor :)

    zeytin çizmek; buna evin erkek ahalisi de dahil edilir, akşam çay çerez eşliğinde, yere serilen sofranın etrafına oturup ailecek yapılırdı. eller kararır ve mis gibi acı acı zeytin kokar.

    sebze kurutmak (biber, patlıcan, fasülye, bamya vs çizmek); bunları bildiğin iğneyle ipliğe dizip, tabi önce kesip doğrayıp hazırlayıp, sonra asıyorsunuz kuruması için. her evin balkonlarını, teraslarını, bahçelerini bunlarla donatınca, şölen yeri gibi oluyor. kış, belki de hoş geldiğini öyle anlıyordu :)

    bibertuzu; bu biraz bizim oraya özgü bir şey sanırım, sabah kalvaltıda zeytinyağına banıp yenir. içindeki malzemelerin ana hammaddesi domates ve biber kurusu, gerisi baharat çeşitleri. ninemim mahallesinde dibek taşı vardı eskiden, erkekler orada tahtadan tokmaklarla döverdi bu karışımı, toz haline getirirdi. bunu da mahalleli anlaşıp birlikte yapardı.

    konserve; neden bilmiyorum biz yapmazdık, ama komşularımız yapardı. biz de yardıma giderdik. kazan kurulur, ateş yakılırdı. ateş olunca çocuklar uzak tutulurdu yine. sıra sıra kavanozlar, altındaki ateşin sürekli harlandığı kara kazan, sular, haşlanan sebzelerin kokusu kalmış hatıramda, fantastik film platosu gibi :)

    turşu kurmak: bunu da annem kendi yapardı. bidon bidon turşular, canlarım benim. ilk gün ev sirke kokar. sonra annemin elleri de bir süre hep sirke kokar. bayılırım turşuya ve demeden edemeyeceğim, annemin turşuları meşhurdur. kadın ustalaştı yıllar içinde, işin içine ilim kattı :)

    ben kendimi çok şanslı görüyorum, tüm bu emeği, bilgiyi, tecrübeyi, birliği, düzeni, doğallığı gördüm, yaşadım ve tabi afiyetle tattım :) her yıl o hazırlıklar yapılırken, ruhum, bedenim, aklım da mayalanmış, hazırlanmış sanki. şimdilerde, elit kesim diyemeyeceğim paralı kesim demek daha yerinde olur, çocuklarına sikimsonik isimler koydukları gibi, bir de bu beton benizli çocuklarını özellikle yaz tatillerinde doğayla, doğal olanla buluşturacağız diye tuhaf isimli aktivitelerin içine sokuyorlar. şaşkınlıkla bakıyor ve üzülüyorum kendilerine. boşuna para ve zaman harcamak gibi geliyor bana. müze veya sergi gezer gibi aktivitelerle olmaz ya o iş, neyse.

  • doğru kelamdır. zira iyi ahlakını alabilseydik;

    *hızlı tren kazasından sonra birilerinin istifa etmesi gerekirdi,
    *seçmene "lan", "ananı da al git" diyenlerin özür dilemesi gerekirdi,
    *sırf bakanın oğlunun ithal ettiği ürünlere vergi indirimi geldiğinde medya çarşaf çarşaf yazar, bakan da istifa ederdi,
    *başbakan'ın oğlu "gemicik" alamazdı,
    *başbakanın damadının genel müdür olduğu şirket devlet ihalesine girmeye cesaret edemezdi
    (8 yıl sonra edit: bu damat enerji bakanı oldu*)
    (12 yıl sonra edit: maalesef damat şu an hazine ve maliye bakanı(!). tünelin ucu bombok bir yere çıktı. inşallah başka editlerde görüşmeyiz. )
    (13 yıl sonra eyvah eyvah editi: adam instagramdan istifa edip ortadan kayboldu. çok ilginç şeyler oluyor. )
    .
    .
    .
    bakıyorum da oldukça ahlaklı(!)ymışız.
    (bkz: şükür yarabbi)

  • bugün içerenköyde şimşek fırına alışveriş yapmak için girmemle başladı olaylar. ne alsam diye bakınırken yanıma yaşlıca başörtülü bir teyze geldi. önce koluma dokundu ne olduğunu anlamadan irkilmemle birlikte korkma dedi. sonra herkesin içinde bu vaziyette sokağa çıkılmaz, böyle giyinemezsin dedi. ne var halimde deyince görmüyor musun halini dedi. bana göre görülmesi gereken bir durum yoktu çünkü... ince askılı diz hizasında bir elbiseden bahsediyorum. teyze ben de sorun yok sen benden uzaklaş deyince bu sefer kendisine yandaş bulmak için çalışanlara beni gösterip dinimizde bu şekilde giyinmenin günah olduğunu, başımıza ne geliyorsa bizim gibilerden dolayı geldiğini söylemeye başladı. orada çalışanlar ki sonradan biz onay vermedik size yapılana dese bile o zaman neden haddini bildirmediniz? neden ben hakkımı savunurken size hak veriyoruz, sizinle bu şekilde konuşamaz demediniz. kimse kimseyi giydiği kıyafet ile yargılayamaz. istediğimi giyerim buna kimse karışamaz. bu ne kendiniz bilmezlik? bu ne hadsizlik? sen kendinde bu hakkı nasıl buluyorsun?