hesabın var mı? giriş yap

  • (bkz: #86442605)

    okumaya üşenenler için emsal kararın özeti:

    --- spoiler ---

    erkek: boşanmada kusursuz
    kadın: başka biriyle aşk yaşamış, gönül ilişkisine girmiş. dolayısıyla kusurlu.

    erkek: işsiz
    kadın: çalışıyor ve geliri var.

    sonuç: aldatılan ve geliri olmayan erkek, aldatan ve çalıştığı için geliri olan karısına mahkeme sonuçlanıncaya kadar nafaka verecek.

    --- spoiler ---

    şu anda samimi olarak yazıyorum, aynı durumda ben olsam ve kendim işsizken, beni aldatan ve geliri olan eşime nafaka ödemek durumunda bırakılsam ben o nafakayı ödemem.

    gerekirse hapse girer yine ödemem. e ben ödemeyince sürekli hapse gireceksem de bir süre sonra "la nasıl olsa hayatım kaymış, kadın zevkinde aleminde" diye düşünür kendi adaletimi kendim sağlarım.

    kimse de bik bik etmesin bana.

  • 1990 yılında japonya’da saptanan kırık kalp sendromunun bir diğer adı da takotsubo sendromudur. ayrıca 1846'da george man burrows da, british foreign and medical review'de yayınlanan makalesinde nörokardiyak bağlantıya dikkat çekmiştir. kırık kalp sendromu beyin ve kalp ekseninde gerçekleştiğine dair güçlü kanıtlar olsa da hala tam olarak anlaşılabilmiş değildir. genellikle duygusal travma sonucunda görülen bu sendromda kalp kasının pompalama işlevi geçici olarak etkileniyor ve kalp kası zayıflıyor. böyle bir durumda kişide kalp krizine benzer, göğüs ağrısı ve nefes darlığı gibi belirtiler ortaya çıkıyor. başka bir araştırmaya göre ise mutluluk da bu sendroma neden oluyor. araştırmaya katılanların %96’sında sendrom üzüntü ve stresle, %4’ünde ise olumlu bir olayla tetiklenmiş. mutlu veya üzücü bir olayın neden olduğu bu sendromun her iki şekli de kadınlar ve yaşlılarda daha yaygın görülüyor.

    "duygular beyinde işlemden geçiriliyor, dolayısıyla hastalığın beyinde başlayıp kalbi etkilediği fikri akla yakın."

    kırık kalp sendromu hastalarının belirtiler başlamadan önce beyin taramaları olmadığı için hastalığın tam olarak nasıl gelişim gösterdiği halen çözülebilmiş olmamakla birlikte tts'nin birçok nedeni olması muhtemel olsa da, bu bulgular merkezi sinir sisteminin belirli bölümlerinin işlevindeki değişikliklerin, stresli bir tetikleyiciye yanıt olarak bir tts olayının başlamasına neden olabileceğini göstermektedir.

    kısaca beyin ve kalp etkileşiminin bir sonucu olarak görülmektedir.

    sadece bilgisi bile imgeleri tekrar tekrar sorgulamaya ; gamı, kederi, hüznü ve yeisi kavramsal olarak yeniden değerlendirmeye; werther'ı akla getirip hülyalara dalmaya davet eder. böyle ruhsal buhranlar sırasında bir an durup bobby mcferrin'in acapella şarkısına yoğunlaşmak kalbe iyi gelir. :)

    in every life we have some trouble
    but when you worry you make it double
    don't worry, be happy

    https://www.youtube.com/watch?v=d-dib65scqu

  • bencilliği ile kendinden nefret ettirendir.
    çocuk bu ya hu, çocuk. okulu ayrı, beslenmesi ayrı, sağlık giderleri kılık kıyafeti ayrı... bir çocuğa ortalama bir hayat sunamadıktan sonra onu doğurmanın, büyütmenin ne anlamı var? 30 yaşıma gelmek üzereyim, kızım büyüdü, başta annem olmak üzere herkes 2. bir çocuğu neden yapmadığımı soruyor. kendi hayatımı, özgürlüğümü ve bana ait olan bir geleceği bir kenarı bırakarak (ki bunu anlamazlar zaten) şöyle diyorum; "kızımın hayat standartlarını düşürmek demek 2. bir çocuk. bunu ona neden yapayım?"
    çocuk rızkıyla gelir diyenlere ayrı sövüyorum.

    edit: al işte biri dedi bile. selam kardeş. biz de senden bahsediyorduk.

    edit2: bu entry bir gazete manşetine istinaden 4 ya da 5. entry olarak yazıldı. yoksullugundan dolayı bir bebeğin hayatını riske eden ebeveynler nedeniyle bu kadar öfkeli cümleler içermis oldu. üstteki entrylere ne olduğu konusunda bir fikrim olmasa da başlık başa kalmıştır. yine de (!) ; sorumsuzca çocuk yapacak ve o çocuğun hayatını riske edecek kadar bencil ve sorumsuz insanlar çocuk yapmamalı.

  • bir kadının yürüyüşünde, oturuşunda, gülüşünde, bir mavi kumaşın üzerinde unutulmuş elinde, gamzesinde, ayak bileğinde, en anlamlı vesairesinde somutlanan ihtiraslı, tutkulu düşler; bir şekilde gerçeğin yatağına akamıyorsa, istediğiniz yönü bulamıyorsa, alevlenen isteklerinize odun atıyorsa cehennem zebanisi, alevin, kızıllığın, çoraklığın arasında ortaya çıkan çıkan burukluğun adıdır aşk acısı. acısı barizdir. çeken bilir. yani herkes bilir.. ya tarifi?

    belki hayatınız boyunca karşınıza çıkan en ilginç kadındır o.
    (ya da erkek.)
    diyelim yaşınız olmuş 30.
    ve karşınıza çıkan kadın, hayatınız boyunca gördüğünüz en orijinal kadın.
    tarzı var çünkü.
    güzellik, bedensel çekicilik bunun ötesinde.
    bir kadında en mühim olan tarzdır dostlarım.
    belki hiç ihtiyacınız yok tavsiyeme ama bunu dikkate alınız derim.
    yürüyüşlerinde vardır bir şeyler en basit. ya da onunlayken, ya da o kadar şanslı değilseniz onu düşlüyorken sanki görünmez bir paletten boyalar fışkırır rengarenk.. içinizde uykuya dalmış ne varsa uyandırır.
    ve siz tarzı olan bir kadına aşık olmuşsanız ve bir şekilde yüreğiniz sizden onu talep ediyorsa ve maalesef çeşitli nedenlerden ötürü bu isteğiniz sonuçsuz kalıyorsa nasıl yenilir ki şimdi bu aşk acısı?

    hayatınız boyunca, o dolu 30 yıl boyunca gördüğünüz en orijinal kadın o diyelim. ama maalesef işler istediğiniz gibi gitmiyor, bunu da ekleyelim. belki istemeden. şartlar gereği.

    bir 30 yıl beklemişsiniz böyle bir kadını görmek için.
    bir 30 yıl daha bekleme deliliği n'apar aklınızın sürülmekten yorulmuş, tarumar olmuş aşk tarlalarını?
    öyle ya, ancak 30 yılda bir çıkar böyle bir kadın karşınıza.
    istatistik belki kişisel, tıpkı acı gibi.
    maalesef mantıklı ve maalesef acımasız.

    geceler uzun, beyninizden kalbinize doğru müthiş bir şekilde devam ediyor acı hücum.
    nasıl diner bilmem. bilemem. doğru belki, zaman en makul merhem.
    sürelim kalbimize.

    dünya acımızla bize daha başka görünsün.
    her şey değişsin.
    3 senedir aşksız yaşadığınız ev bile başka gelsin size.
    başkaca ve cehennemvari.

    yapacak bir şey yok.
    oturup acınızı yoklamaktan başka.
    iyisi mi sırtınıza bir yastık koyup tanrının oyununu seyre koyulun.
    dudaklarınızda sigara, elinizde şarap, kulaklarınızda dost bir şarkıcının sesi..
    karantinaya alın kendinizi. caddelere çıkın ya da, kalabalığa karışın...
    detaylarla, deliliklerle ilgilenin.
    akıl hastanesini ziyaret edin misal.
    sahaflardan foto romanları bulup okuyun.
    bende var mesela, 17 haziran 1974 tarihli...
    adı: "güneş, deniz ve aşk"
    cağaloğlu tasvir sokakta basılmış.
    kapağı açtığınızda iç kapakta burç yorumları da yazıyor. oturup 1974 tarihli burç yorumlarını da okumak eğlenceli oluyor.
    "oğlak burcu.. gönül bağlarınız dengeye girecek bu hafta. sevdiğinizle aranızda tam bir anlaşma olacak. uzun zamandan beri almayı düşündüğünüz bir şeyi bu hafta alacaksınız."
    aman tanrım, ne kadar da ironik bir yorum...

    damlayan musluk, kanayan yara, boşa atan kalp, pıhtılaşan kan...
    bir gün unutacaksınız elbet, 4 yıl sonra bir gece misal, salı'yı çarşamba'ya bağlayan..

  • her maiden albümü önce hazmedilmeyi beklemeli. post reunion dönemi albümleri için bu daha da belirgin bir gerçek oldu. bunun yanında sol başparmağımı kırmam nedeniyle de albüme dair fikrimi kaleme dökme durumum da gecikmiş oldu.

    17. albüm daha çıkmadan önce özellikle 4 epik harris şarkısı ile bende hem merak, hem de endişe uyandırıyordu. endişemin asıl nedeni bu kadar dominant şekilde bir maiden albümüne el attığında benim için fiyasko virtual 11'e e imza atmıştı. albümü hazmettikten sonra bu korkularımın bir kısmının gerçek olması durumu ile yüzleştim. yine de bu albüm bir virtual 11 kesinlikle değil. hatta benim için sıkıcı book of souls albümünden daha iyi olduğunu da söylemem gerekir. harika fikirlerin kevin shirley gibi prodüktör görünümlü, ancak tek işi grubun çaldıkları besteleri kaydedip mikslemek olan biri yerine, martin birch gibi bir usta harmanlasa idi eminim bu kadar uzun kompozisyonlar ciddi anlamda kısalır ve bize 50 60 dakikalık her saniyesi mükemmel bir albüm olarak sunabilirdi. kevin shirley maalesef mal sahibi gördüğü steve harris'e laf geçirememe özelliği yüzünden bu vasıfların uzağında kalmış yine.

    öncelikle albümün prodüksiyonu daha önce çıkan the final frontier ve book of souls'dan nispeten daha iyi. maaesef son yıllarda stüdyoda şarkıları prova edip bir kaç tekrar sonrası hemen kaydetme hastalığı yüzünden albümlerin kaydı çamur gibi olmaktaydı. bu da live vibe adı altında harris tarafından bize pazarlanıyordu. bu albüm de bu şekilde 2019'da paris'de kaydedilmiş olsa da kayıt daha iyi. bunun dışında 67 yaşında olan nicko mcbrain muazzam bir davulculuk performansına imza atmış. adrian smith'in soloları da leziz ötesi partisyonlar barındırmakta. dave murray gene cepten yemiş ve aynı gamlarla ve beste getirmeden albümde kendi partisyonlarını çalmış. steve harris nightwish sevgisini ve progresif rock-metale olan ilgisini klavye tonlarını 'perili' tonlara çevirmesi ile hissettirmiş. janick gers ise albümün bence en iyi iki şarkısına imza atarak bazı fanları şaşırtmış. gers iyi beste konusunda sorunsuz ama canlı performans konusunda yetersiz bir gitarist. neyse konumuz bu değil.

    gelelim şarkı şarkı albüm yorumlamaya. burada yapacağım şey dakikalara referans vererek diğer maiden şarkılarına olan benzerlikleri de bu yazıyı okuyanlara göstermek. mal sahibi benim istediğim kadar kullanırım da besteci için bir düşünce olsa da dinleyici için bazen keyifsiz olabiliyor.

    başlayalım...

    senjutsu

    sözler moğol istilası korkusu ile duvar ören çinlileri anlatsa da, ne hikmetse şarkı adı japonca ve albümde konsept tamamen japon savaş sanatı ve samuraylar teması üzerine kurulu. albümün teması kanımca mükemmel. burada beni rahatsız eden detay ise şarkı sözleri ile olan tezatlık. bruce da sözleri ilk okuduktan sonra buna tepki verip 'any wall' diye steve'den cevap alınca pek sallamıyor durumu. bu konuyu röportajlarından birinde dile getirmekten de çekinmiyor ayrıca. zaten şarkının ilk adı the great wall ki sözlerde de bu detay geçiyor. taşları daha iyi oturtmak için şöyle düşünün; ıron maiden tarihinde ilk kez book of souls turnesinde çin'e gitti. grup aynı zamanda çin seddini gezdi ve fotoğraflar çektirdi. çin yeni pazarımız diye lanse edildi. bence kesinlikle covid 19 ve çin bağlantısı yüzünden the great wall olacak olan albüm ve şarkı adı manevra ile ezeli düşmanları olan japonca isme ve konsepte evrildi. şimdi sözlere bakalım.

    the invaders repel from the north
    keep out nomads who came from the plains
    northern grasslands awash with them all

    anlatılan hikayede kuzey düzlüklerinden gelen göçebe kavim var. bu kavime karşı savunma hattı için duvar örülüyor. şimdi sorarım size japonya ile böyle bir bağ kurulabilir mi? kurulamaz! yine de şarkı müthiş davullar, harika gitar partisyonları ve vokal ile albümün en özgün ve en iyilerinden biri olarak kendini kurtarıyor.

    stratego

    bir gers, harris bestesi olan 2. single, maiden'ın reunion sonrası yaptığı en iyi şarkılar listeme kafadan girecek derecede iyi bir şarkı. başta vokal melodisi ile bir giden fondaki gitar melodisi biraz rahatsız etse de alışınca sorun etmiyorsunuz. şarkının bridge ve nakarat kısmı ise destansı. söyleyecek fazla söz yok, turnede en coşkulu anlardan biri bu şarkı olacak.

    the writing on the wall

    albümün çıkış şarkısı. folk ezgileri ile western tadını bir arada harmanlamış grup. bence tarihine bakılırsa grubun en özgün çalışmalarından biri. alt metninde günümüz dünyasına dair göndermeler barındıran klip vermek istediği mesajı güzel resmediyor. şarkının en güzel noktaları bence nakarat ve adrian smith'in nakış gibi işlenen solosunun olduğu melodik bölüm.

    lost in a lost world

    geldik albümün ilk steve harris epikine. şarkının insana sözleri ile alakasız şekilde farklı bir umut aşılayan introsu bize merhaba diyor. o da ne! the x factor mü dinliyoruz? 2. dakikadan itibaren giren rif ve kompozisyon bizi 1995'ler maiden coğrafyasına ışınladı bile. bruce'un vokallerinin olduğu kısım iyi olsa da flanger etkisinden mi sanki boğuluyor hissi beni sarmaya başladı. ah neyse ki 3.30 civarı gelen mükemmel vokal melodisi ile bruce da, ben de nefes aldım. bu kısım outroda bizim şarkıya veda etmemizi sağlayacak melodi aslında. maalesef nakarat ise steve harris'in afraid to shoot strangers ile beraber hayatımıza dahil ettiği ve x factor'de zirve yapan bas altyapılı akor dizilimini kulağımıza vura vura yedirildiği yer. hemen sonra giren melodi ise where the wild wind blows şarkısının tam olarak 5:02 dolaylarında giren melodisinin birebir aynısı. bu aksiyona ne gerek var derken şarkı bir şekilde bağlanıyor ve benim için mükemmel bir vokal- gitar outrosu ile son buluyor. benim aklımda ise bu kadar harika bir fikir neden uzadıkça uzatılır ve başka bir şarkıdan pasaj alınarak heba edilir hissiyatı kalıyor.

    days of future past

    tipik bir smith, dickinson şarkısı. 4 dakikalık klasik maiden ziyafeti. nakaratı insanı kendine hapsedecek cinste. sevdim mi? -evet!

    the time machine

    the legacy, book of souls, the talisman ile bildik benzerlikler taşıyan akustik bir intro ile başlayan harris, gers şarkısı benim gözümde albümdeki en iyi şarkı. bu ikilinin epik dizilimindeki bu intro formülü nedense beni çok rahatsız etmiyor. ancak benzerlik bazı dinleyicileri yine de rahatsız edebilir. şarkı tam olarak progresif rock nedir sorusunun 2021'deki karşılığı gibi. 3.08'de başlayan ve şarkıyı saran melodi the edge of darkness'ın ana melodisine ciddi derecede benzerlikler taşıyor. bu da kabul! ancak şarkı o kadar güzel ki, insan 'o kadar da olur' diyebiliyor. bu armoninin üzerine işlenen vokal melodisini bruce dickinson yaşına bakmadan o kadar güzel söylüyor ki hemen ardından gelen folk ezgileri içeren kısmı insanın bir ağızdan mırıldanası geliyor. ama o da ne! 4:30'da da the longest day'in 4.48'inci dakikasında giren rife merhaba diyoruz. sonra hızlanan melodi ve tipik maiden soloları, nakarat ve outro ile kapanış. ( bu arada janick gers'in solosu dance of death solosunun neredeyse aynısı.) ne kadar yerdiğimi düşünseniz de bu albümün benim için en iyi şarkısı stratego ile beraber bu şarkı. sezar'ın hakkı sezara!

    darkest hour

    winston churchill ile ilgili olan sözler ve tipik bir smith,dickinson şarkısı ile tekrar bir aradayız. şarkı da adı gibi kapkaranlık. bruce'un solo albümlerinden fırlayan bir ballad gib tınlıyor. albümün katıksız en iyilerinden biri. adrian smith'in attığı solo gerçekten maiden tarihine geçecek kadar güzel. maalesef dave murray'in solosu bende coming home'da attığı solonun kopyası hissiyatını uyandırdı.

    death on the celts

    geldik son üç harris şarkısına! steve harris akustik bass ile beste yapmaya başladığından beri intro- outro girdabından ve şarkıları sakız gibi uzatma huyundan bir türlü kurtulamadı. en son tek başına yazdığı kısa şarkı hatırladığım kadarıyla 1992'de from here to eternity olmalı. albümün kanımca en zayıf ve hala ısınamadığım şarkısı resmen the clansman part 2 olarak kafamda yer etti. virtual 11'de tutan tek şarkı olan clansman'ı alıp, aynı formül üzerinden kurgulayarak resmen bize bu şarkıyı armağan(!) etmiş. bildik ezgiler, intro, uzun pasajlar ve bitmek bilmeyen bir döngü ile şarkı olmasa da olurmuş. albümün uzak ara en zayıf ve tatsız halkası kanımca.

    the parchment

    maiden'ın mistik ve oriental ezgilerle süslenmiş şarkısı the sign of the cross tadında başlayıp hemen sonra giren rifle bizi dune gezegenine ışınlıyor. to tame a land benzeri ana giriş rifi beni rahatsız etmedi. bruce'un dillendirdiği vokal melodisi de insanı içine çeken cinsten. melodik havası ve atmosferi ile kanımca bu albümdeki en iyi harris epiki. şarkı uzun olsa da içinde bulunan melodik dizilim kendini dinleten yapıda. asıl en önemli detaylardan biri de şarkıda nakarat olmaması. bu da geçmiş dönem harris epiklerine göz kırpar cinsten. 9 34 de giren ve soloların üstüne yazıldığı pasaj maalesef brave new world'un 4. dakika civarı giren yeri ile aynı dizilime sahip.

    hell on earth

    şarkının başındaki intro fortunes of war'un aynısı. hatta ilk dinleyişte blaze bayley'nin 'after the war...' diye vokale başlamasını bekleyecek kadar aynı! sonra da bir bakmışsınız sizi the reincarnation of benjamin breeg şarkısının girişine ışınlamışlar. neyse ki 2.15 civarı şarkının ana melodisi giriyor ve günümüze dönüyoruz. buradaki sorunlardan biri de vokal melodisinin önce gitar ile çalınması olarak baş gösteriyor. bir şekilde bruce bu melodi sonrası vokale giriyor... şarkı güzel akıyor derken tam 5.55 civarı duvara toslar gibi frenliyor. tipik bir maiden hareketi! 7.45 civarı başlayan pasaj ise albümün en iyi yerlerinden biri. resmen şarkı burada nefes almaya başlıyor. bu kısımda insan düşünüyor; 11.19 dakika yerine bu şarkıyı daha da kısaltamaz mıydın steve harris? neden bu kadar intro ve outro formüllü şarkılara bunca sene içinde hapsolup kaldığı gerçekten sorgulanması gereken bir durum. tabii bunu soru olarak dile getirebilecek bir gazeteci var mıdır bilinmez. cesaret edip sorsa da röportajın o soru sonrası sona ereceğine adım gibi eminim. :)

    sonuç olarak belki son ama bence sondan bir önceki maiden albümü ile baş başayız. başyapıt olacak bir albüm fazla uzatılarak ve belli formül kalıplardan kurtulamayınca bu sınıfa dahil olamıyor. yine de 65 yaş ortalaması olan bir müzik grubunun hala üretim yapması fanları için mutluluk verici bir detay.

  • - seni kim gönderdi buraya evladım?
    - idris bey efendim
    - idris bey denmez oğlum, idris yüzbaşım diyeceksin, bana da efendim deme
    - peki abi

  • yurtdışında böyle bir zorlama olmadığından girişe menü ve fiyatlar yazılır, herkes hesabını yapar ona göre oturur. özgüven denilen şark kurnazlığına mahkum olmamak.