ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap
uzay pastanesi
-
bursa'nın en mükemmel dondurmasını yapan pastanedir.açık dondurma sevmeyen kişiler bile uzay pastanesine dayanamaz.
bal badem, çikolata ve sade üçlsünü kornet külahta isteyiniz...
çok pis reklam yaparım.
neden mi?
biraz önce canım dondurma istedi acil durumlar için telefonuna uzay pastanesinin numarasını kaydeden abim aradı ve dondurma sipariş etti
ve getiriyorlar.
11 milyona aldığım yalı lüks değil ihtiyaç
-
maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisini yerle bir edendir.
türkçe siri ile girilen komik diyaloglar
-
+siri seni seviyorum.
-öyle mi, teşekkür ederim.
+sen de beni seviyor musun?
-rehberinde askim var aramamı ister misin???
zeki müren
-
yanlış anlaşılmış hiçbir şarkı sözü yoktur.
öyle tek tek, satır satır, hece hece...
galatasaray'ın en yalaka takım olması
-
neye kime göre yalakalık...
daha 1 sene öncesinde (bkz: istanbul united) diyorduk, kardeşiz diyorduk ? aziz yıldırım şike yapmışsa bu tüm fenerbahçe'nin şikeci olduğunu mu gösterir ? yıldırım demirören türk futbolu'nun içine etmişse bu beşiktaş'ın suçu mudur ?
bırakın artık bu muhabbetleri.. sallayacaksan git abdülrahim albayrak'a salla biz de basalım şukuyu !
bir çocuğa verilebilecek en kötü ceza
-
oğlum beni iyi dinleyin lan . şeker çuvalından annemin bana şort yapıp giydirdiği zamanlar ( çok sağlam oluyordu ve tekstil bu kadar gelişmemişti ) . her yaramazlık yaptığım zaman annem bana baban eve gelsin sana gösterteceğim derdi . bir çocuk için babası eve geldiği zaman yüzünde tebessüm belirmesi gerekirken ben nasıl bir dayak yiyeceğimin hesabını yapardım ve babamın eve gelme saati biraz daha yaklaştıkça korkularım daha çok artardı . her nekadar babamın beni dövdüğünü hatırlamasam da çok zor gelirdi lan o süreç .
geçenlerde annemle konuşuyorum dedim ki neden anne sen beni dövmedinde babamın mesai bitimine kadar beni korkuyla yaşattın . hiç olmazsa döverdin dayağımı yer otururdum .
çok yaramazdın oğlum napayım dedi .
babam bir kere anneme demedi ki ben kapıda beni özleyen çocuğumla karşılaşmak istiyorum korku dolu gözlerle bekleyen değil diye .
bunu bir yere not edin ve çocuğunuza karşı böyle bir söylem kullanmayın rica ediyorum .
tıbbi görüntüleme tekniklerinin radyasyon miktarı
-
uluslararası atom enerjisi ajansı (iaea) verilerine göre şu şekildedir:
- girişimsel cerrahi işlemler - 20 msv,
- anjiografi- 12 msv
- bilgisayarlı tomografi - 8,6 msv
- kalp sintigrafisi - 8 msv
- alt sindirim sistemi röntgeni - 6,4 msv
- beyin sintigrafisi- 6 msv
- kemik sintigrafisi - 4,5 msv
- safra kesesi röntgeni - 2 msv
- üst sintirim sistemi röntgeni - 3,7 msv
- böbrek sintigrafisi - 1, 9 msv
- bel omurga röntgeni - 1,8 msv
- karaciğer dalak sintigrafisi - 1,7 msv
- akciğer perfüzyon sintigrafisi - 1, 5 msv
- göğüs omurga röntgeni - 1,4 msv
- göğüs floroskopisi - 1,1 msv
- akciğer ventilasyon sintigrafisi - 1 msv
- kalça eklemi röntgeni - 0,83 msv
- göğüs fotofloroskopisi -0,65 msv
- karın röntgeni - 0,55 msv
- mammografi - 0, 5 msv
- boyun omurga röntgeni - 0,27 msv
- göğüs röntgeni -0,14 msv
- kafa röntgeni - 0,1 msv
- kol bacak röntgeni - 0,06 msv
- diş röntgeni - 0,03 msv
ateistlerdeki otobüste su içmezse ölecek hastalığı
-
teşhisi koyana "tutma o zaman bana mı tutuyorsun ?" karşılığını vereceğim var olmayan hastalık.
hem sen bunu nefsini terbiye etmek için yapmıyor musun abi ? aç kalmak için değil açı anlamak için yapmıyor musun ? e o açların önünde her gün milyonlar tıkınıyor, sen daha 2 yudum su içen adama katlanamıyorsun ama ?
bu ne perhiz bu ne lahana turşusu ?
otobüste su içmezse ölecek ateist hastalığı yoktur, orucunu bireysel olarak tutamayan, orucun amacını kavrayamamış insan hastalığı vardır. geçen sene sokakta su içti diye iki kızın dayak yemesi bu hastalığa bir örnektir.
şişli'de eylemciler tarafından dövülen polis
-
göstericilerin eline düştüğü için şanslı olan polistir.
ali ismail korkmaz dayak yerken, ne bir polis ne de iktidarın yandaşlarından bir tanesi çıkıp "yapmayın, etmeyin" demedi. burada ise göstericilerin bir kısmı polisi döverken, bir kısmı da engel olup polisin hayatını kurtarmıştır.
karşınızdakilerle aynı acımasızlıkta olmazsanız, onları yenemezsiniz. yazın bir kenara.
avrupalı çocuk ve türk çocuğu arasındaki farklar
-
birebir şahit olduğum iki olay ile biraz olsun anlaşılabilecek durum;
mekan : barcelona'da bir cadde.
bir adam 6-7 yaşlarındaki 4-5 çocuğu gezdiriyor. çocuklar yorulmuş olmalı ki el ele tutunmuşlar ve taksiye binmek içim kampanya yapıyorlar:
taksi porfavor!
taksi porfavor!
diye küçük küçük bağırıyorlar.
adam onları yürütmekten vazgeçip taksi tuttu mu bilmiyorum ama bu kadar sevimli bir şekilde ihtiyaçlarını dile getiren çocuklara karşı geldiğini sanmıyorum.
şimdide ikinci olay.
yer : istanbul, ikea.
5 yaşında falan bir çocuk, ter içinde kalmış, yürümekten yorulmuş, babasının önünü kesip bacaklarına sarılıp kendisini kucağa aldırmak istiyor. babanın eli kolu dolu, kucakta yer yok. bunun üzerine çocuk çığlık atarak ağlamaya başlıyor. baba çocuğu sakinleştirmeye çalışıyor ama çocuk ancak kucağa alınırsa susacak. sonunda baba dayanamayıp elindekileri bırakıp çocuğa tokatı çakıyor. çocuk daha da bağırmaya başlıyor. ama baba rahatlamış gözüküyor.
"şimdi ağla" deyip yoluna devam ediyor. yani "ağlamaya değer bir şeyin olsun" der gibi.
bu kadar.
hoşlanılan kızın aniden dudaktan öpmesi
-
bu bana oldu lan. yıllar boyu arkadaşımdı, sonra bir şeyler oldu, yakınlaşmaya başladık, konserlerde sarılmalar falan. ama her zamanki kekoluğumla bir adım ileri atamıyorum, gözlerine bakıp da durumlar böyle böyle nazlı yarim, üstüme öküz oturdu, elini elime alsam geçiverecek diyemiyorum. neyse, bir gün balkonda ev arkadaşım ve onun diğer arkadaşlarıyla mangal yaparken bunu da çağırdım, geldi. eve ilk defa geldiği için gittim aldım. ev sahibiyim ya, masada yanına oturdum mutfağa sıkça gidip gelirim ayağına. yemekler yendi, balkondan aşağı çamaşırların üzerine közler düşürüldü. sonra herkes dağıldı, kimi içecek almaya gitti kimi komple evine gitti. kaldık bununla başbaşa, içeri geçip oturduk kanepede, kaykıldım ben biraz kucağına doğru falan, konuştuk ettik. sonra sustuk.
sonra kafayı çevirdim buna baktım ama nasıl güzel. bal rengi gözleri var bunun tamam mı. böyle ağlamaklı olunca iyice büyür, dolu tanesi gibi olur, ağlama diyemezsin biraz daha izleyeyim diye. baktım gözlerine, lan dedim kendi kendime, bu kadar güzel kızın ne işi var yanında, hiç yakışıyor musun, bir de neyine güvendiysen çağırdın hatunu. yıllar boyu arkadaşımdı ama yine de kekoluğumdan, çekinirdim işte böyle. ben böyle yine kendimi gömerken bu eğdi kafayı, laaaps diye öptü lan. sonra bir açtım gözlerimi, üç yıldır öpüyor.
beklemeye değmez hacı, varsa içinde kıpraşan bir şeyler, öpülmeyi beklemeden öpmen lazım. dediğimi yap yaptığımı yapma gibi oldu biraz ama valla böyle.
edit: evlendik biz :)
bir erkeğe yara izinin hikayesini sormak
-
o zaman arkadaş bile olmadığımız, 2. kez görüştüğümüz - başbaşa değil, aynı ortamda olmak sadece- bir şekilde yan yana oturduğumuz bir anda, " elindeki dikiş izleri de nedir? geçmiş olsun" dediğimde, memnuniyet, çokça da şaşırma ifade eden şekilde bakmıştı bana ve :
"bunca yıldır arkadaşlarım bile farketmezdi.. sen nasıl farkettin, şaşırdım.." dedi.
aradan yıllar geçti..
bir akşam kendi evimizde, kucağımızda bebeğimiz varken dedi ki, "işte o soruyu sorduğun gün var ya, o an ben senle evleneceğimi biliyordum.. buraya kadar geleceğimizi biliyordum.. o an hissettim, sen benim eşimdin"..
bir erkeğe yara izinin hikayesini sormak, tüm hayatınızı değiştirebilir, hikayeniz olabilir...