hesabın var mı? giriş yap

  • faber castelle gittik de noldu resim öğretmeni olduk, resim öğretmeni olduk da nooldu atanamadık... gidiyorum ben, yağlı boya isteyen varsa buralardayım.

  • erkek bir bireyin sütyen takmamasıyla ilgili şakası da geldiyse bu akım misyonunu tamamlamış demektir.

    artarak devam etmesini umduğum bütün dünyaya yayılmasını dilediğim moda.

  • yıllar önce bir gün, bir sohbetimsi esnasında amerikalı sorar :
    - what's the meaning of "lower" in turkish?
    genç svrgn heyecana gark olur, düşünmeden ve yalan yanlış :
    - alt, aşağı
    yaşlı amerikalı yeni öğrendiği türkçe kelimeyi ezberleme arzusuyla yüksek sesle tekrarlamaya başlar :
    - al taşağı, al taşağı, al taşağı.

  • müthiş tespittir.

    islamın ilk ve en büyük 4 halifesinin 3'ünü yine müslümanlar öldürmüştür.

    yani düşün, başka ülke ile savaş falan değil. islam devletinin en bilinen, en büyük ilk 4 halifesinden 3 tanesini yine kendileri öldürmüşler.

    ama bugün kalkmışlar, laikliğe laf atıyorlar.

    keşke laiklik falan olmasa da, haçlılar yeniden toplanıp, ortalığın anasını avradını sikse. rakka'ya atom bombasını gömerler. vallahi o zaman laiklik bile sizi kurtaramaz mercedes cemaatinin altın varaklı sayın kuklası.

    debe editi1: (bkz: güvendik ilk-orta okulu yardım kampanyası)

    debe editi2: (bkz: #50012306)

  • 18. yüzyılın ilk yarısında londra'da bir 'olağanüstü sarhoşluk epidemisi' yaratan, türkçeye 'cin çılgınlığı' olarak çevrilebilecek ve sebebinin mezhep çatışmalarına dayanması nedeniyle oldukça ilginç bulduğum bir sosyal vaka.

    efendim olaylar şöyle cereyan ediyor; william of orange bey ingiltere kralı olduğu zaman, ingiltere-fransa arasındaki politik ve dini çatışmalardan nedeniyle fransız brendisine alternatif bir içecek olarak cini ingiltere'de, bilhassa londra'da popülerleştiriyor. tabi o dönemde brendi ticareti yapan tüccarlar için de bir alternatif yaratılmış oluyor. lakin bir noktadan sonra iş çığırından çıkıyor ve londra'da on binlerce cin üreticisi ve satış noktası türemeye başlıyor. insanlar çoluk çocuk bebek demeden su gibi cin içiyorlar. konu hakkında araştırma yaparken bir videoda şöyle bir açıklamaya denk geldim, ancak kaynak gösterilmediği için ne kadar doğrudur bilemiyorum: bahsettiğimiz dönemlerden önce cinin medikal olarak iyileştirici bir içecek olarak kullanılması, erkek ve kadınların aynı ortamda rahatça içebilmesi ve o dönemin londra'sında sosyalleşme adına cin içmenin çok önemli bir yeri olması, insanların cini 'ale' gibi hızlı ve sık tüketmesi, insanların kötü çalışma koşulları, kötü beslenmeleri, ani şehirleşen londra'da hobi edinememeleri* gibi sebepler; onları hayat gerçeklerinden uzaklaştırmaya iter ve cin bu senaryoda baş rolü üstlenir.

    şöyle anlatalım, o dönemde (1743) ingiltere'de kişi başına düşen yıllık cin tüketiminin 10 litre olduğu söyleniyor. 2019 verilerinde ise en çok cin tüketen ülke olan ispanya liderliği kişi başı yıllık 1.07 litre olarak elde etmiş, ingiltere ise 0.55 litrede dördüncü sırada. * e hal böyleyken çoluk çocuk bebek demeden bir cin çılgınlığı dönüyor şehirde, haliyle ekonomi çöküyor, suç oranları artıyor, insanlar kontrol edilemez hale geliyor. çözüm ise vergilerde aranıyor. 'gin act'ler çıkıyor sırayla (1736, 1743, 1751). baya yarım yüzyıl insanlar sarhoş geziyor, şaka gibi. hatta propoganda amaçlı, oldukça meşhur bir baskı da bulunuyor: william hogarth'a ait gin lane. aslında bu, beer street and gin lane adında bira öven ve cin yeren, insanları biraya teşvik eden, cinden uzaklaştırmaya çalışan, biraz komik biraz da trajik bir propoganda. parasızlıktan sokak köpeğinin kemiğini kemiren adam biraz korkunç ama, kabul ediyorum.

    velhasıl, bu vergilendirmeler de tabi merdiven altı üreticilerini engellemiyor. kontrolsüz alkol tüketimi nedeniyle kör olan insan sayısı olağanüstü artıyor o dönemlerde. şöyle tatlı bir link de buldum, ilgisini çekenler bir göz atabilir.

    "bradstreet had unwittingly created one of the earliest vending machines - for the distribution of illegal gin. ıngenious. an innovation that was soon copied across the capital. people would stand outside houses, call 'puss' and when the voice within said 'mew' they would know that they could buy bootleg gin inside. very soon old tom became an affectionate nickname for gin."

  • evet efendiiiim. şu an evli erkekler için kerevizden kurtulma sanatı başlığında döktürülen entry lere bakarak; açıklamak, aydınlatmak ve feyz vermek farz oldu.

    öncelikle kocaların kereviz, enginar, kuzu kulağı, radika, karnabahar, kabak ve beş benzemezlerine verdiği tepki evrensel; "öğğğğkk" . biz işini bilir eşlere düşen görev ise, bu sağlıklı besinlerin kocalarımızın bünyesine kazandırılması ve dahi uzun yaşam sırrına beraberce vakıf olmak, bla bla bla...

    öncelikle güzel bayanlar şu "evde rakı içmek" olayına karşı duruşumuzu belirlememiz lazım. doğru bilinen yanlışların büyüğüdür bu; "evde kocanın rakı içmesine müsade etmeyeceksin." hayır efendim; eğer koca rakıya ya da benzer alkollü içeceklere meyilli ise, bu eylemi evde sürdürmesi en doğrusu ve en güzelidir. alkolü seven bünye ne yapıp eder o alkolü bünyeye katar. bunu kabul edeceğiz. ve eğer biz kocalarımızın evde içmesine karşı çıkarsak, o koca gider; evde bir haftada tüketeceği alkolü arkadaşlarıyla çıkacağı bir gecede içer gelir. tecrübeyle sabittir ve tecrübe yirmi yıllı kapsadığından mütevellit değer verilmelidir.

    evde hazırlayacağımız rakı sofrası onları sıkmasın, bu meret tek başına dinsiz imansız gitmesin diye de bir zahmet içmeyi öğreneceğiz. oturduğunuzda 4-5 kadehi yuvarlamanız şart değildir, bir kadehle bile usul usul ona eşlik ettiğinizde, huzur içinde en fazla 3 kadehçiğini içip, tatlı tatlı muhabbetini ettiğini göreceksiniz.

    gelelim sebze-i alinin bu sofradaki yerine; hazırlayacağınız bu sofrada tüm sebzeleri gerek sarımsakla, gerek yoğurtla, gerekse limonla kamufle edip yediremeyeceğiniz erkek yoktur. sizin güzel bi sofrada rakıları açıp kendisini beklediğinizi gören koca, bilin ki; sarımsaklı yoğurdu kaldırıp altında yatan sebze nedir diye bakmayacaktır.

    karnabaharı haşlayıp bol sarımsak limonla yatırın tabağa...kabağı rendeleyip sarımsaklı yoğurt ve cevizle harmanlayıp serin kayık tabağa özenle... kerevizin tarifini sayın alexander goygoyevic vermiş hali hazırda, o tarife ince kıyım dereotu da ekleyip koyun sofraya... enginarı haşlayıp pilava katın, limon,taze soğan ve dereotu eşliğinde... pırasayı ince ince doğrayıp bol zeytinyağında acı pul biber marifetiyle su katmadan kavurun, sürün önüne...

    bakın bakalım birine bile ağız burun kıvırıyor mu? zaten kurduğunuz ilk sofrada -hele de alışık değilse sizden böyle bir güzellik görmeye- ağzı bir karış açık kalır, ne yediğinin farkına bile varmaz. sonra kendisi gelir kapınıza mum olur; "karıcığım geçen mezeler yapmıştın, sofra kurmuştun, hadi bi daha"

    bu sistemle, bildiği sebze, ıspanak, patlıcan, patatesi geçmez, ankara'da doğmuş büyümüş kocaya, ege nin dağlarında ne kadar ot-çöp varsa yedirmiştir kardeşiniz, fikirlere itibar edin.

    haa derseniz ki; "illa rakı sofrası mı kurulacak kardeş, içmez benimki, ben ne yapsam?" , işte ona çok bi alternatifim yok. eğer sağlıklı yaşam zırvasına içmiyor ise kerevizden alacağı vitamin eksik kalsın, öyle de yaşar o, bırak yemesin, üsteleme. ya da öylesine "sağlıklı yaşam" diyerek yedirmek daha kolay olur, ne bileyim? benim anlattığım konu, bildiğim konu. kafamdaki tanım, vereceğim örnek budur.

    sonuç olarak kurun sofranızı, alın kadehinizi elinize; sonra gelsin kerevizler, gitsin enginarlar, sofranın baş köşeciğine kurulsun pırasalar...

  • süper bir an'dır. geçen gün taksiyle bi yere gidiyorum, taksi ışıklarda durdu. selpak satan bi kız yanaştı yanıma:

    -işşallah üniversiteden mezun olursun, dedi. (bilgi üniversitesi'nin önündeyiz.)
    -ee ben zaten mezunum ki, mezun olalı 10 yıl oluyo, dedim. (çocuğa da açıklama yapıyorum, nasıl sevindiysem)

    başka bi gün benim çağırdığım taksiye bir teyze de el etti. "gel teyze, seni de bırakalım yol üstünde bir yere gidiyosan?" dedim. teyze, fiti fiti koştu geldi, bindi. ineceği yere geldik, inerken bana dönüp para uzattı.

    -gerek yok teyze, zaten yol üstündeydi, lütfen, rica ederim, dedim.
    -aaa olur mu, sen talebesin, dedi.

    bana "talebe" didi. canım deyzem <3

    (bkz: bana su verdi)