hesabın var mı? giriş yap

  • bugün öğrendim, balina gibi aslında yolda görsen vegan diyeceğin bir canlının okyanusların ve yeryüzünün en büyük canlısı olmasının sebebi, balinaları da yiyerek beslenen ve boyu 20 metreye varan megalodon köpekbalığının soyunun tükenmesiymiş. soyları tükenmese okyanuslarda terör estirerek günümüze garanti 50 metreye ulaşırdı. (bkz: evolution of gigantism)

    edit: suların buzlanması ve bu yüzden alçalmasıyla yaşam alanı kısıtlanan ve soğuk suda yaşamaya bir nedenden adapte olamamış megalodon'a son darbeyi 12-15 milyon yıl önce ortaya çıkan panama kıstağı vurmuş. kuzey ve güney amerika birleşince soğuk sulara adapte olamayan megalodon'lar kuzeyden ve güneyden dolaşamadıkları için ekvator çevresinde tropik sularda sıkışıp kalmışlar; tabiri caizse popülasyon atlantik ve pasifik olarak ikiye ayrılmış. dev cüsselerini besleyecek yeterli besini ve enerjiyi alamayan megalodon'ların soyu muhtemelen açlıktan tükenmiş.

    metabolizma ısısını koruyarak soğuk sulara adapte olabilmiş köpekbalıkları ise hala sularda.

  • 1978 yılında ankara’da doğdu. klasik gitar eğitimine 12 yaşında başladı. 1996 yılında boğaziçi üniversitesi işletme bölümüne girdi. 1996-2001 yılları arasında boğaziçi üniversitesi folklor kulübü’nde ayhan akkaya ile flamenko ve klasik gitar eğitimini sürdürdü ve büfk gitar topluluğu'nun birçok konserinde yer aldı.

    2001 yılında istanbul teknik üniversitesi dr. erol üçer müzik ileri araştırmalar merkezi (miam) klasik gitar yüksek lisans programına kabul edildi. 2001-2006 yılları arasında burada soner egesel ve bekir küçükay ile çalışmalarını sürdürdü.

    5. lambesc klasik gitar festivali, 16. estergon klasik gitar festivali, 16. ve 17. iserlohn gitar festivali ve “1. westfalian guitar spring” gitar festivallerinde masterclasslara katıldı ve bu festivallerin kapanış konserlerinde yer aldı. roland dyens, ricardo moyano, elena papandreau, thomas müller pering, thomas kirchhoff, marco meloni, lily afshar ve jorge cardoso gibi birçok gitaristin masterclasslarına aktif olarak katıldı.

    4. hawaii uluslararası sanat ve beşeri bilimler konferansı’nda, 1. portekiz aveiro üniversitesi uluslararası performans çalışmaları konferansı’nda, 1. istanbul teknik üniversitesi müzik bilimi kulübü uluslararası öğrenci sempozyumu’nda, kanada york üniversitesi'nde ve memphis üniversitesi’nde “anadolu müziğinin klasik gitar repertuarı üzerindeki etkileri” ve “anadolu halk ezgilerinin klasik gitar ile yorumlanması” başlıklı ‘seminer-dinleti’yi verdi.

    2007 yılında erhan birol ile beraber klasik gitar ikilisi “duoist”i (http://www.duoist.com/), aysu sulu şanver ile birlikte klasik gitar – flüt ikilisi “istanbul flüt gitar ikilisi”ni (http://www.myspace.com/istanbulflutgitarikilisi), 2008 yılında aida boydağ ile duo aqua'yı (http://www.myspace.com/duoaqua) kurdu ve 9. uluslararası yıldız gitar günleri, 7. ve 8. uluslararası afyon klasik müzik festivali, memphis üniversitesi, istanbul cemal reşit rey konser salonu gibi yerlerde konserler verdi.

    2001 yılından beri boğaziçi gösteri sanatları topluluğu’nda (bgst http://www.bgst.org/) çalışmalarını sürdürmektedir. “kardeş türküler” ve “45’lik şarkılar” projelerinde bir dönem çalmıştır. 2007 yılında birgül serçe ile "temel müzik eğitimine giriş" (http://www.temelmuzikegitimi.com/) metodunu hazırlamıştır.

    2008 yılında "ayarlanabilir mikrotonal gitar"ı tasarlamıştır (http://www.myspace.com/adjmicrotonalguitar).

    tolgahan çoğulu halen itü miam’da doktora eğitimini sürdürmekte ve araştırma görevlisi olarak çalışmaktadır.

    http://www.myspace.com/tolgahancogulu

  • maç öncesi "neden olmasın?" diyen galatasaraylılar vardı. neden olsun? neden olsun lan? kadro planlaman yanlış, oyuncularının paralarını ödememişsin takımının yarısı sene içinde kaçmış gitmiş, basketbolun karanlık yüzü olan koçun kah oyuncusunu tokatlamış, kah uluslararası krize neden olmuş, yenilmez armada zannettiğin takım el'de averaj takımı olmuş, ligde desen 15 g 15 m ile son anda play-off'lara kalabilmiş. karşı taraf tam aksine her şeyin doğrusunu yapmış, avrupa'nın en iyi koçuna sahip, kendi salonu var, belli bir oyun sistemi var, oly'lere, barca'lara, cska'lara kafa tutmuş f4 yapmış, o kargaşada bir de lig lideri olmuş. neden olsun lan? bu kadar mı ucuz bu kadar mı emeksiz bu memlekette işler? azıcık haddinizi bilin arkadaş ya. ha bir de efes'e gözünüz gibi bakın, önümüzdeki yıllarda tıpkı eski günlerde olduğu destekleyeceğiniz ilk takımınız o olacak çünkü.

  • (bkz: kutsal demlik)
    (bkz: bertrand russell)

    "eğer ben dünya ve mars arasında eliptik bir yörüngede güneşin etrafında dönen çin seramiği bir çaydanlık olduğunu öne sürseydim ve bu çaydanlığın en güçlü teleskoplarımızla bile tespit edilemeyecek kadar küçük olduğunu ekleyecek kadar da dikkatli olsaydım, kimse bu görüşümün tersini kanıtlayamazdı. ama devam edip de bu savımın yanlışlanamaz nitelikte oluşundan dolayı insan aklının ondan kuşku duymasının kabul edilemez bir küstahlık olacağını söyleseydim, herkes haklı olarak saçmaladığımı düşünürdü. ancak, eğer böyle bir çaydanlığın varlığı eski kitaplarca onaylansaydı, her pazar günü kilisede kutsal gerçeklik olarak öğretilseydi ve okullarda çocukların beynine kazınsaydı, onun varlığından kuşku duymak bir gariplik belirtisi olarak görülür ve o kuşkuyu duyan kişiye yakınçağda bir ruh doktoruyla ya da daha önceki çağlarda bir engizisyon yargıcıyla bir randevu alınırdı."

  • afyon'da "kudret" adlı yerel gazeteyi çıkarmakta olan cüneyt mollaoğlu, 1950 yılının mayıs ayında bir trene binerek eskişehir'e doğru yola çıkar... cumhuriyet'in ilk yıllarından beri çalışan bir trenin kompartımanında, cüneyt bey'in yanına kütahya garı'nda bir kız çocuğu oturur. cüneyt bey cebinden gazetesini çıkarır, okumaya başlar; kız çocuğunun gözü de gazete sayfalarındadır.. akrabası sinirlenerek dirseğiyle dürter, "evladım ayıptır başkasının gazetesi okunmaz, yapma etme.." ama çocuk gazeteyi okumaya devam eder, üstelik bununla da kalmaz, cüneyt bey'e dönüp "siz bitirdikten sonra gazetenizi ben okuyabilir miyim?" diye de sorar..
    çocuğa refakat eden akrabası çok bozulur bu duruma, kızın kulağına eğilip, "sen ne terbiyesiz bir kızsın, tanımadığın bir adamın gazetesi alınır mı?" der. konuşulanları duyan cüneyt bey gülümseyerek gazetesini çocuğa verir ve ardından "okumayı seviyor musun?" diye sorar. tarlalar arasından akıp giden trende bir sohbet başlar, gazeteci ve kız çocuğu arasında..
    cüneyt bey anlar ki yol arkadaşı, okumayı çok seven, kitaplara ilgi duyan bir çocuktur. sohbet esnasında çocuk ona masallar yazdığını söyler, bu daha da hoşuna gider cüneyt bey'in. "peki," der, "yazdığın masallardan birini bana gönderir misin? eğer uygun görürsem gazetede basarım. ama masalını mutlaka daktiloyla yazıp göndermen gerekir."
    bu sözler çok heyecanlandırır kız çocuğunu, masalının bir gazetede basıldığı düşüncesi günlerce süsler hayallerini.. ama daktilo, ulaşılması zor bir araçtır o günlerde; her yerde bulunmaz, ancak devlet dairelerinde, okullarda vardır. kız çocuğu, "nereden, nasıl daktilo bulacağım?" diye düşünürken bir gün kütahya'da, adliye önünde çalışmakta olan arzuhalcileri görür. arzuhalciler, okuma yazma bilmeyen insanların devlet dairelerindeki işlerine dilekçe yazan, daktiloyla geçinen emekçi insanlardır. küçük kız arzuhalcilerin yanına gider ve "benim bir masalım var, el yazısı, onu size getirsem bana daktiloda yazar mısınız?" diye sorar. "tamam," der arzuhalci, "ama 2 lira alırım."
    2 lira o zaman büyük bir para, hele ki bir çocuk için.. ama kararlıdır kız çocuğu; haftalar boyunca harçlıklarını saklar, almak istediği karamelaları, bisküvileri yemez, içmek istediği gazozları içmez ve o parayı biriktirip yazdığı hikâyeyi arzuhalciye daktilo ettirerek gazeteye gönderir. yayımlanan ilk öyküsü budur.. ki yıllar sonra bu ülkenin çocuk edebiyatının en ünlü, en saygın ismi olacaktır. o kız çocuğunun adı, çok sevilen kitaplarının kapağında "gülten dayıoğlu" yazmaktadır..
    gülten dayıoğlu, "kudret" gazetesinde yayımlanan ilk öyküsünü kaybeder. gazeteye başvurup arşivinden öyküsünü bulmak ister ancak gazete binasının yandığını öğrenir. ne gariptir ki dayıoğlu, gazetede yayımlanan ilk öyküsünde bir baca temizleyicisini anlatmıştır.
    gülten dayıoğlu ailesiyle beraber istanbul'a gelir ve ortaokula başlar. türkçe öğretmeni onun edebiyata olan ilgisini kısa sürede keşfeder. bir gün, türkçe dersindeyken müfettiş gelir sınıfa. öğretmen ders anlatırken müfettiş, gülten dayıoğlu'nun yanına oturur. ders bittiğinde, sınıftaki çocuklar teneffüse çıkarken, öğretmen gülten dayıoğlu'nu müfettişle tanıştırmak için durdurur. "biliyor musunuz müfettiş bey, bu çocuk edebiyatla çok ilgili ve inanıyorum ki ileride çok büyük bir yazar olacak."
    müfettiş, çocuğa bakar ve şöyle söyler: "madem edebiyatı bu kadar seviyor, o zaman bu çocuğu kütüphanede görevlendirelim."
    gülten dayıoğlu o müfettiş sayesinde kütüphanede görevlendirilir ve raflardaki kitapları tek tek okumaya başlar. o gün derse giren müfettiş, reşat nuri güntekin'dir...

    sunay akın

  • bunlardan birisi de benim; hemen üstteki entride de malın önde gideni olduğum yazılmış.

    bir üstteki arkadaşa katılıyorum, son 5 yılda işim icabı 15 farklı ülke görmüşümdür, bir çok kişinin facebook'ta paylaşmak için öleceği fotoğrafları arşivimde saklar, dostlarımla bazı gece içmelerinde açar, eğleniriz. zaten en yakın 3 dostumdan ikisinin de bu sosyal hesapları yok. e diyorlar ki: "eski arkadaşlarını buluyorsun". ya ben zaten sevdiğim, görüşmek istediğim insanları bir şekilde bırakmıyorum. bahsettiğim dostlarımdan ikisi ilkokul arkadaşlarımdır. 25 yıl önce ilkokuldan birilerini daha bulsam ne olacak? kardeş mi olacağız bu kadar zaman sonra?

    twitter'ı gezi zamanında açmıştım, sonra gereksiz ve yorucu buldum. bir de oradaki tipleri görünce onlardan birisi olmak istemedim. kültür diyorsanız konuşacak bir kaç kelamımız var elbet ama onu da cemiyette seslendirmeyi tercih ediyoruz.

    instagramı da yemek fotoğrafı ve sadece kendilerinin "selfie"lerini çekenler yüzünden sevmiyorum.

    özetle tüm bunlardan uzak durmak istememin sebebi insanların elinin altında olmaktan kaçınmak. bu kadar kolay ulaşsınlar istemiyorum bana. zaten herkesin birbirine benzediği şu ortamda özgünlüğünü birazcık olsun korumanın önemli olduğunu düşünüyorum. özellikle de erkekler için..

    adam gidiyor, facebook'ta (onlar feys diyor tabi) çiftlerin fotoğraflarının altına "cnm yaa cokh yakışmışsınız" yazıyor, sonra gelip beni burada mallıkla suçluyor. neyse...