hesabın var mı? giriş yap

  • bir kişiyi öldürmeden önce gözlerini bağlama olayı

    infaz öncesinde kurbanın gözleri bağlama eylemi, resmî idamlarda veya örgütsel infazlarda yapıldığı gibi kurbanlık hayvanların kesiminde de icra ediliyor.

    bunun birkaç gerekçesi var.

    1) bu eylemin tarihsel kökenleri var. eski zamanlardan beri ölüm, insanlar için en büyük korku kaynağı. bu nedenle ölümden sonra yakınlarının siyah giyinmesi, yas tutması veya sakal bırakması gibi en seküler kültürlere dahi intikal eden birçok ölüm ritüeli vardır.

    eski kadim inançlarda öldürülen kişinin ruhunun intikam için geri geleceğine inanılırdı. bu nedenle yaşayanları korumak için bazı tedbirler alınırdı.

    ölen kişi katilinin/celladın yüzünü asla görmemelidir. eğer görürse ölenin ruhu katil ve ailesini bulur ve intikam alır. ayrıca ölen kişinin yaşayan yakınları da intikam duygusu taşıyabileceğinden cellatlar mutlaka tanınmaz olmalıdır. bu yüzden günümüzde de kurbanın gözü kapanmasa bile cellatlar mutlaka maskeli olur ve kim olduğu sır gibi saklanır.

    2) savaş zamanları da dahil olmak üzere, cinayet işleyen insanların sonradan psikolojik sorunlar yaşadığı ve vicdan azabı çektiği bilinen bir gerçek. birçok film ve edebi esere de konu olmuştur bu. cinayet sonrasında vicdan azabı bazen öyle bir noktaya varır ki cinayet, katil için taşınamayacak bir yük haline gelir. faili uzun süre tespit edilemeyen çoğu cinayette fail dayanamaz ve çoğu zaman kendisi teslim olur. çünkü cinayet diğer suç ve günahlar gibi değildir. cinayet anını, bilhassa maktulün son anlarını katiller hiçbir zaman unutamaz.

    savunmasız ve elleri bağlı halde bulunan birini infaz etmek, infazı gerçekleştiren askerler için sonradan huzursuzluk yaratmıştır. birçok orduda bu durum tarih boyunca problem haline gelmiştir.

    bu problemi aşabilmek için devletlerin bulduğu ilk çözüm, infazın birden fazla asker tarafından gerçekleşmesidir. ilk idam mangalarının tarihi m.s. 200'lere kadar gidiyor. peki elleri kolları zaten bağlı olan ve kaçma ihtimali bulunmayan bir kurban için neden birden fazla askerden oluşan bir mangaya ihtiyaç duyuluyor?

    ıı. dünya savaşı sonrası gerçekleşen şuradaki idamda görüleceği üzere, tek bir infaz için 10 kadar asker tahsis edilir. bu askerlerin silahlarından birkaçında gerçek mermi vardır. diğerleri kurusıkıdır. ateş emri verilince askerler ateş eder. ancak hangisi gerçekten kurbanı öldürmüştür, bu muallak bırakılır ki askerler kendilerini sorumlu hissetmesin, zihinleri rahatlasın. her idam için mangaya ait silahlardaki kurşunlar random yenilenir. manga gider ve tekrar gelir. tabi bu söylediğim şey, çoğunlukla savaşın sona erdiği, cephane, asker ve zaman sıkıntısının bulunmadığı olağan dönemler için geçerlidir. bu arada idam mangasının varlığı, infazdan vicdanen rahatsız olabilecek bazı askerlerin doğrudan mahkumu değil de, az öteyi hedef alıp ateş edebilmesine de olanak sağlar. nasıl olsa 10 asker arasından öldürme isteğine haiz biri illa ki çıkacaktır.

    infaz eden kişileri vicdan azabından ve korkudan korumak için alınan diğer bir önlem de kurbanın gözlerini bağlamaktır. birini gözlerinin içine bakarak öldürmek ve onun can çekiştiğini görmek, öldüren kişinin ruhunda büyük yaralar açar. filmlerde böcek gibi insan öldürüldüğüne ve ölümden sonra hayatın normal şekilde devam ettiğine bakmayın siz. savaş dönemleri de dahil olmak üzere can çekişen birinin yüzündeki korku ve dehşet ifadesi asla unutulmaz. şahsen ben kurban bayramlarında küçükken tanık olduğum birkaç kurban merasimini hep hatırlarım. bazen de rüyama girer. boğazı kesilen hayvanın gözlerindeki dehşet ifadesini asla unutmam. eğer aynı şekilde bir insanın katline tanık olsaydım, kurbanın yüzündeki ifadeleri unutmam mümkün olabilir miydi? hele hele öldüren bensem, geri kalan ömrümü sağlıklı geçirmem kesinlikle mümkün olmazdı.

    ölen veya ölmekte olan bir insanın bakışları kadar dehşet ve korku verici başka bir şey yoktur. korku filmlerinde de en çok bu işlenir.

    tarihte halka ibret olsun diye yapılan halka açık idamlarda kurbanların yüzleri bilerek açık bırakılmıştır ki halk can çekişme anına tanık olsun, korksun ve ibret alsın.

    bu his, asırlardır deneyimlenen bir şey olduğu için de sadece kurbanı cezalandırma amacı taşıyan infazlarda kurbanın gözleri bağlanır. yani gözleri bağlamak kurbanın iyiliğinden ziyade, celladın ve yaşayanların iyiliği içindir.

    günümüzde de bir yerde bir ceset bulunduğunda da ilk iş olarak bir gazete parçası veya bir bez mutlaka bir şeyler bulunur ve maktulün yüzü/gözleri örtülür.

    3) merhameti engellemek.

    birçok filmde denk gelmişsinizdir. eleman düşmanını yakalar. diz çöktürür. ellerini boynunun arkasına kaldırtır. vurmak ister ama bir türlü vuramaz. git gel yaşar. hatta yakaladığı kişiye bağırır. bana öyle bakma der. kafasını eğdirir. göz temasını kesmek ister. yine de vuramaz. yıllardır intikam ateşiyle yansa bile merhamet eder.

    tarihte de bunun birçok örneği vardır. karar vericilerin pek hoşuna gitmez bu. çünkü onlara göre devletler merhametle değil, tavizsiz kanla ve güçle idare edilir. haliyle kusursuz bir infaz için cellat ve mahkum arasındaki duygu alışverişini kesmek gerekir. bazen gözleri bağlamak yetmez, ağız bantlanır ve kafaya hatta tüm vücuda çuval geçirilir.

    4) kurbanın gözlerinin açık olduğu bazı infazlarda, ateş anında kurbanların kendilerini korumak için ellerini siper ettiği görülmüştür. bu da idam törenlerine gölge düşürmüş ve idamın tekrarlanmasına yol açmıştır.

    bu nedenle mahkumun el ve ayaklarıyla birlikte gözleri de bağlanmış ki mahkum pasifize olsun ve idamın seyrine göre aksiyon alamasın.

    yani sabahın 4’ünde bu konu neden bu kadar ilgimi çekti bilmiyorum. kendini tanrı yerine koyan insanoğlunun, bir yandan altından kalkamayacağı korkunç işlere burnunu sokup diğer yandan bunların yan etkilerine çocukça çareler bulması bana biraz komik geliyor.

    aslında infaz anında göz bağlama meselesinin özü şu: insanoğlu her zaman yaptığı şeyi yapıyor: yüzleşmeye ve hesap vermeye cesaret edemediği eylemlerin yarattığı korkulara, yani hakikatin en katıksız yüzüne kendince sansür uyguluyor. teknik olarak bir çocuk oyunundan farkı yok bunun. günlük ilişkilerde de çokça yaptığımız bir şey bu. sahip olduğumuz şeylerin ve yakınımızdaki insanların yüzleşmek istemediğimiz gerçeklerine perde çekmeye çalışıyoruz. yaklaşan felaketlere ve yapılan uyarılara kulağımızı tıkayıp günübirlik mutlulukların peşinden koşuyoruz. korkularımıza ve şifa bulmamız gereken yaralarımıza saçma sapan yamalar yaparak kendimizi avutuyoruz ve yapmamız gereken şeyleri erteliyoruz. bizi adım adım çöküşe sürükleyen ilginç bir teslimiyet ve kadercilik hali bu. aslında böyle yaparak korkuyu yok etmiş olmuyoruz. geçici rahatlamadan başka faydası yok bunların. korkularımızı bilinç altına süpürüyoruz. onlar da bize uzun vadede envai türden travma olarak geri dönüyor. sonra bir bakıyoruz ki elimiz kolumuz tutuk, sözde güvendiğimiz insanların elinde tetik, gözleri bağlanan biz olmuşuz.

  • faber castelle gittik de noldu resim öğretmeni olduk, resim öğretmeni olduk da nooldu atanamadık... gidiyorum ben, yağlı boya isteyen varsa buralardayım.

  • ekmek almaya giderken ya yetmezse diye bozuk paraları devamlı saydığınızı anladığınız anlar bütünüdür.

  • 3 ayda 15 kilo verdim. sağlıklı kilo verdiğimi düşünüyorum. 3 ay önce bazı şeyler kafama dank etti. insanın nasıl bir varlık olduğunu anladım; daha doğrusu bunu sezinledim. o günden itibaren ne yapmam gerektiğini de pek iyi kavradım. size de bunları anlatayım ki belki ortak bir noktada buluşuruz.

    çok fazla abur cubur yiyen; bir başıma 2,5 litre kolayı gömen bir insandım. dürüm, lahmacun falan hiç affetmezdim. ama daha sonra farkına vardığım şey şu oldu ki; insan vücudu çevresiyle, ağacından tut; havasına kadar bir uyum içinde. bir sürü parametre var böyle. hayatının temposu da buna dahil.

    sonra dedim ki; ben bu canlı alemle içiçeysem, öyleyse önce kendi bünyemi tanımam gerekiyor. o noktadan sonra doğal olmayan, fabrikasyon her türlü ürüne elveda dedim. buna plastik poşetlere girmiş sözümona organik ürünler de dahil. gittim köy pazarından alışveriş yaptım. egeli teyzelerin zeytinlerini, yağlarını kullandım. ekmeği kestim, şekeri bıraktım. çünkü daha öncesine çok fazla şeker bağımlılığına sahiptim. temiz hava bol gıda diyerek günde en az 1,5 saat yürüyüş yaptım. portakal, mandalinayı mevsiminde aldım. yemek yerken hırslanmayı, aç gözlülüğü bıraktım. stresim de azaldı, vücut direncim de kendine geldi. şimdi çalışırken, bir şey okurken daha iyi odaklandığımı hissediyorum.

    ben size az az ama sık sık yiyin demem. ne bileyim organik satın alın, sabahları kibrit kutusu kadar peyniri 3-5 zeytine katık edin de demem. hatta gidip spora yazılın dahi demem. bu aletlere kendini adamanın çok ileri giden bir atraksiyon olduğunu düşünüyorum. eğer bu tempo devam ettirilemeyecekse olumlu da bulmuyorum. her hafta halı saha maçına gitmek bile daha mantıklı gözüküyor.

    neyse insanın yaşam temposunun frekansına kendini uydurması lazım. tüm fabrikasyon işleri bırakın. kilo verirken de sürekli bunu düşünüp stres yapmayın. sağlıklı ve dinç yaşamak lazım. size ne kadarı uygunsa o kadarını yapın. önemli olan bu dengeyi tutturmak. ne su içerken, ne protein alırken aşırıya kaçmayın. bakın ne güzel sakin sakin kilo vereceksiniz.

  • içinizde ki çocuğu öldürmeniz.

    izin vermeyin hiç kimseye ve hiç bir şeye. ama en başta kendinize. kolayınıza, işinize gelmesin. gerekiyorsa, dalaşın kendinizle.