ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap
sevgilim
-
edit: bu entryi s^_^ e^_^ v^_^ g ^_^i^_^ l^_^ i^_^ m başlığına girmiştim ama birleştirilince çok saçma oldu. eski hali de saçmaydı aslına bakılırsa.
(bkz: a^_^ n^_^ a^_^ n)
yaran facebook durum güncellemeleri
-
"öğrenciye ev vermiyorsunuz ama otobüste yer vermesini bekliyorsunuz. nahh size yer! :d"
av agir hewa welat disa hat
-
yine bir fail'e imza atmış dezenformasyon müdürü.
önce dediki, pkk özel harekatçıyı kaçırdı ve az sonra pkk'dan özür dilediği video yayınlanacak...
gördük ki `mahallenin delisini özel harekatçı diye kaçırmışlar`.
sonra dedi ki, bern'de türkler kürtlerin üzerine araba sürdü ve hepsini ezdi... (bkz: bern'de kürtlerin üzerine araba süren ülkücü)
videolar ortaya çıktı ki pkk bayrakları ile etrafa saldıran, saçlarından sürüklenen bir türk kızı ve sonunda da suratına tekme atan pkk'lılar.
(bkz: türk kızı yerde sürükleyip tekmeleyen pkk'lı)
yahu sen ne berbat bir dezenformasyoncusun av agir ahdjsnakdk hat.
ne çektik sen ve senin gibi sempatizanlardan...
türkiye'ye gelmiş en efendi yabancı futbolcu
-
aranızda hala harry kewell yazmayanlar var.
age of empires ii hd
-
(bkz: yine büte soktun kardeş)
eti negro'nun isminin eti nero olarak değişmesi
-
(bkz: tarihe geçen efsane duyarlar)
edit ek: ispanyolcadan da çıkartılsın "negro" sözcüğü. montenegro'nun adı da montenero olsun. illa bir şey yapacaksan "esmer" falan yap ayrıca, "nero" ne?
pavyonda 284 bin liralık hesap gelmesi
-
osunu busunu geçiyorum ama bu pavyonlarda sağlam kara para aklandığını düşündürtmüştür. sosyal medya maymunlarından sonra sıra umarım bu pavyonlara gelir.
yere yatırdığı antilobun testislerini yiyen aslan
-
doğruyu söyleyin antilopa empati kurdunuz siz de değil mi...
ücretsiz internet bir vatandaşlık hakkıdır
-
bizim burda 2 mb için adamın dalağını söküyorlar estonya abi.
unutmamak
-
zonguldak şantiyesinde tanıdığım bi kalfa vardı, ismi mustafa. güleryüzlü, basit bir adamdı. her sabah herkesten yarım saat önce şantiyeye gelip çayı demler, sahada bi tur atar, üzerine revizyon gelen hükümsüz projeleri veya gazete kağıtlarını masaya serip kahvaltı sofrasını hazırlar, sonra beni beklerdi. ben bazı sabah sekizde, bazı sabah sekiz buçukta gelirdim işe. ben gelmeden kahvaltıya başlamazdı. oturup kahvaltılığı yerken üç beş laflar, o günkü işleri programlardık. hiç itiraz ettiğini, hiçbir işi yokuşa sürdüğünü, yalan konuştuğunu duymadım. ne işçileri bana karşı korurdu ne de beni işçilere karşı. çok düz, çok basit bir adamdı.
bir akşam paydostan sonra ofise geldi, hakediş hazırlıyordum. "şef, hadi gel bi bardak çay içelim" dedi. normalde böyle şeyler olmadığından refleksle "hayırdır ya kötü bi şey mi oldu canın mı sıkkın senin?" diye sordum. "yoo, öyle sıkıldım biraz" dedi.
zonguldak' ta bilen bilir, çok güzel çay bahçeleri vardır. alabildiğine deniz manzaralı, ferah, yüksek yerler. insanın gerçekten hem içi açılır hem de o devasa karadeniz görüntüsü karşısında biraz garip hissedersin. bu çay bahçelerinden birine oturduk, o çay söyledi ben kahve. "yauv sen de hep kayfe içiyosun, çarpıntı yapmayor mu?" dedi, kafasını diğer tarafa dönerek güldü. huyu böyleydi, şaka yollu takıldığında gülerken başka tarafa dönerdi. "çay sevmiyorum ya, alışınca zaten çarpıntı falan da yapmıyor" dedim ben de güldüm.
biraz böyle uzağa baktı, insanın canı öyle bi manzara karşısında ya hiç konuşmak istemez ya da konuşmaya başladığında artık hiç lafını kontrol etmeyeceğini bilirsin. biraz öyle sanırım konuşacaklarını kafasında toparladıktan sonra başladı anlatmaya.
on beş yaşındaymış, sevdiği kızı ne kadar istediyse de vermemişler. araya aracılar göndermiş, babasının karşısına bizzat kendisi gitmiş dikilmiş, abileriyle konuşmuş. olmamış. ne yaptıysa para etmemiş. askere gitmeden önce kızı başkasına vermişler, mustafa' dan daha zengin birine. mustafa askere gitmiş, tezkereyi aldığı gibi nizamiye kapısından çıkar çıkmaz inşaat işlerinde çalışan bi köylüsünü aramış. mersin' de bir şantiyedeymiş o sıralar köylüsü, mersin otobüsüne bilet almış mustafa. dönmemiş bir daha köye. ne bir ev ne bir yurt, şantiyelerden başka mekanı yok.
"kaç yaşındasın?" diye sordum, "kırk iki yaşındayım şefim" dedi. düşünmesi bile ürkütüyor beni, yirmi yedi yıl. koskoca yirmi yedi yıl. dipsiz bir boşlukta geçmiş, karanlıkta yaşanmış bir insan ömrü. "o kızı bir allahın günü olsun unutamadım yau şef, nerden bulduysa adresimi bulmuş bir tane fotoğrafını göndermiş her akşam bakar dururum" dedi. "ne zaman bu kadar yıl geçti ben hiç anlamadım, işten başka şu hayatımda hiçbi şey bilmedim, öyle yaşadık gitti işte boşu boşuna biz de"
akşam saat altıydı çay bahçesine oturduğumuzda, saat dokuz buçuğa kadar anlattı mustafa. "eh, hadi yeter bu kadar kafanı şişirdim senin de" dedi, güldü, kafasını diğer tarafa çevirdi.
ertesi sabah uyanmış, herkesten yarım saat önce şantiyeye gelip çayı demlemiş, sahada bi tur atmış, üzerine revizyon gelen hükümsüz projeleri masaya serip kahvaltı sofrasını hazırlamış, sonra beni beklemiş. yüzüne baktım, o dün akşam bana hikayesini anlatan adamdan en ufak bir eser yok. mustafa değil, mustafa usta duruyor karşımda.
size hikayeyi onun kelimeleriyle anlatmadım, bunu özellikle yapmadım. mustafa' ya haksızlık olur gibi geldi.
unutmamak deyince hep mustafa' nın o fotoğraftan gülümseyerek bahsedişi geliyor aklıma.