hesabın var mı? giriş yap

  • mary poppins, cok sert, disiplinli bir murebbiye olmakla beraber, cok enteresan surprizler de yapar kitap boyunca. kendisi baslibasina bir surpriz olan tuhaf bir cantasi vardir, icinde yok yoktur. bu cantadan, normal bir cantanin almasi mumkun olmayan envai cesit seyi cikarip kullanir, isi bitince de cantasina geri tikistirir. cantadan cikan nesneler arasinda acilir kapanir yatak bile vardir! murebbiyeligini yaptigi cocuklar canini sikip, uslu durmadiginda, akla gelmeyecek, sevimsiz yontemlerle cezalandirir onlari, ama uslu durduklarinda ve kendisinin de keyfi yerindeyse, cok renkli, fantastik deneyimler yasamalarini saglar, beraber resimlerin icine girip cikarlar, gokyuzunda yildizlarla oyun oynarlar vs., tum bu sahneler cok renki ve eglenceli bir dille yazilmistir. cocuklarla mary poppins arasinda sozsuz bir anlasma da vardir bu tuhaf deneyimler konusunda, cocuklar gorup yasadiklari olaganustu seyleri kimseye anlatmazlar.

  • başlık: beyler fitness da hocaya
    entry: steroid hapları erkeklik hormonunu bozar mı dedim.. adam ''yok aşkım öyle şeylere inanma'' dedi nasıl rahatladım nasıl sevindim bilemezsiniz.

  • bir fahrettin koca açıklaması. karakter sınırlaması nedeniyle kısaltılan açıklamanın tam hali; "29 temmuz'dan bu yana ağır hasta sayımız 8 kat arttı, vefat eden sayısı 8 kart arttı; evde semptomu olmayanın sayısı mı sizin için önemli?". hayır dalga geçmeyi artık alenen yapmaya başladılar. en son da damat efendi, ben dolara bakmıyorum diyordu.

    kaynak

    edit: bazı yazarların hassasiyeti üzerine argo kelimeleri kaldırdım.

  • kararına saygı duymam için o kararın sonuçlarının sadece seni bağlaması lazım. öyle olsaydı senin sefil hayatın ve fikirlerin umrumda olmazdı zaten. ama burda durum öyle değil. gerçi bu da belki yüz kere anlatıldı her yerde, hala anlamıyorsanız ya da anlamak işinize gelmiyorsa ümitsiz vakasınız.

  • rolleri karikatürleştirmekten ziyade karikatür insanlara rol vermeli.

    kusacağız artık abartılı karikatür oyunculuktan. bkz güldür güldür oyuncuları. aşırı rahatsız edici.

    bir de o renkler nedir sayın birsel, gözlerimiz kanıyor.

  • gerçekten iyi niyetlerle sorulmuş bir soruysa soru sahibini kutlayıp elini sıkmak gerekir. yok amaç boş boğazlıksa bu soru, sahibini aptala çeviriverir. iyi niyetle sorulduğuna inandığımdan şöyle diyebilirim. bu sorunun cevabı olumsuzdur. çünkü bu topraklarda para yetişmez. yetiştirmezler. yetiştiremezsin. çünkü suyun yok. gübren yok. çiftçin yok. tohumun yok. hangi topraklarda yetiştiğini anlamış durumda olmalısın bu kadar entry’den sonra.
    bir de başka ülkelerde para değiştirmek istemişsin. tam bilmiyorum ama o da o kadar kolay değil. örneğin abd’ye nakit para sokmak 10000$ ile sınırlıdır. fazlasını önceden beyan etmen gereklidir. banka yoluyla sokacaksan zaten bu işi türkiye içinde yapmandan bir farkı kalmaz. ama sen illa para basacağım diyorsan tl değil de dolar bas ne bileyim euro bas. buna da kalpazanlık denir biliyorsun.

    the mystery of banking bu konuda işe yarayabilir. bazı çok bilmişler tarafından aptal yerine konulacağını bile bile bu soruyu sormak cesaret işi. sormadan da olmaz elbette. şöyle de bir dolar paradoksu var. ona da kafa yor.

    “olay, henüz döviz kurlarının uygulanmadığı yıllarda abd-kanada sınırındaki bir şehirde geçmektedir:

    abd ve kanada malum ki para birimi olarak 'dolar' kullanmaktadırlar. yalnız her iki ülke de kendi paralarının daha değerli olduğunu iddia etmektedirler.

    şöyle ki:

    kanadalılara göre: 1 abd doları= 90 kanada senti,
    amerikalılara göre ise: 1 kanada doları= 90 abd senti.

    bir amerikalı, cebindeki 1 dolarla dolaşmaya çıkar. bir ara karnı acıkır ve simit alır (amerikan simidi!). simidin fiyatı 10 senttir. cebindeki 1 doları verir. simitçi bozuk para ararken cebinin bir köşesinde 1 kanada doları bulur, onu verir (90 sente eşit ya!).

    derken sınırı yürüyerek geçer ve kanada da dolaşmaya başlar. kaleme ihtiyacı olduğunu hatırlar. girer bir kırtasiyeciye. kalemin fiyatı da 10 kanada sentidir. cebindeki 1 kanada dolarını verir. kırtasiyeci de para üstü olarak 1 abd doları verir. oradan da ayrılıp evine döner.

    sonra düşünmeye başlar:

    — yahu sabah evden çıkarken cebimde 1 abd dolarım vardı, şimdi de 1 abd dolarım var. peki, simitle kalemin parasını kim verdi?”

  • cuma akşamı üç erkek, bir kız arkadaş dört kişi bir şeyler içmeye çıkıyoruz. yarım saat geçmeden twitter' dan bazı fotoğraflar, bazı bilgiler geliyor. ilk başta terörist eylem istihbaratı olarak yorumluyoruz. barda çalışan arkadaşımız bizi dışarıdaki bir masaya yönlendiriyor. oraya geçiyoruz. bir on beş dakika sonra masada kısa bir sosyal medya kontrol molası yaşanıyor. gelen haberler gittikçe ciddileşiyor.

    bir an, masadaki arkadaşlarımdan birine, söylentiyle hareket etmeyeceğini bildiğimiz birinden telefon geliyor. telefon konuşması sırasında arkadaşımın ciddiyet ve endişeyle değişen yüzünü öldüğüm güne kadar unutmayacağım.

    idrak anında şoka giriyorum. telefon konuşması devam etmekte fakat burnumun ucuna gerçekliğin simsiyah duvarı örülüyor. anladığım şey karşısında dehşete düşüyorum. kendime ilk telkinim sakin olmam yönünde. diğer iki arkadaşımdan birisine sakince kalkıp arabayı getirmesini, diğerine paniklemeden sakince kalkıp kasaya giderek hesabı ödemesini söylüyorum. telefonda konuşan arkadaşım, ben bunları söylerken gözümün içine bakıp, gözlerini kapatıp açarak onaylıyor. bir okun yaydan fırladığını hissediyorum.

    çok seri hareket ederek oturduğumuz yerden apar topar ayrılıyoruz. telefondan verilen üç talimat oldukça açık: olduğunuz yeri hemen terkedin, telefonlarınızın şarjını dolu tutun, üzerinizde nakit para bulundurun.

    evimi arıyorum, herkesin evde olduğunu öğrenince kısa bir sakinleşme anı yaşıyorum. aynı şeyleri onlara da tekrarlıyorum bir eklemeyle: sakin olun, evden çıkmayın, telefonlarınızın şarjını dolu tutun, nakit para bulundurun. annem "bir şeyler mi oluyor, sen neredesin?" diye soruyor. "bilmiyorum şu an net olan bir şey yok, ben güvendeyim beni merak etmeyin" diyerek telefonu kapatıyorum.

    "anne, ordu darbe yapıyor" diyemiyorum.

    kalacağımız eve karar verirken hangimizin evinde daha çok yiyecek olduğunu kısaca konuşuyoruz. karar veriliyor ve yola çıkıyoruz. arabayı kullanan arkadaşım gidebildiği kadar hızlı gitmeye çalışıyor. o an en son ihtiyacımız olan şeyin kaza yapmak olduğunu farkedip onu biraz sakinleştirmeye çalışıyorum. sokaklar henüz kalabalıklaşmamış, haberi biraz erken almanın büyük faydasını gördüğümüzü düşünüyorum. kafamda birazdan başlayacak kaos beliriyor.

    bir an için, berbat bir şeyin farkına varıyorum: cüzdanım yanımda değil. üzerimde kimlik, nakit para, kredi kartı hiçbir şey yok. evim yol üzerinde, rahatlıkla uğrayıp on dakikada cüzdanımı alıp yola devam edebiliriz ama bunu söylemeye çekiniyorum. kaybedeceğimiz on dakikada neler olabileceğini düşününce cesaretim kırılıyor.

    nihayet eve ulaşıyoruz. tam kapıdan içeri girdiğimiz anda arkadaşım olduğu yere çakılıp kalıyor. "arkadaşlar, türk silahlı kuvvetleri yönetime el koyduğunu açıklamış" diyor ve sırayla hepimizin ayaklarına görünmez birer büyük beton pranga bağlanıyor.

    trt' yi açıyoruz bambaşka bir ülkedeyiz, cnnturk ve ntv' yi açınca apayrı şeyler görüyoruz. diğer kanallarda diziler, yarışmalar, filmler var. gezi zamanını hatırlıyorum, hangi görüntünün bu ülkeye ait gerçek görüntü olduğunu idrak edemiyorum. darbe mi, kalkışma mı, pembe dizi mi? bu ülkede hangisini yaşıyoruz, durumun gerçekliği nedir? hiçbir fikrim yok.

    evine gittiğimiz arkadaşımın eşi uçakta bütün bunlar olurken. izmir' e ulaşıyor ve içimde bir geri sayım başlıyor. havalimanından sağ sağlim çıktığını ve çevre yolu üzerinden eve geldiğini öğreniyoruz.

    bütün geceyi twitter ve televizyon kanalları başında geçiriyoruz.

    birisi çıkıp bütün halkı il merkezlerindeki meydanlara, köprülere, havalimanlarına akın etmeye çağırıyor. dakikalar içinde akın akın insanın, askerle savaşmak için sokaklara döküldüğünü izliyorum. kanımın ayaklarımdan çekilmeye başladığını hissediyorum.

    darbeyi ben yedim, yaşadığım şu travmanın hesabını şimdi kimseden soramıyorum. ne bu ülkede ne başka birinde, yaşamaya dair hiçbir isteğim, şevkim kalmadı. yıllardır aynı iğrençlikler, beyinsiz insan yığınları arasında geçen günler, ne tarafına dönsen kötülük fışkırıyor. ayda bir, bütün tanıdıklarıma "iyi misiniz, güvende misiniz?" diye sormaktan usandım.

    bıktım.

  • hayatında olduğu gibi kafede, restoranda, trafikte, işte, evde yalnız olan insandır. sanıyorum dünya gittikçe yalnızlaşıyor. üzülmeyin herkes sizin gibi.

    an itibariyle oturuğum yerde, 13 masa tek başına oturuyor. ellerinde telefon/tablet var. yarısının kulağında kulaklık. yarısından fazlası sigara içiyor. 4 tane masada 2 kişi oturuyor, tamamı hemcinsiyle. 2 kişi oturanlardan biride ağlıyor. 2 masada boş.
    üstelik günlerden bi pazar sabahı, hiç mi kimse eşlik edecek birini bulamaz..

    arkadaşlık/ilişki/evlilik süreçlerinin her geçen gün kısaldığı günümüzün problemi nedir? teknoloji olduğunu düşünmüyorum. sosyal medya yalnızlaştırmıyor, insanlar yalnız olduğu için sosyal medyaya yöneliyor. paylaşım ihtiyaçtır, bunun için imkan bulunamıyor çareyi sosyal medyada buluyor ama bu çare gerçek değildir, sahtedir. peki neden böyle oluyor? sanıyorum egolar, ispatlar, hırslar, kötülükler bu noktaya getirdi. her şey sahte olmaya başladı. başta sevgi. samimiyet, sevgi rolleri oynanıyor. e karşındaki bunu farkedemeyecek kadar aptal değil. doğal olarak tatmin olmuyor. kısa bi süre oyuna dahil oluyor. bakıyor mutlu değil. eee ne çekicem karşımdakinin mallıklarını diyor, alıyor kulaklığını çıkıyo geziyor.

    şarkıdaki gibi; biz büyüdük ve kirlendi dünya..kirlenen dünyada kimse omuzunu yaslayacak birini bulamıyor. aksine çoğunluk menfaat için birlikte. vakti zamanında yaşca büyük birisi demişti ki; arkadaş arkadan taşlayan demektir. ne güzel demiş. selam olsun kendilerine.

    edit: imla

  • v rally adlı araba yarışında bir haritada ormanın içinden geçerken karşınıza bir dere çıkıyor. normalde o dereden hızla geçen arabalar kenara su sıçratırken, ben aracı dere kenarına park edip kuş seslerini dinlerdim. hep arabadan inip dere kenarında piknik yapmayı hayal ettim. olmadı. tabii araba yarışı bu. şimdi orada piknik yapma imkanı verseler, bu sefer bi küçük illa ki açılır. sonuçta yarışın ruhuna aykırı. olmaz. ımmm dıt.