hesabın var mı? giriş yap

  • kirli sepetinden cikarabildiği şeyleri* * * taa arka odadan salona getirip, "bak senin için avlandım" tavrıyla ayağımın dibine bırakması.

    sweatshirt gibi büyük parçaları da 1-2 metre kadar zorla sürükleyip, yorulunca ağlama benzeri tuhaf bir miyavlamayla beni ayağına çağırması. yanına gidene kadar avaz avaz miyavlaması.

    kör olduğu için, ağzına aldığı parçanın büyüklüğünü kestiremeyip, yatak örtüsü, pike gibi kocaman şeyleri de taşımaya yeltenmesi. ki bu girişim, ancak yataktan yere inebilmekle sonlanıyor haliyle. olsun, o yine de ağzında pikenin ucunu bırakmadan beni çağırıyor. gidiyorum, bana sunduğu avını alıp, başını okşuyorum, gururlanıyoruz ailecek.

  • izlemeyen okumasın.
    filmin olayı şudur:
    evet. yüzük nehre değil de içeri düşünce hah dedin içinden. kaybettin. neden? çünkü teniste kendi vuruşun içeri düşerse sayı kaybedersin. sen de buradan yola çıkarak chris kaybetti dedin. oysa woody seni aldattı. ne oldu? içeri düştüğü halde chris yakalanmadı. kaderin de cilvesiyle (zaten tek tek bakınca hersey kaderin cilvesi oluyor o ayrı) suçlu olan kurtuldu. birçok eleştirmen film hakkında yorumunu ("woody bize fake attı" "son anda ortaya çıkıyor woody'nin zekası" falan filan..) buna dayandırıyor. ancak yönetmenin anlattığı şey farklı. evet yüzük içeri düşüyor evet yine de chris suçlanmıyor ama bu onun kazandığı anlamına gelmiyor. sevdiği kadını öldürdü. yaşlı ve masum bir kadını öldürdü. üstüne kendi doğmamış çocuğunu öldürdü. lüks yaşam ve rahatlık için çok şey kaybetti. ölene kadar bununla yaşamak zorunda. işte woody'nin esas fake'i. eğer evsizin biri başka bir cinayet işlemiş olmasaydı belki yakalanacaktı. ceza çekecek ve temizlenecekti. oysa kendini suçlarından kurtaracak cezası yok. son sahnede chris'in yüzündeki hüzünün anlamı da bu. bence woody allen'ın dehası ve anlatmaya çalıştığı şey (suç ve ceza üzerine*) jonathan'ın bakışlarında gizli..

  • birkaç sene önce ev değiştirirken benzerini bizzat yaşadığım hadise.

    acayip bir heyecan var. güzel bir sitede, oldukça iyi sayılabilecek bir fiyata, tam da istediğimiz şekilde bir daire bulmuşuz. hanımla çok heyecanlıyız. araya tuhaf finansal dertler giriyor ama bir şekilde hallediyoruz.

    ona göre çok uzun süre bizim kahrımızı çeken bazı ev eşyalarını da bu vesile ile yenilemek istiyor evin dişisi. tamam ulan diyorum. yepyeni bir hayat. resmen resetlicez yani. herşeyi...

    yenilerin finansmanına biraz olsun katkıda bulunsun diye ikinci el eşya alanlara fiyat soruyorum kimse almak istemiyor. ya da ölmüş eşek fiyatının yarısını veriyorlar. sinir oluyorum . sahibinden sitesinde, zamanında çok özenerek aldığımız hatta neredeyse bir araba fiyatı bayılıp ve tamamen eski evimiz için özel olarak dizayn ettirdiğimiz eski koltuk takımını, camdan sehpaları, bütün ayakları kırıldığı için komple tamirden geçmiş yemek odası takımını ve takımın dibindeki aynalı konsolu (ölmüş eşek fiyatının yarısı*1.1) fiyatına satılığa çıkarıyorum. ulan diyorum, ihtiyacı olan birisi ucuza alsın, ikinci elcilerin elinde paralanacağına bir öğrenciye gitsin, hem bilirim adamı, anlatayım eşyaları, hatıralarını...belki o dda özenir bizim gibi...onlara iyi bakar...asıl derdim taşımaya hiç karışmamak, eşyalar hakkaten çok ağır ve büyük çünkü. gelsinler, eşyaları evden alsınlar...

    akşam oluyor arayan soran yok. halbuki fiyat çok düşük...

    allah allah diyorum, ilana giriyorum, bir mesaj 'abi hayırlı olsun, inşallah ihtiyacı olan birisi alır, keşke ben de alabilsem'

    'e alsana kardeşim işte fiyatı bu' diyorum 'abi o benim için pahalı diyor, evleniyorum çok masraf oldu' diyor

    cevap vermiyorum...birkaç gün geçiyor. eşyaların durumunu tam yazdığım için kimse aramıyor. arayanlar ise hem yarı fiyat teklif ediyor hem de ikinci elci çıkıyor... ne de olsa tamir görmüş masa, bi köşesi hafif sökülmüş koltukları istemiyorlar. bir de nedense telefonda konuşurken semti bile sormuyorlar ama dairenin kaçıncı katta olduğunu soruyorlar, beşinci kat deyince telefonlar hızla kapanıyor.. yani adam beylikdüzünden kartala gelebilir ama beşinci kattan düzgün şekilde eşya indiremez... iyice sinirleniyorum....

    bu arada evlencek elemanla internette muhabbeti ilerletiyoruz. muhitini, düğün tarihini, yerini filan hepsini anlatıyor.

    artık yeni eve taşınmamız lazım. eski evi de sattık, adamlar temizliğe gelecekler. tüm eşyalar taşındı bir bu satılıklar kaldı evde.

    başka da teklif gelmeyince, adamı arıyorum, gel ulan diyorum, madem evleniyorsun, benim de katkım olsun sana... para da istemicem diyorum ama şartım nikah davetiyesi ve eşyalara hiç dokunmayacam...adam çok seviniyor.

    ertesi gün geliyor. genç birisi. elinde davetiyesiyle birlikte. kimliğini de kontrol ediyorum. gerçekten de nikaha bir ay gibi bir süre var. mahalleden bir kamyonet bulmuş, şöför dahil üç kişiler ama şöför hiç bir işe bulaşmıyor. zaten güç bela ikna olmuş, arada soruyorum 'iyilik yaptın' diyor, 'evlenecek' diyor, 'zorla beni de ikna ettiler' diyor. sevabına gelmiş ama taşımaya karışmam demiş...

    iki genç hevesle dalıyorlar eşyalara, ama her seferinde beş kat in çık asansör de yok, zorlanıyorlar...herşey güç bela çıkıyor evden... hepsi kan ter içinde kamyonete konuluyor. bir tek üçlü koltuk var. taşıması gerçekten zor. çok geniş, benim gibi 1.94lük bir adam için özel yapıldı çünkü, illa ki üç kişi taşımak lazım. eve ilk kez girmesi bile olay olmuştu. iki genç uğraşıyorlar didiniyorlar, çıkmıyor salondan, terler damlıyor her taraflarından ama çıkmıyor işte. bizimkisi aşağıda sigara üstüne sigara içen şöförü çağırmaya karar veriyor.

    ve cebinden telefonu çıkarıyor.

    iphone.

    arıyor 'abi bi gel be... noolur be..bak son kaldı be...abi o kadar geldin, yapıver bu iyiliği de be...' diye uzuyor konuşma.. adam kulağında iphone'la resmen aşağıdaki şöföre yalvarıyor, benim ise nutkum tutulmuş, olduğum yerde telefona odaklanıyorum.

    adama evleniyor diye ikinci el eşyaları veren bende yok o telefondan.

    hayatımda acıyla gülümsediğim ender anlardan birisidir.

  • ulan burayı bile savunan çıktı ya aga hayret birşey. ne yapılacakmış üstüne peyzaj yapılacakmış. ulan gider yapmayı unutmuş adam ne peyzajından bahsediyon sen. yağmurlu günlerde meydandan yürüyen merdiven ile hiç aşağı inmeye çalıştın mı? inemezsin... neden biliyon mu? su bi yerden gitmek istiyor ya, hani gidecek yer yok. hah işte o yürüyen merdivenden gidiyor su. o yüzden çalıştırmıyorlar yürüyen merdivenleri. böylede eşsiz bir proje. akıllara durgunluk veriyor. oraya çok güzel palmiye olur. ama dalsız. böyle ortada sik gibi durur da millet anlar ne yapıldığını...

  • (bkz: enerji ve tabii lan manyak mısın bakanlığı)

    debe editi: işin şakası bir yana 301 madencinin göz göre göre katledilmesinde istifa etmeyen zihiniyetin, ülke genelinde kesilen elektrikler, bu sebeple çalışmayan telefon hatları, bağlanmayan internet, duran metro ve ulaşım sistemleri, çalışmayan trafik ışıkları, kaosa dönen trafik, 100 milyon dolar üretim kaybı* vs. nedeniyle istifa etmesini bekliyor değildik. istifa beklentisini alaya alırken umarım enerji bakanı "nasılsa seçim yakın 3 döneme de takılıyorum istifa etsem iyi olur güzel anılırım" demez diye de aklımdan çok geçti. çünkü dün enerji bakanlığının beceriksizliğiyle yaşanan bütün bu süreç, yitip giden 301 gariban madencinin hayatından, babasız kalan çocuklarından, bir başlarına kalan eşlerinin durumlarından daha trajik, daha beceriksizce ve daha kötü değildi. sizler istifa edip erdemli ve onurlu anılma hakkınızı soma faciası'nda kaybettiniz beyler ve iyi ki dün istifa edeniniz olmadı. unutma unutturma! (bkz: 13 mayıs 2014 soma maden ocağı patlaması)

  • ilk olarak sindrella kompleksine nazire başlık olarak açılmak istenmekle beraber, bilumum örnekle dallanıp budaklanan amma velakin sistematiğe indirgendiğinde basitleşen, eeeh bir de sözlükte aratınca çıkan, sıklıkla erkeklerde görülen modern hayat sendromu.
    sendrom, kompleks, sistematik eeeh eytere beah dedirtebilir. ama hangimiz şu akıp giden zamanda, şu globalleşen dünyada, interaktif hayatta, bir sendromdan bir kompleksten bir alerjiden bir nezle bir gripten muzdarip değiliz? tabi ki aslında mağara adamlarından farkımız yok kendimize yeni kompleksler icad etmeye şimdilerde meraklıyız. amma velakin
    olayı bir de modern zamanlarda ask müessesesi yönünden değerlendirmek istiyorum.
    erkeklerde bu sendromun tezahür etmesi sıklıkla şu emarelerle başlar:
    - erkek büyümek, boyunduruk altına girmek istemez. bu sabittir. lakin boyunduruk tabir edilen bağlantı oldukça geniş bir skalaya yayılmaktadır bu erkek vatandaşların gözünde. kimi evlilikten korkarken, kimi günü birlik iltifat etmekten tırsar. kimi kadının one night stand'den sonra en ufak isteğini "aha bu benimle evlenmek de ister şimdi" diye algılar. çünkü kendi yetişkin olamamıştır, medeniyetten sorumluluktan, paşa paşa derdini karşısındakine anlatmaktan depar alarak kaçar.
    - kimi kadınları hır gür cıkarmaya meyilli insan evlatları adleder ama kendinin ne bok yediği kesinlikle önemli değildir. her halükarda kendisi mantıklı, kadın mantıksızdır. bu adamcıklara "i don't want to be yelled at persons" diyoruz. yani mızmız çocuklardan farkları yoktur. "yaa bana bagırmasınlar" der dururlar. hiç bir anda zaman ve mekan çizelgesinde nerede durduklarını sorgulamazlar. çünkü haklıdırlar. çünkü büyümek, bencilliklerini sindirmek istemezler.
    külkedisi ablalarla bu peter pan abiler absürd sınırlarını zorlayan ilişkilere ve bitişlerine imza atarlar.
    - bir de bu sendromun pozitif versiyonu vardır. erkekler büyümezler ama çocukluklarını sempatik bir şekilde aktarırlar. sorumluluktan kaçmak için değil hayatı güzel kılmak için kullanırlar. işte bu tip adamlar insanı mutlu ederler.

    bu da böyle bir sendromdur nazarımda..

  • anadil ile dini eğitimi bir tutan cahil beyanı.

    biraz insan tanıyın gezin görün. kabuğunuz içine tıkılıp türkiye'nin %99u müslüman safsatalarına inanmaktan oluyor tüm bunlar. insanları ötekileştirmekte olduğunuzun farkına varın.

    bir birey eğer sağlıklıysa herhangi bir dili konuşmak zorundadır ve konuşur. dolayısıyla bunun eğitimini de almalıdır. ama bir birey herhangi bir dine mensup olmak zorunda değildir. çocuğunu istediğin kursa gönderip istediğin eğitimi verirsin veya aldırırsın ancak bütün oğlanlar kızlar da aynısını alsınlar ı savunamazsın.

    evladıma ortaçağ öğretilerini içeren bir eğitim vermek istemediğimden rahatsızım. doğal olan da bu zaten. sen evladına sadece bu ortaçağ eğitimini vereceksen devlet okuluna gönderme o zaman. kuran kursu var hırtı var zırtı var.