hesabın var mı? giriş yap

  • yıllar boyunca yaptığı gezi programlarında "ben zeytinyağımı yunanistan'dan alıyorum, türkiye'de zeytinyağı yok, kimse kusura bakmasın" diyip diyip durdu.

    kim bilir belki de bu sebeple akhisar'da üretim yapan bir firmayla anlaşıp zeytinyağı şişelerinin üstüne ismini bastırdı ve 3 kat fiyatla satılmaya başlandı bu zeytinyağları. :) link

    bugünlerde açıklanan listede ise dünyanın en iyi 100 zeytinyağı listesine türkiye'de üretilen 14 zeytinyağının girdiği görüldü. novavera 4'üncü, hermus 6'ıncı., asiltane 13'üncü oldu üstelik bu sıralamada. link

    gözlerim sicimoğlu'nun da yağını aradı ama bulamadı listede. mesele tamamen duygusalmış anlaşılan :) ama yine de hastasıyız kendisinin. orası ayrı :)

  • umumiyetle gürültü konusunda ihtisas yapmıştır. diyalogların anlaşılmazlığı bu gürültüye ayrı bir boyut, ayrı bir dehşet katar. işte diyelim uyuyorsunuz böyle bir beybi gibi. aniden bir ses...

    alamancı çocuk: "anniiiiiiiiiiiii, annniiiiiiiiiii............. das izt manşıtın du zayniyn.... anniiii...... annnii diyom ya...annniiii..."

    alamancı anne: "ne diyon?"

    alamancı çocuk: "münşenden aldığım beyaz reyboklarımla havluyu at..."

    allah allah... kardeşim bana ne, neyi nereden aldın, kaça aldın... zaten konuşmadan anladığım tek şey "anniii", "reybok", "münşen" (anne, reebok, münih).

    bir de bu ailenin çocukları genelde kuzenleriyle falan geldikleri için grup halinde gezerler. havuzda türlü atraksiyonlar yaparlar. türk bayrağı kolyeli dev bir oğlan kuzeni olan kızı boğmaya çalışır, kendinden küçükleri kolundan tutup havuza atar, çivileme dalar vs vs. bu arada diyalog da "ya serkan... bak yapma diyom ha... şundiwın zu bi..." bilmem ne şeklindedir. su sıçratırlar hep.

    hepsi böyle değildir mutlaka ama ne bileyim bana denk gelen hep böylesi olmuştur. sırf böyle insanlar yüzünden ismail yk gibi bir dünya starına karşı bile mesafeliyim bugün.

    (bkz: yoksa ben zurna mıyım he)

  • "milyarder olduğunu sandığı sevgilisi ile ayrılması" diye düzeltilmesi gereken haber(?) tanımlaması.
    şeyma'nın şu aşağıdaki başlığı açan arkadaşa teşekkür etmesi lazım;
    (bkz: şeyma subaşı'nın sevgilisinin milyarder olmaması)

    ayrıca şu belli oldu ki şeyma'dan kurtuluş yok, birileri illa gündemimize sokacak bu kadını.
    bu arada acun da ne kadar sevinmiştir nafakadan yırtacağım diye. gerçi böyle olmasına da sevindim, şeyma'yı hayatımıza soktuğu için o nafakayı son nefesine kadar ödemek de onun cezası olmalı.

  • ülkemizin insanının proteinden ne kadar uzak kaldığını gösteren haritalardır.

    portekizliler, ispanyollar etleri baya bir gömüyorlar, fakat bu liste içinde balık ve tavuğun da dahil olduğu genel bir et tüketim haritası. tabiki chorizo denen sucuk sabah , öğlen , akşam her zaman tüketiliyor , tapas denen şey etsiz olmaz. bunun yanı sıra portekiz'e sardalya zaten sürekli her şeyde yenilen bir balık.

    balık etinde ise gerçekten norveçli balıkçılar tüm ülkenin gıda ihtiyacını karşılıyorlar. somon ekmek gibi tüketiliyor.

    izlanda 'nın zaten başka şansı yok. hava ve iklim koşullarından dolayı hayvancılık ve tarım sınırlı ve ithalat kolay değil. mecburen balıkçılık sayesinde doyuyorlar.

    balkanlardaki et tüketiminin az olması beni şaşırttı ama bunu kültürel yapıdan çok ekonomik yapıya bağlıyorum.

    obezite konusunda ise ülkemizin birinci olmasının sebebi hamur işleri ve şekerdir. sabahları ikişer ,üçer poğaça ile güne başlayıp 4-5 şekerli çaylar içeriz. zaten biraz buruk , biraz eksi tatları beğenmeyiz. bir tatlının , çikolatanın , meyve suyunun iyi olma kriteri çok tatlı olmasıdır. eğer tatlı değil kakao , meyve veya farklı bir aroma tadı alınırsa bunu kimse beğenmez.

    tüm bunların yanında spor alışkanlığı olmaması , kimsenin yürümeyi sevmemesidir. altında araç olan 300 mt yürümeyi bile kendine yediremiyor. en çok yürüdüğümüz yerler avm lerin içi. bir de gece yatmadan önce yenilen kuruyemişler ve günde 4-5 öğün tüketimler, ekmekler ile bu daha da artıyor. kaliteli ve besin değeri yüksek gıdalar yerine vücudumuza bolca karbonhidrat , şeker ve yağ giriyor.

    bosna-hersek 'in ise obezitede en düşük ülke olmasının nedeni boşnak böreği ve cevabi yi bir kenara bırakırsak ülke halkının genlerinden dolayı sporu sevmesi ve spora olan yatkınlığıdır. aklınıza hemen futbol, basketbol , voleybol gelmesin . ülkede yapılan sosyal aktiviteler trekking , dağcılık , yürüyüş , kayak , yüzme gibi bir çok şey yaşam tarzlarına girmiştir. bosna mutfağı eski yugoslavya ülkelerinde bile kalorisi en yüksek yemekleri barındırmasına rağmen yaşam tarzı ve spor alışkanlıkları obezite oranın düşük olmasına etki eder. bir de çok mantıksız olmasa da boyları yüksek olduğundan dolayı vücut kitle endeksleri düşük çıkar. birde bu bölgede yugoslavya dönemi ve yakın dönem savaş zamanından dolayı iki öğün alışkanlığı ve bol kahve tüketimi vardır.

    edit : imla ve obezite eklentisi

  • anneniz adına üzüldüm, orada çalışan kasiyerlere daha çok üzüldüm.
    rezalet gibi rezalettir.

  • "tamamen başarısızlığa uğramak" anlamına gelen ingilizce ifade; amerikan versiyonu "go over like a lead balloon" şeklindedir. kullanımına örnek vermek gerekirse şöyle bir cümle sallayabiliriz: "i’m sure his plan will go down like a lead balloon." ("i’m sure his plan will completely fail" ile aşağı yukarı aynı anlama gelir bu cümle.)

    bu ifadenin kullanımına dair bilinmesi gereken en önemli detay, ifade içerisindeki "lead" kelimesinin "öncülük etmek" anlamına gelen ve aşağı yukarı "lıid" şeklinde telaffuz edilen fiil değil, "kurşun"** anlamına gelen ve "led" şeklinde telaffuz edilen isim olduğudur. yani söz öbeğindeki "lead baloon", kurşundan yapılma bir balonu ifade etmektedir. kurşundan yapılma balonun havada uçamayacağı ve çakılacağı da malumunuzdur. ifadeye anlamını veren de bu fiziksel gerçekliktir. kurşundan balon yapıp uçurmaya çalışırsanız balon çakılır ve tamamen başarısızlığa uğrarsınız.

    1920'lerde bulunmuş olsa da ifadenin kullanımı ingilizce'de ikinci dünya savaşı'ndan sonra yaygınlaşmıştır (hala çok yaygın olduğu söylenemez ya neyse). açık bir şekilde belli olmasa da, en popüler kullanımını efsane grup led zeppelin'in isminde bulmuştur bu ifade.

    led zeppelin kurulmadan önce, jimmy page isimli müzik efsanesi, jeff beck, keith moon ve john entwistle gibi efsane isimlerle bir süpergrup* kurmaya çalışmıştır; bir nevi dünya karması, gerçek olamayacak kadar güzel denilebilecek bir fikir. nitekim gerçek olmadı da; grup hiçbir zaman oluşmadı. yine de page, beck ve moon mayıs 1966'da bir araya gelip beck's bolero diye yaklaşık 3 dakikalık bir kayıt yapmıştır. bu üç kişi dışında kayıtta piyanist nicky hopkins ve büyük müzisyen john paul jones da vardır. bu çabalar aslında birkaç yıl sonra led zeppelin olarak doğacak olan efsane grubun doğum sancılarıdır; dört baba müzisyenden* iki baba* bir araya gelmiştir bile.

    the yardbirds temmuz 1968'de bedfordshire'da son gösterilerini düzenlemiş fakat sözleşmeleri gereği iskandinavya'da vermeleri gereken hala birkaç konser vardır. ancak grup* artık dağılmış gibidir ve the yardbirds elemanlarından keith relf ve jim mccarty'nin önerisi üzerine jimmy page ve chris dreja, the yardbirds ismini kullanarak iskandinavya turnesi için eksik kadroları tamamlayalım derken -uzatmayayım- denkleme john bonham ve ropert plant de girer. böylece led zeppelin'in efsane dörtlüsü bir araya ilk kez gelmiş olur. dörtlünün bir arada ilk çalışları londra, gerrard street'te bir kayıt stüdyosunun altındaki odada gerçekleşir. ilk olarak, jimmy page, the yardbirds'ün de cover'lamış olduğu bir jump blues parçası olan train kept a-rollin''i çalalım der, zira bu parça 1968 led zeppelin iskandinavya turnesinde çalınacaktır (aslında ortada fiilen olsa da resmi olarak led zeppelin yok, the yardbirds var). o anı, büyük insan john paul jones şu cümlelerle anlatır: "as soon as i heard john bonham play i knew this was going to be great ... we locked together as a team immediately."

    muhteşem dörtlümüz, the yardbirds'ün iskandinavya görevini yerine getirmek için londra'dan ayrılmadan önce p. j. proby'nin three week hero isimli albümünün kayıtlarına katılır. söz konusu albümdeki jim's blues isimli parça led zeppelin dörtlüsünün bir arada çaldığı ilk kayıttır (daha önce bahsettiklerim sadece canlı provalardır, kayıt söz konusu değildir. bir de "robert plant ne yaptı, vokal yok bir şey yok" diye merak eden olursa, kendisi bu kayıtta armonika çalmıştır, vokal yapacak değil, zira albüm p. j. proby'nin, dolayısıyla vokalleri de o yapıyor).

    grubumuz iskandinavya turunu, the new yardbirds ismiyle tamamlamıştır. led zeppelin ismiyle yapmış olmasalar da danimarka ve isveç'i kapsayan bu iskandinavya turu grubun ilk turnesidir* aynı zamanda. turne 7 eylül 1968'de danimarka'nın gladsaxe bölgesindeki ilk konserle başlar, 17 eylül 1968'de isveç'in malmö kentindeki son konserle biter; toplamda 9 konser verilmiştir. aynı ayın* ilerleyen günlerinde grup ilk albümlerinin kayıtlarına başlamıştır. albümün kayıtları ve miksajı dokuz günde tamamlanmış, giderleri jimmy page tarafından karşılanmıştır. albümün tamamlanmasının ardından, o zaman dağılmış olan the yardbirds'ün ritim gitaristi ve basçısı chris dreja bir cease and desist mektubu yayınlayarak the new yardbirds isminin kullanım izninin sadece iskandinavya turnesi için verildiğini belirtir ve grubu isim değiştirmek zorunda bırakır.

    nasıl bir isim bulalım derlerken, keith moon ve john entwistle'ın, jeff beck ve jimmy page'den oluşacak bir süpergrubun felaketle sonuçlanacağına dair ifadeleri akla gelir. bu "felaketle sonuçlanma" kısmını belirtirken büyük ihtimalle keith moon'un "go down like a lead balloon" ifadesini kullandığı söylenir (bu ifadeyi, john entwistle kötü geçen sahne gösterileri için kullanırmış, keith moon da arkadaşından kapmıştır). bunun üzerine grup*, menajerleri peter grant'in tavsiyesi üzerine "lead" kelimesindeki "a" harfini düşürür; böylece kelimenin "led" yerine "lıid" şeklinde bağlam/anlam açısından yanlış telaffuz edilme ihtimali bertaraf edilmiş olur. "balloon" kelimesi yerine de jimmy page'in aklına "aynı anda hem ağırlığı hem hafifliği, hem tutuşabilirliği hem zarafeti" getiren ve yine bir çeşit balon sayılabilecek "zeppelin" kelimesinde karar kılınmıştır. zeppelin kelimesinde karar kılınmasında 1937 hindenburg faciasının da payı var muhtemelen. zira kazayı anlatan radyocu/gazeteci herbert morrison'ın meşhur "oh, the humanity" sözüyle birlikte kazanın video görüntüsü 50 ve 60'larda ingiliz sinemalarında gösterilirmiş ve page muhakkak görmüş ve etkilenmiştir. zaten grubun ilk albümünün page tarafından seçilen kapağında da hindenburg faciasının bir fotoğrafı bulunmaktadır.

    böylece müzik tarihine damgasını vuracak olan efsane bir grup isimsizlikten the yardbirds'e, the yardbirds'ten the new yardbirds'e, oradan da led zeppelin'e varan isim macerasını tamamlamış olur.

    --
    "a supergroup with page and beck would go down like a lead balloon."

  • çok üzücü bir haber. nerede ve ne zaman okuduğumu hatırlamıyorum ama silahla işlenen cinayetlerin çoğunda katil büyük oranda ailesini, akrabalarını, komşusunu, arkadaşını, nişanlısını öldürüyormuş. yani siz kim olduğu belirsiz düşmanlara karşı silahlanarak kendinizi koruduğunuzu düşünürken sevdiklerinizin katili olabilirsiniz.

  • güzel bir tecrübe kazanmış çocuktur, bir sonraki sınava bir gün önce okul binasını görmeyi, sınava vaktinden erken gelip geç kalma ve aksilik çıkma ihtimalini, evden çıkarken tekrar tekrar sınav için gerekli kimlik giriş kağıdı vs evrakları bakmayı sınav giriş belgesini defalarca okumayı ve öğretmenlerinin uyarılarını dikkate almayı öğrenecektir. malesef tecrübe ucuz bir yöntem değil. dünyanın sonu değil geçmiş olsun dediğim çocuktur.

    edit: dünden beri çok mesaj alıyorum, aile sorumsuzmuş ! yetiştirme yurdunda büyüyen çocuklarda bu sınava giriyor anne babası olmayan engelli olup çok ufak yaşta sorumluluk alan çocuk ve gençler var ajitasyona gerek yok.

    edit 2: sınava birdaha girme hakkı yokmuş, bu çocugun önünde üniversite ehliyet dil sınavı ales vs vs birçok sınav için önünde uzun yol var umarım o sınavlardan başarılı olur.

    edit 3: yolda giderken gaspa ugrarsa nolcak diye mesaj atanlar var, 1.6 milyon da bir ihtimal bile yaşanmadı öyle bir olay.

    edit 4: çocuğuma acıyanlar varmış, kınadığın başına gelmeden ölmezmişim vs vs mesaj atanlar var. tatil beldelerinde türk çocuklar sürekli ağlayıp yemeklerini anne babalarının elinden yerken, yabancı çocuklar uslu uslu ne kadar ufak olursa olsunlar kendi yemeklerini yiyor. burdan çıkarılacak sonuç bebeklikten itibaren sorumluluklar yaşına yeteneklerine uygun yüklenmeli.

    son edit: çocugu eleştirdiğim kınadığım dalga geçtiğim falan yok, insanlık hali unutmuş olabilir o gün şanssızlık yaşayabilir sınav umrunda olmayabilir bir sonraki sınavı dikkat etmesi gerektiğini üzülerek hayal kırıklığı ile öğrenmiş oldu. umarım bundan sonra şans ve başarı bu çocukla olur....