hesabın var mı? giriş yap

  • krizin daha da büyüyeceğinin habercisidir. artık ülkeler isteseler de anlaşamayacaklar.

  • lig tv'de ertuğrul sağlam'ın ağladığı görüntülerin ve maç sonunda yaptığı röportajın ardından çok doğru bir tespit yapmıştır. "biz artık kötüyüz. insanlara acı çektirmekten, kötü olmaktan mutluluk duyuyoruz. bizi oluşturan özelliklerden en büyüğü kötülük oldu" diyerek sadece futbol camiasına değil, yaklaşık 13-14 yıldır türkiye'de yaşayan tüm insanların geldiği durumu çok basit bir sıfat ile anlatmıştır.

  • hemen her filminde tiye aldığı, hicvettiği insanlar arası ilişkileri, davranış mekanizmalarını, burjuva ahlakını, kadın - erkek ilişkilerini blue jasmine'de tabiri caizse yerden yere vurup insanı neredeyse insan olmaktan utandıracak kadar derin ve kaliteli bir eleştiri getirirken cate blanchett oscar'lık bir performansla ekrandan dışarı taşarcasına oyunculuğun ötesine geçip adeta o karakter oluyor ve sonuç olarak insan woody allen'ın sonsuza kadar yaşamasını ve o sonsuzlukta kamerasını sürekli bizlere doğrultmasını istiyor... çok yaşa üstad woody allen...

  • işte bunlar hep tasarruf... saat neredeyse sabah 8, ama sokak lambaları yanıyor. evlerde lambalar yanıyor. işyerinde kambalar yanıyor. hep tasarruf.
    bu suudi saatine eşitleme fantazisine, tasarruf kılıfı uyduran itü yıkılsın, yerine 15 temmuz şehitler lunaparkı yapılsın.

  • ılık ile serin arası bir bodrum akşamı. "haydi sünger pizza'ya gidelim" diyoruz arkadaşlarla. terasa çıkıyoruz, masamıza geçmek üzereyken köşe masadaki gruba gözümüz takılıyor. "özhan canaydın değil mi o ya" diyorum, "haydi yanına gidelim." arkadaşlarım "ya hu ayıp olur" falan diyor, "yok be" diyorum, "gidip bir merhaba deriz, bir de fotoğraf; o kadar."

    yanına geldiğimizi gören özhan canaydın, büyük bir nezaketle ve insanın tüylerini diken diken eden bir beyefendilikle ayağa kalkıyor, "bir saniye çocuklar" diyor ve ekliyor "müsaadenizle ceketimi giyeyim." ben arkadaşlarıma bakıyorum, onlar bana. kaldı mı gerçekten böyle insanlar diye birbirimize boş bakışlarla soruyor ve dumurdan dumura koşuyoruz.

    "ee çocuklar nasılsınız, neler yapıyorsunuz?" diyor başkan bize. ve bunu o kadar içten yapıyor ki sanırsınız karşımızda koca galatasaray başkanı değil de kankamız var. "sağolun başkanım" diyoruz; "siz de iyisinizdir inşallah." "sağolun" diyor ve gözü o zaman kız arkadaşım şimdi ise eşim olan canıma takılıyor. "siz nasılsınız küçük hanım" diye soruyor; ya hitaba, klasa bakar mısınız. kız arkadaşıma o kadar içten ve sıcak bakıyor ki gören torununa baktığını sanır.

    biraz sohbet ettikten sonra bana dönüp "aman kaçırma bu güzel kızımızı" diyor, "yok efendim kaçırmam" diyorum. efendim hitabını yaparken önce kendime sonra bu saygın bilge adama şaşıyorum. kendime şaşıyorum çünkü o güne değin kullandığım bir hitap şekli değil; özhan bey'e şaşıyorum çünkü bir insanın böylesine bir zarafet içinde olabilmesini aklım almıyor.

    "kusura bakmayın çocuklar, yerimiz olmadığı için sizi masaya buyur edemedim, bir içecek ısmarlayamadım" diyor, bunu derken neredeyse kırılacak kibarlıktan. o bunları söylerken biz adeta şoktan şoka giriyoruz. "estağfurullah başkanım, ne önemi var, sizin elinizi sıkıp gideceğiz zaten" diyoruz.

    biraz daha sohbet ettikten sonra "aman derslerinizden, işinizden geri kalmayın" nasihatlerini de dinliyoruz başkandan. o an aklıma sürekli benim iyiliğimi isteyen ve her konuda bana yol gösteren babaannem geliyor, istemsizce gözlerim doluyor ılık bir bodrum akşamında.

    elini öpüp yerimize geçiyoruz. arkadaşlarla muhabbete dalıyor ve saatlerin nasıl geçtiğinin dahi farkına varamıyoruz. derken bir ses duyuluyor: "haydi iyi geceler çocuklar, iyi eğlenceler." bir anda okulun en disiplinli ama en sevilen hocası sınıflarına dalmış haylaz öğrenciler gibi ayağa fırlıyoruz ve "sağolun başkanım" diyerek teşekkür ediyoruz.

    aradan yarım saat daha geçiyor, masanın en büyüğü olarak garsona "hesap lütfen" diyorum. garson masamıza geliyor ve kulağıma fısıldıyor: "hesabınız kapandı efendim, özhan bey halletti." biz bir kez daha şoke oluyoruz, gözlerimiz doluyor adeta. "ne adam be" diyoruz. ama ödediği hesap için değil, bize davranışlarından ötürü elbet.

    sonra aradan seneler geçiyor, o güzel adam çok ama çok uzaklara gidiyor ve uğruna gece gündüz çalıştığı stadın açılışında şu an galatasaray'ın başkanlık koltuğunu açıkça işgal eden adnan polat tarafından adı dahi anılmıyor. sonrasında konuşan erdoğan bayraktar adlı basit bir müteahhit tarafından "karşımda naif ve güçsüz duruyordu" denerek sözde küçültülmeye çalışılıyor.

    benimse aklımda o rüya gibi gece; şimdi yukarılardan bir yerden bizleri izleyen bu güzel adamı anıyor ve soruyorum: ulan siz kim, sizin adınızın böyle bir adamla aynı cümlede dahi geçebilmesi kim? adnan polat, erdoğan bayraktar kim, özhan canaydın kim?

    elimizde takımlar üstü olan bir tek süleyman seba kaldı; bari onu kırmayalım ve iyi bakalım.
    adettendir editi: beşiktaş'lıyım.

  • su siralar tatilya'ya cok ozleyen nesildir. ne gunlerdi be. cok eglenmistik sozluk. hala niye kapatildi bilmem.

  • cnn türk canlı yayınında sırrı süreyya önder'in ''kürtler kimseye muhtaç değil ama herkes kürtlere muhtaç'' şeklinde sarfettiği söz.

    arkadaş ''bu ülkede kimse kimseye muhtaç değil her insan bir bireydir'' demek bu kadar mı zor.

    sosyalist diyor bi de bu abi kendine.