hesabın var mı? giriş yap

  • - kendi kafasındaki din, gelenek, giyim, adet, yaşam tarzı kalıplarına uymayanları deli gibi yadırgamak, zorla o kalıplara uydurmaya çalışmak. farklılıklara kapalı olmak.

    - sorunları, çatışmaları empati kurarak değerlendirmek ve konuşarak çözmek yerine havlamak, diş göstermek.

    - inanılmaz bir öz güven ve her konu hakkında nefessiz konuşabilme.

    - kendini harika tüccar, kusursuz bir işletmeci sanmak.

  • "o ki gazilir ya" kısmından anladığım kadarıyla hayvanı acı çekerken bulmuş.

    yani kendine evcil hayvan olarak yakalamamış, aksine doğada ölüme terk etmeyi yüreğine yedirememiştir. ayrıca anlatma biçiminden samimiyetini hissedebilirsiniz. fake yada troll olmadığı çok belli.

    adam zaten başına gelen olayı anlatmış, muhtemelen orman ekipleriyle doğaya geri bırakacaklardır düzelince. hatta evimize yakın olduğundan ayağı kırık kartalı dev kafeste besleyip, tedavi edip sonra doğaya saldıklarına şahit olmuştum çevre orman il müdürlüğü çalışanlarının.

    hayvanlar rehabilite edilip tekrar doğaya salınıyor sıkça, öyle hemen evcil oldu diye bir şey yok. inşallah anasına kavuşur anası öğretir yırtıcılığı rahat olun. evinden fakir olduğu belli adamın, zaten bakamayacağını bilip kendi teslim eder hayvanı doğaya yada görevlilere.

    "çaşırdan maşırdan vazgeçtim", "sütü bidonla verdim" derken gözleri parlıyor. adam yoksul. bir şişe süt yada 1 torba çaşır o adamla size aynı şeyi ifade etmiyor o yüzden oturduğunuz yerden sallayıp duruyorsunuz. adam anlatırken öyle bir fedakarlık duygusuyla anlatıyor ki;

    anlayamazsınız.

  • fantastik romanlara yıllarını vermiş biri olarak rowling'in tolkien ile kıyaslanması kesinlikle hakaret filan değildir. tolkien'in romanları müthiş zengindir, diller, alt kültürler, ırklar, coğrafyalar, destanlar, şiirler... rowling'in romanları ise farklı bir çeşitlilik içerir. büyüler, eşyalar, mekanlar, isimler, karakterler.... ayrıca rowling'in dili daha basit olduğu için çok daha akıcıdır. son kertede tolkien'in eserleri ciddi anlamda ağır bassa da, rowling'in eserlerinin yaşattığı coşkun mutluluk duygusu da yabana atılamaz. bu nedenle iki yazarı da birbirleri üzerinden küçümsemek çocukça bir sidik yarışından başka bir şey değil. ikisi de iyi ki varlar.

  • önündeki aracın tamponuna yapışmayı maharet bilen, diğer şeritteki iki araç arasındaki takip mesafesinden kaynaklanan boşluğu, yere düşen altın yüzüğe atlayan erdal bakkal gibi dolduran sözde usta şoförlerin önündeki araca bodoslama daldığı kaza. raikkönen'i tenzih ederim.

    edit: dikkatli izleyince kazaya gerçekten sebep olan aracın, en öndeki araç yavaşlayınca yavaşlamayan, dolayısıyla arkadaki araçları aldatan raikkönen olduğunu görüyoruz.

  • barselona'nin daha guncel sayilabilecek cok guzel bir mimarisi vardir ve her yeri birbiriyle uyumludur. yani bizdeki gibi dolmabahce'nin arkasinda sik gibi gokdelen yoktur affedersin. denizi var, iklimi guzel, fc barcelona'nin sehri, yemekler guzel falan derken en yasanilabilir yer burasi gibi gozukuyor. ancak digerlerine gore suc orani daha yuksektir diye tahmin ediyorum, %100 emin olmamakla birlikte. insanlarda bi londra'daki kadar saygi yok mesela etrafina karsi. ama yine de sahsen metropol de sevmedigimden mutevellit, bana gore en yasanilasi sehir burasi bu dortlunun icerisinde.

    roma cidden tarihi dokusu itibariyle mukemmel bir sehir. abdullah gul'un de dedigi gibi adamlar tarihi eserlerin etrafina abidik gubidik seyler yapmadan cok guzel korumuslar. vatikan'i falan da kattigin zaman turistik olarak en gorulmesi gereken yer burasi diye dusunuyorum. tabii buranin da iklimi, denize yakinligi falan avantajli yanlari.

    paris'in de ic kismi, ki baya buyuk bi alan yapiyor burasi, cok birbiriyle uyumlu mimari binalardan olusuyor. yani herhangi standart bir apartmani turkiye'de olsa "aa ne guzel" diye fotografini cekersin, o derece. ama tabii bu durum boyle cunku bildigim kadariyla 1800'lerde adamlar sehri komple yikip bastan yapmislar. onun disinda tabii eskili yenili cok guzel mimari eserler var; buyuk ve kucuk saraylar, sacre coeur, eyfel kulesi, opera binasi, vs. yine cok guzel sanat/tarih muzeleri var gezmek icin, louvre tabii ki en meshuru. tum bunlari gecin, elinize bi gul sarabi alip sen nehri kenarinda arkadaslarinizla takilmak bile cok guzel.

    londra'da maalesef cok kalamadim, sabahtan aksama gezdim sadece. mimari butunluk olarak bence diger uc sehrin gerisinde kaliyor. bi de cok kozmopolit ve mutfak olarak da tabii ki ingiliz mutfagi diger uclunun yine cok gerisinde. en buyuk avantaji ingiliz medeniyetinde yasamak ve ingilizce konusabilmek bana gore. tabii bir de mukemmel tarih/bilim muzeleri ve bu muzelerin en guzel yani da istemezsen para vermek zorunda olmaman. buna ragmen su 4 sehir arasinda hangisinde yasamak istersin deseler son sececegim londra olurdu.

    ayrica bu versus'ta amsterdam, tokyo, new york, prag eksik yazan arkadaslar gozume carpti. bi kere prag ve amsterdam bu sehirlerin ayarinda degil. zaten su amsterdam'i ne diye bu kadar abartiyosunuz anlamiyorum, tek olayi kanallari olan bir sehir, onun da kralini gormek icin giethoorn'a gidin. red light veya ot icmek diyosaniz o zaten hollanda'da her yerde var. new york ve tokyo da cok farkli klasmanlarda kaliyolar, yani cok farkli kulturleri var, avrupa sehirleriyle tam bir kiyaslama yapamiyosunuz. bence bu vs'de esas eksik olan sehir istanbul'dur. istanbul'u eger ecnebilerin kendi sehirlerini korudugu gibi koruyabilseydik tartismasiz bu vs'de acik ara birinci gelirdi ama su an icin carpik yerlesmesi ve mimari ucubeleriyle biraz darbe yiyor bu konumu.

  • ünlü gazeteci edward r. murrow'un joseph mccarthyle olan savaşını konu alan film. biraz politika biraz da 50'lerin amerikasını sevenler için birebir bir film olmuş, özellikle david strathairn süper bir oyunculuk sergilemiş (bu sene en iyi erkek oyuncu kategorisi çok çekişmeli geçicek belliki), filmin müzikleri harika olmuş (tabi jazz seviyorsanız), bazı kesimlere sıkıcı gelebilir bu film uyarmadı demeyin ama benim tavsiyem mutlaka izleyin.8/10 hazır yeri gelmişken filmle ilgili birkaç trivia veriyim;

    *film boyunca şarkıları çalan grup george clooneynin teyzesi rosemary clooneynin grubudur, ve çalan şarkıları bizzat kendisi aranje etmiştir.

    *mccarthynin göründüğü sahnelerde tamamen arşiv görüntüleri kullanılmıştır, daha sonra bu görüntüler filmi test eden seyircilere izletildiği zaman seyirciler, mccartynin kendisi olduğunu farketmeyip mccartyi oynayan aktörün rolünü fazla abartarak oynadığını iddia etmişlerdir.

    *john l. mcclellan, mccarthyyi sorguladığı sırada ekranda kamera sağa döndüğü zaman robert kennedyin küçüklük hali görülebilir.

    * filmin ismi, murrow'un programı kapatış cümlesinden gelmektedir.

    good night and good luck

  • :/

    kelimeyle ifade edemedim özür dilerim.

    "redd-i miras" diyince hemen "aman!". kulağa kötü geliyor diye çünkü. halbuki hiç alakası yok.

    şimdi diyelim ki baban borç yaptı. sen hiçbir söz sahibi olamadın bu konuda. belki senin için borca girdi, bilemezsin, ama o borç karşılığında bir mal mülk proje tiyatro herneyse, birşey edindi. yani "maddi" bir karşılığı var. sonra da baban vefat etti. iki seçeneğin var.

    1) mirası alacaksın, vergini vereceksin, mal mülk -varsa- kalacak, ama borçlar da gelecek. ödeyecek paran varsa ödeyeceksin.

    2) mirası reddedeceksin. mal mülk -varsa- gidecek, ama hayatının baharına da borç yüküyle başlamamış olacaksın.

    gençler ikincisini seçmiştir.

    sana ne?

    şimdi gelmiş bazıları "vay efendim onun mirasına nasıl sahip çıkmaızya09a" mahiyetinde birşeyler filan deniyor.

    çocuklar manevi mirasını reddetmedi ki? maddi mirasını reddetti. borcuyla malıyla -kaldıysa- onu reddetti. eğer "sanatçıya vefa" ise belki de çocukların eğitimi için olan yapılmış borçlar -ki manevidir, karşılığı yoktur- borçları ister istemez çocuklar üstlerine aldılar zaten. o sorumluluk zaten onlarda var.

    hayata temiz başlamak onların da hakkı. ama sen kendi uydurmuş olduğun bir sorumluluk ile o gençlere bu borcu yüklemeyi "namus borcu" filan gibi görüyorsun.

    bravo.

    aynı şeyi başkaları sana "ataların için ölmelisin" filan şeklinde de yapıyor, hatırladın mı?

  • camel sigara paketleri üzerinde bir deve vardır, hani arka plandaki piramitlerle poz verir profilden. hani altında da "turkish blend" yazar gocemen. en çok soru bu manzaradan çıkar işte. öyle bir kafaya kazınmış ki, "deve ile mi seyahat ediyorsunuz?", "çölde mi yaşıyorsunuz?" sorularının filan temelinde bu hafıza yatar.

    oraya deve yerine andromeda galaksisinin bir ilüstrasyonunu koysan gelip "uzay gemisine mi biniyorsunuz", "uzayda mı yaşıyorsunuz" filan diye soracak adamlar çıkar kesin.

    on tane eurovision kazansak bu imajı temizleyemeyiz herhalde.

    allah belanı versin camel.

    ..

    eurovision, allah senin de belanı versin.