hesabın var mı? giriş yap

  • malumun ilanı.

    avrupa 200-300 bin mülteciyi almamak için kıçını yırtarken, 78 milyonluk bir islami geri kalmış topluma kapısını açar mı?

    arkadaşlar siz salak mısınız? hollanda'da erkek erkeğe evleniyor da nikahı belediye başkanı kıyıyor, türkiye'de ise başı açık gezene mahalleli "yollu" diyor arkasından. bir tarafta yüksek bir medeniyet seviyesi, öbür tarafta 1400 yıl öncesinin arap bedevi kültürü var; bu ikisi nasıl aynı birlik içinde yer alabilir?

  • emekli albay kadri beyamca, günde üç paket maltepe sigarası içen güler yüzlü karısı çok da geç olmayan bir yaşta ameliyat masasında kaldığından beri, günlerini komşu dairemizde, belki de elli senedir oturduğu eski mobilyalı evinde yalnızlık içinde geçiriyordu.

    sabahları çok erken saatte bakkala yaptığı yürüyüşlerini, alışık olduğu gazetesi koltuğunun altında yavaşça kilidini açtığı kapıdan girerken hemen yanda duran eski tip kahve sandalyesine oturup sakinlikle ayakkabılarını çıkarmasını, beni görünce güzelce gülen yüzünü, şişe dibi kahverengi kemik çerçeveli gözlüklerini hatırlıyorum. uzak şehirde yaşayan, uzun boylu ve yakışıklı, emekli pilot oğlu ziyarete geldiği günlerde çok kereler şahit olduğum masa başı tebessümlü konuşmalarını ve birlikte sakin yudumlarla içtikleri viskinin güzel bardaklarını da...

    yaşlı adam iki kadehten sonra müsaade ister, bir saat sonra uyandırılmak üzere oğlunu tembihler, odasına çekilirdi.

    canının belli ki sıkkın olduğu zamanlarda “gel de kaçamak yapalım.” diye babamı davet ettiği günlerde aynı masada ben yine bardakların şekline hayran, yabancı markalı çikolatalar yiyerek sakin sohbetler dinlerdim.

    askerdeyken nereden aklıma düştüyse, kadri beyamca’yı özledim, “dönüşte ilk iş yanına uğrayayım” diye düşündüm. yaşım elverirse belki bana da ilk kez o güzel bardaklarda viski ikram eder diye heveslenmiştim.

    ben dönüş yolundayken meğer o da yola çıkmış.

    ...

    cenazeden sonra, evdeki kalabalığın bittiği saatlerde babamla birlikte kapıyı çaldık, oğlu açtı. askerlik üzerine sorduğu sorularla geçen uzun sohbet sırasında “bu adam babasının ölümüne üzülmek yerine neden benimle sıkıcı uçaklı silahlı muhabbetlere giriyor?” diye kendimi sorguluyordum. sonunda “insanların ölüme yaklaştıkça çevresindeki ölümlere alışması çok normal.” diye düşündüm. ama insan babasının ölümünü nasıl bu kadar metanetle karşılar? yeni bitmiş nöbetler, az önce kalkmış bir cenazeden sonra; komando okulundaki pilotluk eğitimi üzerine; fazlasıyla teknik terim içeren sohbetlerin içinde boğulduğum esnada viski şişesi geldi salona. sanki emekli albay kadri beyamca nöbeti oğluna devretmişti. babam, güzel bardaklar, garip isimli çikolata paketi, ben...

    belki de babasını sevmiyordu veya aralarında benim bilmediğim husumetler vardı. belki de konuyu açmak istemiyordu. ya da ben dövünmelere, ağlamalara, yüz yırtmalara çok alışmıştım. belki de modern evlerde acılar duvarlara kazınıyordu, komşular sessizce uyuyordu.

    ...

    uçakların hemen ardından başlayan siyasi sohbetin en ağdalı cümlelerinden birinin ortasında yakışıklı pilot birden ayağa kalkıp yatak odasına yöneldi. kapıyı sakince açıp “baba, kalk hadi” dedi. bomboş odadan geri dönen ses, suratına çarptı. aldığı derin nefesle tavana doğru uzayan boynunu içine çekip kafasını önüne eğdi, küçücük kaldı. kolundan tutup şişenin başına oturttuk. ben ağladım, babam ağladı, pilot çok ağladı.

  • (bkz: enerji ve tabii lan manyak mısın bakanlığı)

    debe editi: işin şakası bir yana 301 madencinin göz göre göre katledilmesinde istifa etmeyen zihiniyetin, ülke genelinde kesilen elektrikler, bu sebeple çalışmayan telefon hatları, bağlanmayan internet, duran metro ve ulaşım sistemleri, çalışmayan trafik ışıkları, kaosa dönen trafik, 100 milyon dolar üretim kaybı* vs. nedeniyle istifa etmesini bekliyor değildik. istifa beklentisini alaya alırken umarım enerji bakanı "nasılsa seçim yakın 3 döneme de takılıyorum istifa etsem iyi olur güzel anılırım" demez diye de aklımdan çok geçti. çünkü dün enerji bakanlığının beceriksizliğiyle yaşanan bütün bu süreç, yitip giden 301 gariban madencinin hayatından, babasız kalan çocuklarından, bir başlarına kalan eşlerinin durumlarından daha trajik, daha beceriksizce ve daha kötü değildi. sizler istifa edip erdemli ve onurlu anılma hakkınızı soma faciası'nda kaybettiniz beyler ve iyi ki dün istifa edeniniz olmadı. unutma unutturma! (bkz: 13 mayıs 2014 soma maden ocağı patlaması)

  • yaklaşık 30 senedir bu tarz ürünler üreten markaları kullanıyorum. the north face-tnf eskiden uluların ulusu bir markaydı. adamlar çıkartacakları ürünleri dağcılara bir sezon boyunca test ettiriyor, gelen geri bildirimler sonrası düzeltmeleri yapıp satışa çıkartıyorlardı. sanırım 2010 senesine doğru bu outdoorcu-dağcı tasarımcı tayfayı çıkarttılar ve doğasporunun nike'ı olma yoluna girdiler. daha fazla kar gördüklerini düşünüyorum. o tarihten sonra aldığım bütün ürünleri elimde patladı. yağmurlukları ile montlarının iki, üç sene kullanılmadan sonra gore-tex katmanarı ayrılıyor. polarlarına bakıyorsun, beş kat pahalı oldukları decathlonun polarının ısıtması yanında solda sıfır. en uyduruk ürünlerine bile dünya para istiyor. avrupa ve amerikada, ciddi outdoor sporcular bu markadan uzak durmaya başladılar.
    columbiya ise orta sınıf bir tekstil üreticisidir, özellikle türkiyede saçma pahalıdır. teknik anlamda özel bir ürün, ayakkabı gibi alınmaması gerekir.
    jack wolfskin tekstil anlamında iyidir, pantalon ve polarları çok başarılıdır ama yine çok para burada.
    yukarıda yazıldığı gibi fjall raven, mammut, marmont gibi markalar çok başarılı ürünlere sahipler, alın tepe tepe kullanın. helly hansen'in montları, tekstil ürünleri, özelliklede içlikleri muhteşemdir. lafuma, millet gibi markalar ise kusura bakmayın ama çok basit ürünler, en fazla günlük tekstil, giyim için indirimdeyken alınacak markalardır benim için. ayakkabıları bir sene bile dayanmadan ayakta patlamıştır.
    ayakkabı konusuna gelince başlıktaki üç markanında ayakkabısı giyilmez, ayakkabı işi çok özel uzmanlık gerektirir, asolo, garmont, la sportiva, lowa hadi araziden çok şehirde kullanacağım diyorsanız salomon gibi markalara bakmanız gerekir.
    bütün bunlara rağmen amacınız outdoor ürün alıp gerçek anlamda faydasını görmek yerine daha çok farklı ve isim yapmış marka giymek ise muhtemelen burada anlatılanları kulak arkası edeceksinizdir. bununla beraber gerçekten işe yarayacak outdoor ürünler alıp hayatınızı kolaylaştırmak istiyorsanız outdoor ürünler konusunda uzmanlaşmış firmalara, özel mağzalara yönelmeniz hem kullanım açısından hemde cebiniz açısından hayırlı olacaktır.

  • "17'den 18'e düşmemiş, bu nasıl mantık. 17'den 18'e yükselmiştir. matematikte bilmiyor bunlar yahu." diye algıyı değiştirilecektir yiğit bulut, vb tarafından. sizce buna kimse inanır mı? bence inananlar çıkar.

  • gencecik cumhuriyetimizin güzel insanlarını yansıtan fotoğraftır. bugün çoğu kesimden farklı olarak kadınlar ön plana çıkartılmış, geride bırakılmamıştır. genci, yaşlısı, engellisi herkes birarada poz vermiştir. fotoğraftaki insanların gözlerinden umut ve yorgunluk akmaktadır. aralarında yaralı görülenlerin de olduğu düşünülürse belki de milli mücadele sırasında savaşmış insanların da yer aldığı fotoğraftır. arasıra da olsa yapılan savaş çağrılarına inat ille de barış diyelim. birbirimize sahip çıkalım.

    manisa 1923

  • hem ev hemde iş yerinde ki masamda birer tane beslediğim bitki türü.

    bakımının çok kolay olduğu doğrudur, ancak her canlı gibi onun da ihtiyaç duyacağı ısı, nem, toprak, su oksijen gibi sınırları vardır. ısı konusu önemli; kaktüs çöl bitkisi olduğu için unutulmamalıdır ki ısıya, sudan daha çok ihtiyaç duyar. ortalama 30-35 derecelik bir ortamda çok sağlıklı bir şekilde gelişimini sürdürüyor bu meret.

    neme karşı pek dayanıklı olduklarını düşünmüyorum, kapalı ortamda renkleri bile soluyor, bol oksijen alan odanız yoksa, günde bir kere de olsa camın balkonun önüne çıkarın ki, o gün ihtiyaç duyduğu oksijen alabilsin.

    saksıya koyacağınız toprak kesinlikle kuru olmalı. ayrıca saksının en üst kısmına deniz veyahut inşaat kumu koyabilirsiniz. * ayrıca saksıda kullanacağınız toprağı, ölü gömer gibi sıkı bir şekilde doldurmayın. neden derseniz; toprak sıkı olursa oksijen alamaz, ayrıca koyduğunuz su, saksının arasından geçip tabağa akamayacağı için kaktüs soğanında çürümeye neden olur. sonra buraya gelip kaktüsüm müteveffa oldu diye ağlarsınız.

    edit: eklemeyi unuttuğum bir husus var; yukarıda kaktüs ısıyı çok sever, 30-35 derecelik bir ısıya ihtiyaç duyar dedim diye, güzelim bitkiyi alıp yaz sıcağında güneşin önüne koymayın. direk güneş ışığına maruz kalırsa aşırı su kaybı yaşar. önemli olan sıcaklık seviyesini korumak.