hesabın var mı? giriş yap

  • "yeri gelirse, ben müdahale ederim."

    evet, cümle bu şekliyle hiç karizmatik değil, amma velakin buyrun söylendiği yere bakalım:

    bundan 8 yıl evvel, hava harp okulu sınavlarına girilmeye hak kazanılmış ve toplu mülakat aşamasına kadar gelinmiştir. 20 kişilik aday grubu bir odaya alınır, saçma sapan bir konu verilir ve 10lık 2 grup halinde konunun tartışılması istenir. grubun biri konunun bir kısmını ikna etmeye çalışırken, diğer grupda diğer kısmını ikna etmeye çalışır. bu grubuda izleyen binbaşılar, pilot (rütbeleri hatırlayamıyorum) vs. vardır.

    tartışma başlamış ve 10-15dk geçmiştir ama zatı muhterem ben, henüz tek bir kelime bile etmemişim.
    ordan komutanlardan biri bana sorar, delikanlı sen hiç konuşmayacak mısın ?

    ben: "yeri gelirse, ben müdahale ederim."

    sonuç: 19 kişi o mülakatta elendi, ben geçtim. buda ömrü hayatımda verdiğim en karizmatik cevap olarak tarihe geçti.

    edit: gelen bir çok mesajdan dolayı, not düşeyim, hikaye 2002'de yaşanmıştır . ayrıca subay olup olmadığım soruluyor, hayır değilim, bu olayların olduğu son hafta check-up'ta elendim, hikaye sona erdi, bir daha askeriye ile işim olmadı, askerlikte yapmadım, bedelliden yararlandım.

  • sende 30 satır yazı yazmışsın. 6 satır daha yazsaydın rahimden dışarı çıkardın. şimdi içerde kaldın. ama iyi oldu

    edit: 36 tane favori alırsam sözlerimi geri alacağım ve ergün abiye biat edeceğim.

  • devletlerden ve uluslararası oluşumlardan "dürüstlük" bekleyen saf tipleri şaşırtmıştır. tüm bunlar çıkar ilişkisidir ve türkiye diplomatik hataları yüzünden yalnızlaşmıştır. kimsenin "bize karşı" olduğu yok. siz gerçekten eğitilmezsiniz. kurtuluş savaşı'nda ülkenin dört bir yanı paylaşılmışken direnç gösterdiğimizde ve mustafa kemal atatürk'ün önderliğinde klasik tabirle "henüz ölmediğimizi" ispat ettiğimizde ülkemizi işgale gelmiş olan italyanlar ve fransızlar dahi bir anda taraf değiştirirek ya bize yanlamış ya da toz olarak yunanları yalnız bırakmıştı. bugün sorsan herkes fransa'ya, italya'ya söver... e işlerine gelince yunanlara karşı bizi desteklediler ama? neden? bizi çok sevdikleri için mi arka çıktılar? bizi çok seviyorlarsa neden bir sene öncesinde ülkemizi bölmeyi ve paylaşmayı amaçlıyorlardı?

    uluslararası ilişkilerde bunlar yok. diplomasi var. çıkar var. türkiye de bu konuda inanılmaz zayıf, cahil, beceriksiz kişiler tarafından yönetiliyor. ülkenin büyük bölümünün gazla çalışan, geçmişte yaşayan karbonhidratçı kitleler olması da tabii ciddi bir sorun.

    ulan "bunlar karşı olduğuna göre iyi yoldayız" nasıl bir kafa, böyle saçma bir zihniyet olabilir mi? açıp baksanıza kaç senedir bu ülke ab yardımı alıyormuş, kaç yıldır çeşitli ab programları kapsamında belirli standartlar geliştirmiş ve birliğin önemli dış ortaklarından biri olarak yatırım almış?

    ab kimseyi seviyor ya da sevmiyor değil. günü gelir ab türkiye'yi savunurken yunanları itin bir tarafına sokar. olmamış şeyler değil bunlar. yunanistan'a giderseniz onlar da ab'den ve diğer güçlerden şikayet edecektir türkiye'ye "hak ettiği ceza" verilmediği için. yani yunana sorsanız o da "bizi eziyorlar, türklere arka çıkıyorlar" diyor.

    velhasıl bırakın bu suçluyu daima dışarıda arama zihniyetini, biraz yüzleşin kendinizle. yüzleşelim. petrol çıkarıyorsak çıkaralım da şu "tüm dünya bize karşı" saçmalığını bırakalım.. inanın kimsenin o kadar da umrunda değiliz. olsak dahi bu "türk düşmanlığı" kaynaklı değil, tamamen siyasi ve diplomatik bir mesele. sen bugün yunanistan'ın güçlenmesini istemiyorsun çünkü komşun. senin için risk oluşturabilecek bir ülke. di mi? "yunan" olmasıyla alâkası yok bunun. orada senin açından tehlikeli olabilecek başka bir ülke olsaydı yine aynısını söyleyecektin.

    neyse ya sıkıldım. aynen kanka, ab karşı çıkıyorsa doğru yoldayızdır. böyle devam.

    ***

    edit: "dürüstlük beklemeyecekmişiz ama hep türkiye mağdur oluyor" diyenler oldu, "hadi akdeniz'i açıkladık da fırat'ın doğusundakiler ne olacak" yazanlar oldu... açıklamaya çalışayım.

    arkadaşlar öncelikle türkiye'nin hep mağdur olduğu yok. öyle bir dünya yok. bunu neye dayanarak söylediğinizi anlamıyorum gerçekten. türkiye cumhuriyeti neredeyse 100 yaşına basacak. öncesini de sayarsanız 700 küsür yıllık osmanlı devleti var. siz tüm bu süreçlerde hep bizim mağdur olduğumuzu ve düşman bellendiğimizi mi düşünüyorsunuz? öyleyse kusura bakmayın ama bu sizin cahilliğiniz oluyor, şimdi size 1299'dan beri "türklerin avantajlı çıktığı ve uluslararası kamuoyu tarafından haklı görüldüğü" konuları mı yazayım? sorun tam olarak bu işte: millet bizim arkamızdaysa, "biz zaten haklıydık!" deyip işin içinden çıkıyorsunuz. iyi de başkaları öyle düşünmüyor. bu konuda da yunan "biz haklıyız zaten" diyor mesela, bizse "avrupa birliği ikiyüzlülük yapıyor" diyoruz. bu tamamen bakış açısıyla ilgili bir durum. objektif değerlendirirseniz bu tarz onlarca, yüzlerce ve hatta belki binlerce "türk yanlısı" ve "türk karşıtı" tutum bulabilirsiniz. inanın bunların neredeyse hiçbiri türk olmamızla ilişkili değil, tamamen çıkar kaynaklı. açıp bakın o nefret ettiğiniz "emperyalist dıj güçler" son 200-300 yılda osmanlı ve türkiye'yi yerine göre nasıl desteklemiş. bunu büyük devletleri savunmak adına söylemiyorum. okuyan herkes abd'den ölesiye nefret ettiğimi bilir. demek istediğim şey sadece şu: "dünya bize karşı" düşüncesi gerçek sorunu görmezden gelen yanlı bir tutumun sonucudur.

    hadi burası böyle, fırat'ın doğusunu ne yapacağız, adamlar resmen bize karşı diyen oldu... ben diplomasinin her şeyi çözeceğini söylemiyorum. bazen her şeyi doğru yapsanız da acı çekersiniz. biz öyle bir durumda değiliz. biz her şeyi yanlış yaptık. suriye'yi, iran'ı, amerika'yı, rusya'yı... hepsini kızdırmayı, kendimize düşman etmeyi başardık. böyle bir tabloda kimseyi durduramazsınız. abd süper güç olabilir ama bir halkı ve yönetim kadrosu var. vietnam'da neden boğuldular, güçsüz oldukları için mi? alâkası bile yok. siz de iyi ilişkiler geliştirir, iyi kozlara sahip olursanız amerikanlar size "çıkın gidin lan burdan" diyebilecek olsa dahi en azından iki kez düşünür bunu. "biz burada türkiye'yle bozuşursak iyi olmaz" diyebilir. sonuç itibariyle dünyayı yöneten bu haydutlara diplomasi zaten sökmez ama bunlar diplomasi olduktan sonra tartışılacak şeyler. bizde o yok. yalnızız ve bunu kendimiz yaptık, bu kadar basit.

  • 2023-2024 eğitim öğretim yılı başladığında okulun öğrencilerini ve velilerini dumura uğratan olay. çocuklar ilk gün makarna ve çorbayla karşılandı. akşama yine aynısı. sonraki günler ve öğünler de hep aynı devam etti. arada bir öğün kuru fasulye, bir öğün de nohut verdiler.
    kızım da bu yıl yatılı olarak hazırlık sınıfında okumaya başladığı için olan biteni yakından takip edebiliyorum.
    sabah kahvaltısı içler acısı. çocuklar okul açıldığı günden bu yana etli yemek nedir görmedi. dün mantı çıkmış, kızım telefonu açmış bana coşkuyla anlatıyor. annesi dedi ki: "kızım içini açıp baktın mı, et var mıydı?"
    şu yemeklerin fotoğraflarını görünce ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız umarım.

    görsel

    görsel

    görsel

    görsel

    görsel

    görsel

    görsel

    görsel

    görsel

    görsel

    görsel

    görsel

    görsel

    okul idaresi hükümetin reva gördüğü 39 tl ile çocuklara nasıl 3 öğün yemek vereceğinin çaresizliği içerisinde. okul aile birliği de velilerin bağışlarıyla durumu kotarmaya çalışıyor.

    saray'da ve meclis'te çöpe dökülenleri düşününce sinir olmamak elde değil.
    öğrenci velileri olarak çocuklarımıza reva görülen bu saçma sapan durumdan kurtulmanın yollarını arıyoruz. fatih portakal da bu okuldan mezun. fox tv, sözcü tv ve diğer basın araçlarını da devreye sokmaya çalışıyoruz ama bize biraz sabredin bütçe artırımı talep edildi deniyor. bu ne kadar sürer bilemiyorum.

    okul müdürünün de katıldığı online bir toplantı yaptılar pazartesi günü. okul müdürü geçen yıl öğle yemeklerinin fiyatında artış yapmış ve bu yüzden soruşturma geçirmiş. ben toplantıda kendisinde bu sorunun çözümüne dair pek bir azim ve kararlılık göremedim. sanırım geçirdiği soruşturma onu biraz pasifize etmiş.
    bakın ben okul müdürünü ya da okuldaki başka bir görevliyi suçlamıyorum. suçlu düpedüz hükümet. diyanete, savaşa, göçmene para akıtan hükümet kendi çocuklarını aç bırakıyor. bu çocuklar ülkenin lgs denilen rezalet sınav sisteminden alnının akıyla çıkmış, yüzde 0,7lik dilimin içinde, geleceğin umudu, zeki ve çalışkan çocuklar. öyle olmasa da olurdu? ne fark eder? gelişme çağındaki çocuklar bunlar.

  • sosyal medyayı kullanan ilk cumhurbaşkanı olduğu söyleyen abdullah gül'e twitter üzereinden şunları söylemiştir;
    "sayin @cbabdullahgul hicbir zaman tarafsiz olmadiniz.
    sadece (mış) gibi yaptiniz. sadece tasdik makamiydiniz.
    sivil hayatinizda basarilar."

  • aydınlanma projesi, dünyanın büyüsünü ortadan kaldırmak gibi büyük bir iddiayla ortaya çıkmıştı. bunda belli ölçüde de başarılı oldu fakat geriye varoluşu anlamsızlığın içinde süzülen insanlar bıraktı. bugün, uzaya koloni kurulması ve yapay zekayla insanın cyborg vari bir canlıya dönüştürülmesi planlanıyor. akıl, putlaştırılınca, insan denen varlık da geçmişten sahip olduğu eşsiz bütünlüğünü yitirdi.

    modernite dahilinde tüm bilebileceklerimiz, bir eserin üç saniyelik ölçüsü içerisinde duyumsayabileceklerimizi dahi veremiyor bize. teoriler, konferanslar, türlü türlü lakırdı eşliğinde, "dünyanın bu kez anlaşıldığı" deklare ediliyor, fakat boşluğa atılan her madeni para, sessizliğin içinde kayboluyor ve unutuluyor.

    insan ruhunun, bilimsel olarak anlaşılabileceği çabası, farklı söylem yapılarına angaje kabuller doğuruyor. bu kabuller, çevresine bir kalabalık toplayabildiği ölçüde gerçek halini alıyor. halbuki, mikro düzene dair bilebileceklerimiz de, makro düzene dair bilebileceklerimizin ötesinde değil. her insan, evren denli bir derinliğe ve genişliğe sahip. bunu anlayabilmek değil bir başkası, belki insanın kendisi için dahi mümkün değil.

    beş yüz seneden daha evvel zamanlarda, şehirlerin duvarları vardı. öyle ki, şehir, etimolojik anlamını da çevresi örtülü bu duvarlardan alıyordu. duvarların ardında olanın korkusu, içeridekileri inanç sahibi yapıyor ve birbirine bağlıyordu. bugün, şehirler böyle duvarlara sahip değil, şehrin şeffaflaşması, insanın şeffaflaşmasını da zorunlu kıldı ve artık herkes herkesin her şeyi. içte biriktirilebilecek bir şey yok, zira, "her şey paylaşıma açık olmalıdır" gibi bir ortak kabul söz konusu.
    içsiz ve içeriksiz bu şeffaf insan için, konuşmak da, kalabalığa hitap etmekten ibaret hale geldi. konuşmanın, sessizlikle örtülü muhtevasının yerinde, demagoji, dedikodu ve arzulardan türemiş bilinçlerin bayrakları dalgalanıyor artık.

    materyalist dünya görüşü içerisinde, insan kendi acılarına yabancılaştığında ya da onları unutmayı başardığında, başkalarının acılarına da yabancılaşıyor. böyle bir mevcudiyet içinde, "ölüm varsa ben yokum, ben varsam ölüm yok" gibi insanı dünyaya ve diğer insanlara yabancılaştıran bir konum alıyor insanların çoğunluğu. vurdumduymazlık ve rahatlık, tam olarak buradan çıkıyor ve dünyaya yayılıyor.

    bugün, insanın sahip olabileceği tüm özellikler, rekabet ve çekişmenin etrafında kümeleniyor. kendine ait bir dünya kuran insan, bu dünya toplumun çıkarlarına hizmet etmediği ölçüde, toplumca yargılanıyor. insanlar, "maaş", "iş" gibi toplumsal statüleriyle değerlendiriliyor ve kıyaslanıyor. toplumsal kabullerin ürettiği bu iş bölümleri ise, dizginsiz bir öznelliğin verebileceği derinliği, genişliği ve renkleri veremiyor.

    tüm bu olanlardan dil de nasibini alıyor. modernite dahilinde, geçmişte sahip olduğu derinliği, dokuyu ve kokuyu kaybediyor. düz ve renksiz, bir bilgisayar metninden fırlamış bir ambiyansa bürünüyor. ayırması, bölmesi ve parçalamasıyla da, anlaşma çabasını imkansızlaştırıyor. sadece, tek tipleştirmeye hizmet ediyor.

    "dilimin sınırları, dünyamın sınırlarıdır" diyen martin heidegger'in anlama kapasitesinin derinliği de burada saklı. bugün, bizim sahip olduğumuz dünyanın sınırları çok ama çok dar. en başta, kullandığımız dil buna sebep. mevcudiyeti takribi 200-250 sene ile sınırlı sekülerizmin içine gömüldüğümüz için, bu paradigmanın dışında nelerin olabileceğini tahayyül edemiyoruz, vizyonumuz bu dar görü ile sınırlı. anlamıyoruz, çünkü neyi anlayamadığımızı anlayamıyoruz.

    tüm bu sakatlanmış ruh halimizin panzehirinin, gelecekte değil, fakat geçmişte olduğuna inanıyorum ben. bugün akıl yönünden bir şeyler edinebilmiş olsak da, ruhsal bakımdan çok ama çok eksilmiş vaziyetteyiz.

    edit: yukarıdaki alıntı, heiddegger'e değil, wittgenstein'a ait. "dil varlığın evidir" sözüyle karıştırmışım.